Tuesday 13 July 2010

losing the light

Zeynep'le aşık olunan insanın en saçma davranışlarına, tüm haksızlıklarına, acı çektirmelerine katlandıktan sonra bir yerde bir "eeeh sikerler" diyip çekip gitme eşiği olduğundan bahsediyorduk. Her insanın içinde ukte kalan, unutamadığı yarım kalmış bir aşk oluyor, evet, ama bir gün o aşkların tamamlanamaz kabul edilip rafa kaldırılma zamanı geliyor. En "hiç bir zaman unutmam, hep bir yerim ona aşık kalacak" denilen insana bile zamanla "bu yaptıklarına ben niye katlanmışım ki, ne salakmışım" gözüyle bakılıyor. Bir anda değişiyor insanın bakış açısı. Bazen sabah bir anda artık o insana olan duyguları ölmüş olarak uyanıyor insan durup dururken. Bazen yapılan bir şey bardağı taşıran son damla oluyor. Bazen insan hem kendisinin, hem de karşısındaki insanın değiştiğini; "bir gün döneceğim insan o olacak" diye tutunduğu sadık gerçek aşkın aslında sadece unutabilmek için bir kapanışa ihtiyaç duymak ve o kapanışı bulamayınca geçmişte sıkışıp kalmak olduğunu fark ediyor bir anda, tak diye. Durup dururken, aniden olan bu aydınlanma anı çoğumuz için kaçınılmaz sanırım.

Facebook'tan gelen bir event invitation yoluyla Yeditepe'deki sınıf arkadaşlarımdan birinin öldüğünü öğrendim az önce. İçim bir garip.

The L Word'ün bu sahnesini ve çalan şarkıyı seviyorum. Ana uygun malesef.

Monday 12 July 2010

4:13 dream

Son günlerde fena rüyalar görüyorum. Bir kaç gün önce rüyamda Alize, Deniz ve Facebook'tan biliyor olduğum ama pek tanımadığım bir kız vardı. İstanbul'a o bahsettiğim kızı görmeye gitmiştim, kız daha buluşmamızın üzerinden 1 saat geçmeden gideceğini söylemişti, ve ben sinirlendiğimi, eve dönmek isteyip dönemediğimi, İstanbul'a geldiğime çok pişman olduğumu hatırlıyorum. Sonra nasıl olduysa Alize'nin yanında buldum kendimi. Onun evinde kalıyordum sanırım, hava karlı ve griydi. Alize beni takmıyordu, ben geldiğim için daha da pişman oluyordum.

Önceki gece Paris'te bir metro istasyonunda olduğumu, çok eşyam olduğu için eşyalarımı yere bıraktığımı ama trene binerken çantalarımdan birini platformda unuttuğumu ve o gün gündüz hazzetmediğimden bahsediyor olduğum birinin de rüyamda olduğunu, beni sorumsuzlukla suçladığını gördüm. Çantam kaybolduğu için çok üzülüyor, ama bir yandan da rüya görüyor olduğumu ve uyandığımda hiç bir şeyi kaybetmemiş olacağımı biliyordum. Uyanınca nasıl rahatladım, anlatamam.

Dün geceki rüyam en kötüsüydü. Eskiden arkadaşım olan ama artık alakam olmayan ne kadar insan varsa bir mekana toplanmış bana garip garip bakıyorlardı. Sonra tanımadığım birilerinin masama oturduğunu, birinin bardan 1 kasa bira satın aldığını (?!) ve giderken çoğu içilmemiş olan kasayı masada unuttuğunu hatırlıyorum. Daha sonra oturup o biraları içmeye başladım, tatları daha çok limonata gibiydi ama bira olduklarını biliyordum. Bir süre sonra yanıma bir garson kız geldi, bana dışarıdan aldığım biraları içtiğimi bildiğini söyledi. Uyuz olduğum bir insanın bana bakarak diğer bir uyuz olduğum insana bir şeyler fısıldıyor olduğu sırada garsona biraları masamda oturan bir kızın bardan satın aldığını anlatmaya çalışıyordum. Kız doğruyu söylediğimi kabul etmedikçe sinir oldum, "mekanınız bir tarafınıza girsin" modunda kalkıp çıktım. Sonra uçarak (evet, uçarak) bir yerlere gidiyordum, gerisini hatırlamıyorum.

Concerta kullanırken rahatsız edici derecede gerçekçi, film senaryosu kadar detaylı ve bir o kadar garip olaylarla dolu rüyalar görürdüm. Bu aralar gördüğüm rüyalar bana o dönemi hatırlattı.

Dün uzun zamandır izlemek istediğim Chloe'yi izleme fırsatı buldum. Eğer izlemeyi düşünüyorsanız gerisini okumayın.

---------------spoiler------------------

Julianne Moore çok güzel ve seksi bir kadın, rolüne yakışmış. Ama Amanda Seyfried'de o baştan çıkarıcı, şuh kadın havası yoktu. Çok çocuk görünüyor ve Chloe rolünde olmasını çok yadırgadı gözlerim.

Julianne Moore ve Amanda Seyfried'in sevişme sahnesi hoşuma gitmedi. Seyfried'in G3 dergisine verdiği bir röportajda sahneyi "Benim için çok rahatsız ediciydi" olarak tanımlamasından mı bilmiyorum ama bana çok sahte göründü. En ufak bir tutku yoktu, iki oyuncu da bitse de gitsek modunda gibilerdi, birbirlerine dokunmaktan tiksiniyorlar ve belli etmemek için zor tutuyorlardı sanki. Çok mekanik ve inandırıcılıktan uzak buldum kısacası o sahneyi; o yüzden film tüm etkileyiciliğini yitirdi benim için. Aslında ilgi çekici olan bu konu çok daha akılda kalıcı bir şekilde işlenebilirdi.

Özetle heteroseksüel erkeğin aldatma ve lezbiyenleri gözetleme fantezilerini doyurmaya yönelik bir filmden başka bir özelliği yok gibi Chloe'nin. Sinemada izlemeyi düşünüyorsanız paranıza yazık.

Dikkatimi çeken asıl nokta filmin adının Türkçe'ye Büyük Hata olarak çevrilmesi oldu. Böyle kafalarına göre filmin adıyla alakası olmayan isimler bulan Türk çevirmenlere fena halde uyuz oluyorum zaten. Filmi annemle izledim, o filmdeki "büyük hata"nın kadının Chloe'yi tutarak ailesinin hayatının içine etmesi olduğunu düşünüyor. Bana orada "büyük hata" olarak bahsedilen şey Julianne Moore'un karakterinin (Catherine) lezbiyen bir ilişkiye girmesiymiş gibi geldi. Zaten Catherine'in filmde Chloe ile yaşadıklarına "İyiydi güzeldi ama benim asıl düşündüğüm hep kocamdı" şeklinde bakması onun da bu ilişkiyi bir hata olarak gördüğüne işaret ediyor. O yüzden o büyük hatanın Catherine'in Chloe ile olan ilişkisi olduğunu düşünüyorum (kadının bir kadınla birlikte olmasına, ya da en azından kadının evlilik dışı bir ilişkisi olmasına yargılayıcı bir bakış var gibi geldi bana). Homofobi konusunda inanılmaz hassasım, en ufak derecelerde olanı bile gözüme batıyor, o yüzden filmin adının o şekilde çevrilmesini offensive buluyorum.

Son olarak sinir olduğum şey ise filmin çevirisiydi. Catherine'in adı altyazılarda Katrin olarak geçiyordu falan. Komik misiniz diye sorasım geldi filmin çevirmenleri her kimse. Sinir bozucu.

---------------spoiler------------------