Friday 6 August 2010

procrastination will tear us apart

Yarın akşam Çeşme'ye 293820. kez Nouvelle Vague izlemeye gidiyorum. O yüzden sevdiğim Nouvelle Vague şarkılarını dinliyordum ki Love Will Tear Us Apart cover'larını ne kadar sevdiğimi fark ettim. Orijinalinin tadı ayrı olsa bile Fall Out Boy'unkiyle birlikte en sevdiğim cover onlarınki. Nouvelle Vague versiyonunda vokalin louv deyişinin hastasıyım özellikle.





Bu son videoyu ise Sözlük'ten bir arkadaşım motivasyon eksikliği entry'imde "çok procrastination yapıyorum" yazdığımı görünce yollamış. Hayatımın olayı procrastination gerçekten. Kesinlikle izleyin.

Thursday 5 August 2010

prop h8 overturned

California'da eşcinsel evliliği yasaklayan Prop 8 sonunda anayasaya aykırı bulunarak iptal edilmiş, sabah uyandığımda öğrendim. Haberleri okurken, insanların sevincini izlerken gerçekten gözlerim doldu; ne kadar mutlu olduğumu anlatamam. Dünyanın bir yerinde daha insan hakları adına büyük bir adım atıldığını, birilerinin daha verdiği mücadeleyi kazandığını bilmek çok güzel.











"I can't believe we still have to protest this crap" pankartı düşüncelerimi en iyi açıklayan cümle konuyla ilgili. Bu çağda hala milletin başkasının yatak odasında ve kalbinde ne olup bittiğiyle ilgilenme hakkını kendinde gördüğüne; bir sevgi ya da cinsellik türünün başkasına üstün görülebiliyor olmasına inanamıyorum. O yüzden evet, I can't believe we still have to protest this homophobic crap.

Wednesday 4 August 2010

we're Tigre and bunny and we like the boom

Mezun olabilmek için yazmam gereken essay sonunda bitiyor bu hafta.

Cumartesi günü Babylon Aya Yorgi'de Nouvelle Vague var, o gece giymek için bir şeyler almam lazım. Babylon'un güzelim Alaçatı'dan Absolut-RedBull'cu cikslerin mekanı Aya Yorgi'ye taşınmasını kınıyorum, oraya arabayla gidene kadar ölüyor insan, park yeri de yok adam gibi. Geçenlerde Seaside'da ayakkabılarım fena halde kum olduğundan Babylon'un Aya Yorgi'deki mekanının konser alanı kum mu bilmek istiyorum. Bir fikri olan?

Sözlük'te "kadın erkek eşitliği eşcinselliği yaygınlaştırır" diye bir başlığa denk geldim az önce. Altına yazılanlar arasında şöyle bir entry gördüm:

"yanlış önermeye güzel bir örnektir. kadın ve erkek yasalar önünde hukuken eşittirler. normal şartlar altında her ne kadar erkek kadından fiziksel ve zihinsel olarak daha üstün dünyaya geliyor olsa da, çalışmanın gelişme üzerindeki etkisi gereği, yaşam esnasında farklı cinsler birbirlerine üstünlük sağlayabilmektedirler. eşcinselliğin ise bu durumla uzaktan yakından bir ilgisi yoktur."

İyi, güzel de, boldladığım kısma dikkat lütfen.

Erkeğin kadından fiziksel olarak daha üstün olduğuna inanç kaba kuvvete değer veren bir toplum oluşumuzdan kaynaklanıyor. Bu yüzden erkeklerin çoğunun kafa atınca kadınların çoğundan daha çok zarar verebilme potansiyelleri "üstünlük" olarak algılanıyor. Kadının kendi içinde bir hayat yaratabiliyor ihtimalinden daha üstün sanırım bu "hşt bilader" yapabilme yeteneği (bana "çocuğu erkekle kadın birlikte yapıyor" gibi argümanlarla gelmeyin, eminim gelecekte tamamen erkeksiz çocuk yapmanın bir yolu bulunacak, hatta bulunmuş bile olabilir hatırlamadığım bir yerde okuduğum kadarıyla).

Hadi onu geçtim, "erkek kadından zihinsel olarak daha üstün dünyaya geliyor" nedir ki? Bunu kanıtlayan ve erkekler tarafından yürütülmemiş, adam gibi (kredibilitesi olan birilerinin gerçekleştirdiği) bir araştırma gösterin bana, tüm bu laflarımı geri alırım. O güne kadar da kimse bana erkeğin zihinsel olarak kadından daha üstün doğduğunu kabul ettiremez. Erkeğin kadına olabilecek tek zihinsel üstünlüğü kadının eğitilmesine gerek duyulmadan, "Kariyer yapmaya/okumaya ne gerek var, sen iyi bir eş olmaya bak" modunda şartlandırılmasından kaynaklanır.

Zihinsel üstünlükten kastedilen nedir bilmiyorum, ama erkeklerin daha zeki olması gibi şeyler tamamen erkek uydurması. İnsan zekidir ya da değildir, bunun cinsel organıyla ne ilgisi var?

Duygusal zeka konusunda da erkekler kadınlarla eşit olmayı geçtim, yıllarca gerideler. Erkek arkadaşlarıma ve okuyucularıma no offense; ama heteroseksüel erkeklerin çoğu duygusal özürlü. Kesin yargıda bulunmamak için "çoğu" diyorum; yine de ben ne eski erkek arkadaşlarımın, ne arkadaşlarımın, ne de babamın ya da ailemdeki herhangi bir erkeğin bir kadın kadar çok duygusal olgunluğa sahip olduğunu gördüm. 60 yaşında bile olsa o duygusal olarak iletişim ve bağlantı kurma, empati vs. yeteneği gelişmemiş oluyor erkeklerde. Anlayamıyorlar, en kötüsü de anlamaya çaba göstermiyorlar. Bunun da toplumun "erkek adam duygusal olmaz" şeklinde şartlamasından olduğunu düşünüyorum. Erkekler duygularını belli etmeye etmeye karşılarındaki insanın duygu ve ruh hallerini okuma yeteneklerini kaybediyorlar. Gerçekten de çok yakın erkek arkadaşlarımın oturup "Ben çok aşıktım, kalbimi kırdı" modunda ağladığını, ya da ben aynı şeyi yaptığımda awkward silence modunda diyecek şey bulamadan kalmaktan başka tepki verdiğini görmedim.

Kısacası harita okuma ve yer yön bulma dışında erkeğin kadına bir zihinsel üstünlüğü yok.

Tuesday 3 August 2010

nothing seems right in cars

Türk insanının uygarlık seviyesine ulaşmak için daha gidecek çok yolu olduğunu gösteren şeylerin uzun listesinin üst sıralarında yer alıyor trafikte sık gördüğüm davranış şekilleri.

Benim ehliyetim yok, otomatik vites ehliyeti dışında da ehliyet almaya niyetim olacağını sanmıyorum hiç bir zaman. Açıkçası alsam da Türkiye'de kullanmaya ne cesaret edebilirim, ne de kolay tepesi atan bir insan olarak bu ülkede trafiğe çıkmam isterim.

Kendim araba kullanmıyorum dediğim gibi, ama başkasının arabasında olduğumda istisnasız her seferinde en az 50 tane kural ihlali fark ediyorum, sinirleniyorum fena halde. Türkiye'de trafikte olan insanların gerçekten %60'ı falan ehliyeti manavdan almış gibi, ya o derece kurallardan bihaberler ya da kendilerini kuralların üstünde görüyorlar (salak oldukları için "Bana bir şey olmaz" veya bencil oldukları için "Başkasına kaza yaptırırsam yaptırayım" modunda da olabilirler tabii). Anneme gönüllü trafik polisi olsun diye ısrar ediyorum yıllardır; keşke olsa, keşke her gördüğüm hata için ona ceza yazdırabilsem, en azından maddi olarak yaptıkları dangozlukların sonuçlarına katlansa insanlar.

-Bir kere insanlarda emniyet kemeri diye bir huy yok. Her zaman ön koltukta otururken kemerim bağlı olurdu, İngiltere'ye taşındığımdan beri iyice takıntılı oldum bu konuda, artık taksi de dahil olmak üzere arabadayken arkada oturuyor ve 2 dakikalık yere gidecek olsam bile emniyet kemerim hep takılı oluyor. Türkiye'de bunu kimse takmıyor ve takmamak düpedüz salaklık, başka bir şey değil. Hayatı trafikte geçen ve dolayısıyla kaza geçirme olasılığı çok daha yüksek olan taksicilerin bile genelde kemer takmadıklarını görüyorum. Emniyet kemeri takmak kendisine hiç bir şey kaybettirmeyecekken ve bir kaza durumunda hayatını kurtarabilecekken insanlar niye takmıyorlar ısrarla, anlamıyorum.

-İnsanlarda şerit kavramı yok; yolun ortasında, yarısı bir şeritte diğer yarısı diğer şeritte gidiyorlar.

-En çok dikkatimi çeken çoğu şoförün sinyal vermiyor olması. Dönerken sinyal vermeyen, onu da geçtim, gayet yasadışı bir şekilde şeritten şeride makaslayıp bu öküzlüğü yaparken sinyal vermeye bile tenezzül etmeyen bir sürü insan görüyorum. Sinyal vermeyi akıl edenler de dönerken veriyorlar sinyali. Önceden vermeyeceksen sinyalin anlamı ne, akıl fikir. En çok sinirlendiğim kural ihlali bu.

-Özellikle annemin arabasındayken insanların arabayı sıkıştırması dikkatimi çekiyor. Zavallı erkek egosunu besleme amaçlı bir şey midir bu bilemiyorum, ama erkekler bayanların kullandığı arabaları sıkıştırıp bir de sanki hatalı olan kendileri değilmiş gibi el kol hareketi falan yapıyorlar. Bagajda sopa taşıyıp "Kenara çek kenara" yapıp herif indikten sonra üstüne saldırası geliyor insanın.

-İnsanlar gereğinden çok fazla korna çalıyorlar.

-Başka bir ülkede asla görmemiş olduğum şeylerden biri daha: Dönüşü kaçırdıktan sonra durmak, geri geri yolun ayrıldığı yere gelip dönmek. Sanırsınız ki ülkem zamanı çok değerli olan pek önemli insanlarla dolu, adam gibi gitmeye devam edip uygun bir yerden geri dönmeye vakitleri yok. Normal ve uygar insanlar bu problemi gidip ileride bir kavşaktan vs. dönmek yoluyla dönüşe geri gelerek hallediyorlar.

Son olarak sinir olduğum ama kural ihlali olmayan bir şey daha var. Geri geri park edenlere sinir oluyorum fazlasıyla. Sırf düz çıkmak için 2847 tane manevra yaparak geri geri park etmenin anlamı nedir anlayamıyorum, düz park edip aynı sayıda (hatta daha az) manevra ile geri geri çıkmak mümkünken. Bunu yapanlar da hep erkek oluyor. Gerçekten dikkat edin, ben hiç bunu yapan kadın görmedim, sizin de dikkatinizi çekecek baktığınızda. Bu da fragile erkek egosuyla ilgili bir tür gösteriş ihtiyacı sanırım.

Monday 2 August 2010

you're vulnerable, you are not a robot

Süper geçen bir Rodos gezisinden sonra sonunda evdeyim. Gezi boyunca sürekli olarak dinlediğim 4 şarkı Marina and the Diamonds-I am not a Robot, The Kooks-Seaside, Foals-Miami (Jono Ma and Franklin Furter Remix) ve I Blame Coco-Self Machine (La Roux Remix) oldu. Özellikle I am not a Robot son 1 yıldır İngiltere'de yaşadığım evin bitişiğindeki pub'da sürekli çalınan ve o zamanlar hiç sevmediğim ama nedense bu aralar takıntı yaptığım bir şarkı olarak bana hep Rodos feribotu için Marmaris yolculuğumu ve genel olarak Rodos'u hatırlatacak sanırım. Bir de sözlerini en kendime söylemek istediğim şarkılar listesinde bir numaraya oturdu bu şarkı.

Marina'nın sesi çok değişik, hoşuma gidiyor. Tipi de klasik popstar modunda değil, eski zaman kadınlarını andıran bir güzelliği var. Siyah saç + beyaz ten + kırmızı ruj üçlüsüne bayılıyorum zaten.



The Kooks-Seaside'daki "I'm just trying to love you, in any kind of way/ but I find it hard to love you girl, when you're far away" cümlesini çatılardan bağırasım geliyor.

Ne zaman La Roux konserine gitsem alt grubu hiç takmayıp "Bitse de gitseler" modunda izliyorum ve hem o grup sonradan ünlü oluyor hem de sevmeye başlıyorum, "Güzelmiş aslında, keşke dinleseymişim doğru düzgün" diye sinir oluyorum (bkz. Delphic, bkz. I Blame Coco). Sting'in kızı ve Burberry modeli olan 90'lı Coco bana fena halde gay bir vibe veriyor. "Sen de her gördüğün hoş kadının gay olduğunu düşünüyorsun" diyebilirsiniz, ama dünyadaki insanların %10'u gay olduğuna göre (inanmıyorsanız Google'layabilirsiniz) hayatta tahmin etmeyeceğimiz çoook insan gay olmalı. Ve bu kız benim pek yanılmayan gaydar'ıma fena takıldı kesinlikle, klibi izleyin neden bahsettiğimi anlayacaksınız.








Bu arada gaydar demişken, Digiturk'te bu aralar gösterilen diziler içindeki favorilerimden olan Castle'da Detective Kate Beckett rolünde izlediğimiz (ve televizyonda Alize'ye aşırı benzeyen) Stana Katic'in de gay olduğu dedikoduları var. Yine gaydar'ımın şüphelenmesi sonucu Google'ladım bu konuyu, böyle düşünen tek insan ben değilmişim, bir sürü insan bana katılıyormuş.

Keşke bir günlüğüne herkesin cinsel yönelimi alnında yazsa da "I knew it!!" diye kendimi tebrik edebilsem bu tür tahminlerim için.

You've been acting awful tough lately
Smoking a lot of cigarettes lately
But inside, you're just a little baby

It's okay to say you've got a weak spot
You don't always have to be on top
Better to be hated than love, love, loved for what you're not

You're vulnerable, you're vulnerable
You are not a robot

You're loveable, so loveable
But you're just troubled

Guess what? I'm not a robot, a robot

You've been hanging with the unloved kids
Who you never really liked and you never trusted
But you are so magnetic, you pick up all the pins

Never committing to anything
You don't pick up the phone when it ring, ring, rings
Don't be so pathetic, just open up and sing

I'm vulnerable, I'm vulnerable
I am not a robot.