Saturday 15 December 2012

people are people

Bugün nereye baksam cinayet haberi. Beylikdüzü'nde bir kadın trans olduğu için yol ortasında öldürülmüş. Brezilya'da 15 yaşında bir oğlan kendisini öpmek istedi diye 20 yaşındaki bir erkeği boğmuş. ABD'de yanlış hatırlamıyorsam 21 yaşındaki bir genç aralarında annesinin ve 20 ilkokul çocuğunun bulunduğu 26 kişiyi katletmiş. Çin'de de bir adam 22 çocuğu bıçaklamış. Bir insan başkasının canını nasıl bu kadar rahatlıkla alabilir? Tüm empati yeteneğimi ve hayal gücümü kullansam da buna bir açıklama getiremiyorum.

**

Önceki gün evimin yakınlarındaki Feminist Kütüphane'ye giderek gönüllülük yapmak istediğimi belirttim. Konuştuğum kişi bir ay sonra konferans türü bir etkinlik düzenleyeceklerini ve onun organizasyonuna yardımcı olabileceğimi söyledi. Tam da şansıma o akşam etkinlik üzerine bir toplantı düzenleniyordu, ona katılayım dedim. Hayatımın en acayip akşamlarından biriydi. Beni toplantıya çağıran insanı yarım saattir tanıyordum, onun dışında organizatörler de dahil olmak üzere toplantıya katılan insanların kim ve neyin nesi olduğuna dair en ufak bir fikrim yoktu. Karşımda kendini tanıtırken bile gülümsememiş olan, yüzü sürekli limon emiyormuşçasına ekşi bir kadın oturuyordu. Tam "Amma aksi görünüyor" diye düşünürken kadın söz aldı ve etkinliğe kimlerin katılacağını sordu. Organizatörler "Kendini kadın olarak tanımlayan herkese açık olacak" cevabını verdi. Bunun üzerine aksi kadın trans kadınların "kadın" olmadığı, onlarla aynı ortamda bulunmak istemediği ve eğer buna göz yumuyorsak bizlerin gerçek feministler olmadığı şeklinde transfobik nefret parçaları saçmaya başladı. Toplantıda bulunan diğer beş kişi de bu sözlerine itiraz edince yaklaşık iki saat boyunca bu konu tartışıldı. Kadının at gözlüğünden ötesini göremeyeceğini anlayan organizatör bağırış  çağırış, küfürler ve göz yaşları eşliğinde geçen tartışmayı "Zamanımız kısıtlı ve bir yere varamıyoruz, trans kadınların gelişine izin vereceğiz, eğer buna karşı çıkanlar varsa konu konferansta tartışılabilir" diyerek sonlandırdı. Buna sinirlenen aksi kadın hepimize saydırarak bir hışım kalktı ve gitti, bu dramatik çıkış yetmemiş olacak ki 10 saniye sonra geri gelip kapının yanındaki duvarda asılı olan posterleri yırttı ve öyle gitti.

Katıldığım ilk toplantının böyle geçmesi beni şoke etti. Londra'daki ana akım feminist organizasyonların büyük ölçüde transfobik olduğunu biliyordum. Ama böyle bir tavra ilk kez kendi gözlerimle şahit oldum. Buradaki ana akım organizasyonların çoğu belli bir yaşın üzerinde, kendini ikinci dalgaya ait gören ve trans kadınları aralarına almak istemeyen tiplerden oluşuyor. Bu toplantıda organizatörler dışındaki diğer katılımcılar 20-30 yaş arası ve trans bireylerin katılımını içten bir şekilde destekleyen insanlardı, ama 60 yaş üstü organizatörler trans kadınları etkinliğe davet etmelerinin tek nedeninin yeni feminist dalganın o yönde gidişi ve o dalgaya hitap etme zorunluluğu olduğunu, bunun trans bireylere duyulan anlayıştan kaynaklanmadığını açıkça belirttiler.

Bir insan kendini kadın/erkek/bilmem ne olarak tanımlıyorsa, başkasının ona gidip "kadın/erkek/bilmem ne şudur ve sen o değilsin" demek ne haddine gerçekten anlamıyorum. Trans kadınların feminist ortamlardaki varlığının buna karşı olanların mücadelesine ne zararı dokunuyor, bunu da anlamıyorum. Dışarıda savaşılacak pek çok şey varken, feministler olarak neden birbirimizle kavga ediyoruz? Gerçekten çok garip.

Wednesday 12 December 2012

i'd rather dance than talk with you

Yılda bir telefon değiştiren, yeni bir iPhone/iPad/bilmem ne çıktığında kendinden geçen ve hemen alamazsa ölecek hastalığına tutulan insanlarla çok ayrı dünyaların insanıyız. Şu anda kullanmakta olduğum kameranın üzerine daha kaç megapikseller çıktı, zoom'u ve flaşı çok kötü, video kaydederken video seçeneğini bir parmağımla tutmazsam panorama moduna kayıyor; yine de yenisini almayı düşünmüyorum. En az beş yıldır kullanmakta olduğum iPod'un o dönen aparatı neredeyse çalışmaz hale geldi, şarkı değiştirmenin benim için bir sinir harbine dönüşmüş olmasına rağmen %100 bozulmadan yenilemek istemiyorum. Şu anki Blackberry'mi de üç yıldır kullanıyordum. İşletim sistemi eski olduğu için bazı uygulamaları kullanamama dışında bir problemim yoktu, ama Blackberry'nin elimdeki telefonu çok iyi bir fiyata alacağını öğrendikten sonra annemin "Şu telefonları değiştirelim artık" yönündeki ısrarlarına boyun eğdim ve ikimiz de Curve 8520'den 9320'ye transfer olduk. 9320'nin gereksiz karmaşık bulduğum menüsüne henüz alışabilmiş değilim ve içimde telefonum gayet çalışıyor olduğu halde yenisini almış olmanın tam bir israf olduğunu söyleyen, vicdan azabı çekmeme sebep olan bir ses var. Ama böyle pembeli morlu falan renkli şeyler görünce kendimi tutamıyorum, ne yapayım...



Telefon yenilemek istemememin bir diğer sebebi de telefon kaydettirirken 100TL vergi ödenmesi gibi saçma sapan bir hırsızlık uygulamasının başlamasıydı. Telefon kaydettirmek zaten başlı başına gülünç bir olay (İngiliz sevgilime anlattığımda 'Yok artık, şaka yapıyorsun değil mi' tepkisi vermişti), bir de üstüne vergi almak tam bir tavuğu-neresinden-yolabilirsek-o-kadar-iyi durumu olmuş. Zaten yılda toplasan 1 ay bile Türkiye'de değilim, telefonun vergisini İngiltere'de vermişim, niye bir daha Türkiye'de vergi vereyim ki? Akıl fikir...