Saturday, 29 May 2010
beware of the plastics
Friday, 28 May 2010
blue american
Deli gibi Placebo sevdiğim, deli gibi herhangi bir şeyi sevebildiğim günleri özlüyorum. Evet, Placebo hala tüm zamanlarımın favori grubu, ama o obsesif sevgiyi hiç bir şeye duymuyorum çook uzun zamandır. Sabah uyanınca ilk kez Brian Molko'nun yüzünü göreyim diye tavana posterlerini astığımı, gazete ve dergilerde gördüğüm her Placebo haberini kesip sakladığımı, televizyonda görünce (ki o zaman -2000 falan- Placebo'yu televizyonda görme olasılığı çok çok azdı) heyecandan kalbimin sıkışıp nefes almakta zorlandığımı, bütün gün her boş zamanımda Brian'la tanışma hayalleri kurduğumu, sabahtan akşama fanfic okuduğumu, bir sürü para ödeyip üye olduğum Placebo Fan Club'tan üyelik kartım geldiğinde nasıl mutlu olduğumu, Placebo konserlerinin mutluluktan ağladığım nadir zamanlar olduğunu hatırlıyorum; bunları özlüyorum. 9 Aralık 2000 konserini özlüyorum en çok, ve bir şeylere takabilmeyi.
I wrote this novel just for you
It sounds pretentious but it's true
I wrote this novel just for you
That's why it's vulgar
That's why it's blue
and I say, thank you
i no longer hear the music
Konuşmak demişken, kafamda bu aralar en çok yer kaplayan konular siyaset felsefesiyle kültürel, feminist ve queer teori. Ama malesef okul dışında hiç o konularda oturup konuşabileceğim, tartışabileceğim birine rastlamadım. Ben bile 1 aya mezun olacağım bölüm olmasına rağmen siyaset teorisi hakkında kendimi "uzman" görmüyorum, o yüzden insanların bar masası muhabbeti olmamasını anlayabiliyorum, ama insan en azından kendi ülkesinin siyasi durumuyla da mı hiç ilgilenmez, o kadar mı dünyadan bihaber ve bu bihaberlikten -aslında tam bir cehalet örneği olduğu halde- gurur duyarak yaşar? Garipsiyorum.
Bir diğer garipsediğim olgu da insanın nasıl kadın olup da feminist olmayabileceği. Gerçekten insan nasıl kadın olur ve feminist olmaz aklım almıyor. Feminist kelimesine o kadar antipatik anlamlar yüklendi ki, artık genç kadınlar kendilerini "feminist" olarak etiketlemeye korkuyorlar. Lady Gaga'nın "Feminist misiniz" sorusuna verdiği cevap: "I'm not a feminist - I, I hail men, I love men." Feminizm=erkek nefreti gibi zavallı bir stereotype var insanların kafasında. Kadın ve erkek eşitliğine inanıyorsanız feministsiniz, it's as simple as that. Dolayısıyla onlar doğmadan önce yollarını açan feministler olmasa şu anda üniversitede okumak değil evde çocuk ardına çocuk doğurup kocasına yemek pişiriyor olacak olan yaşıtlarımın "Hayır ben feminist değilim" triplerine çok sinir oluyorum, bana uzak olsunlar mümkünse.
Queer ve gender theory hakkında da insanların bir fikri olmamasını garip buluyorum. Queer theory ile ilgilenmek için eşcinsel olmaya gerek yok, cinsellik ve cinsiyetini kimse mi sorgulamıyor acaba? "Ben %100 kadın hissediyorum, cinsiyetimi tabii ki sorgulamıyorum" diye düşünen insanlar kadın nedir, kadın hissetmek nedir, "cinsiyet" denen şey olmasa ben yine böyle mi hissederdim, neden erkekler ağlamasın/makyaj yapmasın ki falan gibi şeyleri hiç sormuyorlar mı kendilerine? Kimse cinselliğini, neden kabul edilen cinselliğin hetero ve vanilla (=bdsm ve türevi şeyler içermeyen cinsellik) olduğunu, cinselliğin başka şekillerde de ifade edilebileceğini düşünmüyor mu? Garip işte.
same sex, different city
Thursday, 27 May 2010
take your wings outside, you can't fly in here
Uyandıktan sonra ilk iş yatağın yanında yerde duran laptopumu açtım, eğer Yağmur bunu okuyorsan para yattı mı diye daha kontrol etmemişler ama odamızı zaten bizim için ayırıyorlarmış. Daha sonra Lisa'ya doğumgünü hediyesi almam gerektiği aklıma geldi, dışarı çıkmaya fena halde üşenen bir insan olduğumdan Amazon'a bakmaya karar verdim. Ona hediye bakarken kendime mega şirin bir Etnies ayakkabı buldum ve tabii ki dayanamadım. Maillerim arasında mytheresa'dan gelen bir mail vardı, "yeni Marc by Marc Jacobs çantalar geldi" şeklinde. Mailde gördüğüm bir çantanın Etnies ayakkabılarımla ne kadar güzel duracağını düşündüm, ama bütün çanta fonumu Balenciaga'ya ayırdığımdan bu aralar MbMJ bir çantaya 250 euro verme ihtimalim yok. İndirime girerse belki, ama mytheresa pek indirim yapmıyor. Metalik şeylere fena halde zaafım var, görünce kendimi tutamıyorum.
Cumartesi sabahı son sınavım var, John Rawls'un adalet teorisi, Robert Nozick'in minimal devleti ve Susan Okin'in feminist eleştirisine çalışmam lazım o zamana kadar. Cumartesi sabaha sınav koyan insanları kınıyor olsam da yarın olmasından daha iyi sanırım.
Pazar günü Londra'da drag king competition var ve biletimi önceden almış olduğum için oy kullanma şansım olacak. Dünyanın en seksi kadın modeli olan drag king'ler neden bu kadar az bulunuyor Avrupa sınırları içinde emin değilim, drag queen'ler bu kadar her gay bar'a 5 tane falanken. Türkiye'de hiç drag king görmedim mesela, hep queen. Londra'da da ayda yılda bir olan event'ler dışında pek yoklar ortalarda. Amerika'da çook var oysa.
Amerika'ya gitme isteklerim depreşiyor bu aralar. Aslında Ekim gibi falan buradan gidesim var, uçak biletleri buradan daha ucuz, ama vize almaya üşeniyorum. Amerika vizesi sadece Ankara'dan alınıyormuş gibi bir şey duydum geçenlerde, yaz sıcağında sırf vize almaya Ankara'ya gitme ihtimalim sıfır malesef. Acaba buradan alabiliyor muyum? Bazı konsolosluklar yurtdışında bile yaşıyor olsan sadece vatandaşı olduğun ülkeden almana izin veriyor.
Paris'e gitmeme az kaldığını fark ettim, 3 hafta kalmış. Disneyland Paris'e bayılıyorum, orada yaşayabilsem keşke. Acaba Fransızca bilmeyen bir Politics and International Relations ve Gender and Sexuality mezunu olarak orada iş bulabilme ihtimalim ne kadar?
Wednesday, 26 May 2010
it's the way that we live... and love.
Tuesday, 25 May 2010
mucize?
Bir diğer favorim de Mucize.. Titreyen sese, dandik kayıtlara bayılıyorum.
"Güneş doğdu ruhuma, sustum, umudumu gördüm onda. Bir şey bilsem söyleyeceğim seni sevdiğimden başka. Aptallığın bile tam bana göre, çocuksun sen de, yok yok yok, bu mutluluktan ağlayacağım şimdi, yapma. Mutfakta çıplak ayak sesin, huzur mu bu, mucize arzusu.."
agony & irony
you're disgusting, i won't miss ya
"1.taksim barları sürtükleridir, iki bira ısmarladığınız zaman eve atarsınız bu kaşarları. sevgilileri oldugunu sonradan ogrenirsiniz, sevistikten sonra bu yaptıgımız dogru degil klişeleri falan. dünyanın en dürüst orospusudur.
bunların level atlamısları ise sevgililerine aldattıgını itiraf eder, moda galiba.
45 lik, mojo, soho, line gibi barlarda takılırlar. bunlar bazen barların kapısının onunde ağlayarak telefonla konusurlar, kiminle konustuklarını bilmiyorum. gerizekalılar."
Benim buna ilk tepkim "Bu nedir yaa?" oldu. En garip kısmı da altına yazılan 15 entry arasında çoğunun "oh yes evet abi Taksim saksocuları" modunda olması. Ne yazsam diye düşündüm, "Ne kadar mal bi insansın sen"den başka diyecek şey gelmedi aklıma, hissettiklerimi kelimelere dökemedim. Bu entry zaten düşündüklerimi kısmen açıklamış:
"15.hayattan ve sevişmekten keyif alan kızlardır sadece toydurlar. bütün bu toy hanımlara buradan sesleniyorum; jargonu kaşar, orospu, kevaşe olan kompleksli türk erkekleriyle yatmayın. zaten erken boşalırlar, e dur daha noluyoz olursunuz. kimseye de bişey ısmarlatmayın, hesabınızı kendiniz ödeyin. prensipli sevişin hani.
(icimdengelsekeske, 25.05.2010 14:22)"
Hayır yani gerçekten insanların "iki biraya kendini 'siktiren' taksim kızları" gibi bir başlık açmasına inanamıyorum. Bu tür insanların babaları da annelerini 'siktikten' sonra kaşar, orospu, sürtük falan diye bağırır mıymış merak ediyorum.
Fringe'deki gibi belirli gene sahip insanları öldüren bir şey üretilsin ve misogyny genine sahip olanlar dünyamızda yer kaplamasın artık mümkünse.
Sunday, 23 May 2010
a eureka moment
Bahsettiğim ev soldaki beyaz duvarlı, benim evim de karşıdaki önünde çöp şeyi olan.