Friday 23 November 2007

love me if you dare

Jeux d'enfants: Hiç şüphesiz hayatımda en çok kez izlemiş olduğum film olan Jeux d'enfants, çok uzun bir süre de öyle kalacağa benziyor. Adı dilimize "Cesaretin Var mı Aşka?" olarak oldukça yanlış bir şekilde çevrilen filmin adının tam çevirisi "Çocuk Oyunları". Romantik bir modern masal dünyasını hatırlatan filmin bu hayalciliği, insanı sonsuz aşka ve bulunabilirliğine inandırıyor bir an. İlkokulda yaramazlık yaptıkları için getirildikleri müdürün odasında karşılaştıklarından beri birbirine aşık olan ama bunu hiç açıkça dışa vurmayan Julien ve Sophie'nin yıllar boyunca oynadıkları cesaret oyunları etrafında dönüyor film. Onlar büyüdükçe tehlikeli hale gelmeye başlayan oyunlar, onlar için hayatlarında kötü giden şeylerden bir kaçış ve birbirlerinin bilinçaltlarına farkında olmadan sevgilerini ilan etmeleri için birer araç olsa da, aynı zamanda onları ve diğer insanları üzmeye başlıyor zamanla. Oyunu bir kez daha oynuyor ve 10 yıl görüşmemeye karar veriyorlar. 10 yıl sonra oyun tekrar başlıyor, ve herşeye rağmen aşklarını ölümsüz hale getirmeyi başarıyorlar. Film bittiğinde kafanızda La Vie En Rose çalarken, buruk bir gülümseme ve gözyaşlarıyla birlikte hayatınızın aşkını bulup "betona gömülüp aşkınızı ölümsüzleştirmece" oynamak istiyorsunuz. Herkesin kesinlikle izlemesi gereken bir film olduğunu düşünüyorum.

-Cap ou pas cap?
-Cap!!

Sophie Kowalski: Tell me that you love me first because I'm afraid that if I tell you first, you'll think I'm playing the game.

Ayrıca bu filmi seviyorsanız Lovers of The Arctic Circle'ı mutlaka izleyin. Benzer bir konunun çok daha gerçekçi ve pesimist bir bakış açışıyla anlatıldığı bir İspanyol filmi. "Destiny Cannot Be Denied".

Thursday 22 November 2007

riding horses

"Thursday night, everything's fine, except you've got that look in your eye.."

Thursday night, I feel so uneasy, and restless. 5 years of waiting and calling out for you. If you're out there, now is the time. Come out.

Hey here I am
Out of hiding
Would you like to be my friend?
I think I like you
I think I like you
Yes

Maybe we could talk about music
And Georgie's crumbs
I think I like you
And not just for what you do
Or for what you say
Or for what you were to somebody
Not for what you did
Or for what you may
For me

Wednesday 21 November 2007

your bruise

Aşağıdaki yazı sözlükten alınmış olup parantez içindeki yorumlar bana aittir.

"incinmişliği belli etmemek için kasmak (çok başarılı tespit #1) ve aslında bu kasışın bir işe yaramadığının(çok başarılı tespit #2) da bilincinde olduğunu anlatan, yaralı insan evlatlarında ayrı bir iz bırakabilecek (başarılı tespit #3) something about airplanes albümünden, death cab for cutie şarkısı. sözleri de şöyle:

it's a backwards attraction to your forward eyes
but you're so far-sighted that you can't place trust
(hep kötü şeyler olmasını beklemek, "nasıl olsa beni terk edicek ve kalbim kırılıcak" mantığıyla hoşlandığı kişileri kendinden uzaklaştırmak ya da kusursuzu aradığı için bütün ilişki fırsatlarından kaçmak da dahil mi buna?)
in what or who you recognize

i think your bruise was understated,
(evet gayet understated, ben bile fark etmemiştim bu kadar kırılmış olduğumu)
'cause you can't feel this anymore
(ama o kadar hissetmek istiyorum ki, bilemezsin death cab. aşık olmak istiyorum çok çok çok)
it's getting bluer and you can't keep faking
that you can't feel this anymore"

Somebody cure my bruise!! Bi de Death Cab yasaklansın.

Tuesday 20 November 2007

we don't care about the young folks

Sıkıntı sonucu başlamış bulunduğum quiz maratonumdan birkaç sonucu paylaşmasam olmazdı.

How Evil Are You?

Aşağıda da gördüğünüz gibi "I'm so evil, it's scary" imiş. Evet, biraz sinirlenebiliyorum bazen. Haksızlığa uğradığımda intikam planları da yapıyor olabilirim belki, :rolleyes: . Ama o kadar da evil değilim, değil mi? Aslında çok sevgi doluyum. Sadece sevgimi paylaşacak fırsat çıkmıyor pek karşıma, ondan öyle.



What the Hell is Wrong With Me?

"I'm too smart for my own good.". Zekamla ilgili ukala yorumlarda bulunmak istemiyor olsam da, herşeyi ve herkesi fazla analiz ediyor olmam hayatımda problemlere yol açıyor, evet.



What Kind of Ex Are You?

Invisible ex oluyormuşum. Evet, birinden kötü şekilde ayrıldıysam üzüntü ve öfke aşamalarını atlattıktan sonra o kişiyi ve ilişkiyi tamamen hayatımdan silip, gördüğümde tanımıyormuş gibi yapıyorum bazen. Hatta aramız düzelene ve normal bir arkadaşlık ilişkisine geri dönebilene kadar hep öyle yapıyorum.



Kafamda Young Folks ve çok tatlı sözleri:

i can tell there's something goin' on
hours seems to disappear
everyone is leaving i'm still with you

it doesn't matter what we do
where we are going to
we can stick around and see this night through

Monday 19 November 2007

the no seatbelt song

Konak'ta yürüyorduk. Orada ne işimiz vardı bilmiyorum, hiç sevmezdim orayı. Üstgeçitin altından geçiyorduk tam. "3 saat 20 dakikamız var" dedin. Seninleyken hep bir acele, bir huzursuzluk olurdu, hep kısıtlıydı zaman. Çocuğu gördüm o sırada. Geçidin altındaki duvara dayanmış duruyordu. Tam o sırada kafasını kaldırdı, bana baktı. Bakışlarından tanıdım onu. Bana baktığında her zaman sadece ikimizin bileceği bir sırrı paylaşıyormuş gibi hissettirir, başını hafifçe yana eğer, sonra gülümserdi bana "Asla anlamayacaklar" der gibi. Dünyada seni tek başına bırakıp yanına gitmeme neden olabilecek tek insan. En zayıf noktam. Onu yıllardır görmemiştim. Oldukça değişmişti. Ölmek insanın dış görünüşünü değiştiriyor olmalı. Yanına gittim, birşey söylemedi, ama ben zaten anlamıştım. Başımla onu onayladım, elini tuttum, sahilden Alsancak'a doğru yürümeye başladık. "Neden geldin?" diye sordum ona. "Pişman olmana dayanamazdım daha fazla, artık hayatına devam etmen lazım" diye cevap verdi. Evet, çok pişmandım. Yıllardır zamanı geri çevirebilmeyi istemiştim, o günden beri içimde tutmamıştım hiçbirşeyi, hiçbir duygumu saklamamıştım. Söz vermiştim kendime, içimden gelen herşeyi düşünmeden yapacaktım sonuçlarını düşünmeden, insanlara onları sevdiğimi, istediğimi, onlardan hoşlandığımı, nefret ettiğimi, onlara ihtiyacım olduğunu, kızdığımı, ne olursa olsun içimde tutmadan söyleyecektim. Sonuna kadar tuttum bu sözümü yıllar boyunca. Üzüldüm çoğu zaman. Yine de devam ettim. Ama en büyük pişmanlığım hep o olmuştu. Hayatta içimden gelenleri en bilmesi gereken insan, hiç bir zaman bilmemişti. Saatlerce anlattım ona. Herşeyi söyledim. Sadece elimi tuttu. Bitmişti sonunda, hepsi gitmişti içimden. "Son Bostanlı vapuruna yetişmem lazım benim" dedim. Sarıldık. "Hoşçakal İpekçim" diye fısıldadı. İpekçim lafını bir daha kimseden duymayacağımı biliyordum o gün. Ama çok mutluydum. Aradığım huzuru sonunda bulmuştum.

"i'm here for you to use, broken and bruised, do you understand?
it's only you, beautiful
i don't want anyone
if i can choose, it's only you"

i no longer hear the music

Eğer bir şarkının sözleri o anki ruh halime çok uyuyorsa, sözlerine bakmadan dinleyemem o şarkıyı. İşte o yüzden The Libertines-Music When The Lights Go Out çalarken sözlüğü açmıştım. Sonra nickini gördüm sol frame'de. Eğer birinin başlığına gün içinde 20-30dan fazla entry girilmişse, kötü birşey olmuştur genelde. "Yoksa..? Hayır ya, sanmam" düşüncesi kafamdan bir saniyeden kısa bir sürede hızla geçerken sayfa açıldı. Öldüğünü öğrendim. Yakından tanımadığım, sadece yıllar önce sözlük'te 2-3 kere mesajlaşmış olduğum bir insanın artık ölü olduğunu bilmek ne kadar da acayip bir hismiş meğer. Adını bile bilmiyordum. Daha önce 2 kere denediğini, senin de benim gibi İstanbul'a taşınan bir İzmirli olduğunu, belki kimi zamanlar Acıbadem'de sokakta yanımdan geçiyor olduğunu, yine benim gibi alkol sorunları yaşadığını, adının Ayça olduğunu bilmiyordum; dün gece sen 3. denemende sonunda amacına ulaşana kadar. Vapurda sigara içmek için arka tarafa gitmişsin, telefonla konuşuyor ve ağlıyormuşsun; ben de hep öyle yapardım Alsancak-Karşıyaka vapurunda gece eve dönerken. Mutsuz şarkılar dinler, saçma salak dertlerimi inadına büyütür, platonik aşklarım için ağlardım. Sonra eve gider, bütün gece ağlaya ağlaya içerdim Msn başında. Keşke sen de öyle yapsaymışsın. Çantanı ve iPod'unu yere bırakıp denize atmasaymışsın kendini keşke. Kiminle neler konuştun o son telefon görüşmende, neden hiç kimse atlayıp seni kurtarmadı, ya da bu kadar dayanılmaz hale gelen neydi bilmiyorum. Belki bilseydim, sana sözlük'te "yazdığını beğendim"'den başka şeyler söylerdim zamanında. Yapmadığım için, hiç kimse yapmadığı için gerçekten çok üzgünüm. Umarım kaçtığın şey peşini bırakmıştır sonunda.

is it cruel or kind
not to speak my mind
and to lie to you
rather than hurt you?
well, i'll confess all of my sins
after several large gins,
but still i'll hide from you
and hide what's inside from you

and alarm bells ring
when you say your heart still sings
when you're with me
oh won't you please forgive me

i no longer hear the music
oh no no no no no

and all the memories of the pubs and the clubs
and the drugs and the tubs
we shared together
will stay with me forever

but all the highs and the lows
and the tos and the fros
they left me dizzy
oh won't you please forgive me

but i no longer hear the music
oh no no no no no

well i no longer hear the music when the lights go out
love goes cold in the shades of doubt
the strange face in my mind is all too clear
music when the lights come on
the girl i thought i knew has gone
and with her my heart it disappeared

i no longer hear the music

Sunday 18 November 2007

are you the one?

"It's only just a crush, it'll go away
It's just like all the others it'll go away"
Or maybe this is danger and he just don't know
You pray it all away but it continues to grow

Then he walked up and told her, thinking maybe it'd pass
And they talked and looked away a lot, doing the dance
Her hand brushed up against his, she left it there
Told him how she felt and then they locked in a stare

They took a step back, thought about it, what should they do?
Cause there's always repercussions when you're dating in school
But their lips met, and reservations started to pass
Whether this was just an evening or a thing that would last

Either way he wanted her and this was bad
Wanted to do things to her, it was making him crazy
Now a little crush turned into a like
And now he wants to grab her by the hair and tell her

"I want to hold you close
Skin pressed against me tight
Lie still, and close your eyes girl
So lovely, it feels so right

I want to hold you close
Soft breasts, beating heart
As I whisper in your ear
I wanna fucking tear you apart"

spoilt rich boys

Sanırım kusursuz erkek tipimi yaratmamı isteselerdi, aynen aşağıdaki gibi olurdu. Oha'dan başka yorumda bulunamıyorum James için.

Evet, tabii ki gay.
Neden öte yakışıklı olan bütün erkekler ya one night stand defteri tutan garip varlıklar ya da gay oluyorlar? Neden Seth Cohen gibi Spiderman maskesi takıp kız arkadaşlarını yağmurun altında öpmüyorlar ya da kavga edince Boyz II Men dinleyip yorganın altında ağlamıyorlar? Neden yengeç burcuyum? Neden gece gece oturup böyle şeyleri irdeleme zorunluluğu hissediyorum?
Note to self: KABULLEN ARTIK İPEKÇİM.