Friday 14 September 2012

b3
















I refuse to remain in regret
To pander like a slave to your wants

I refuse to remain in regret
I refuse to be left behind.

Thursday 13 September 2012

break this bittersweet spell on me

Günlük hayatıma devam etme çabalarıma rağmen depresif ruh halim devam ediyor. Günün büyük kısmında D'yi düşünüyor, saat başı kendimi ezik Emrah bakışlı gözlerle camdan dışarı bakıp tüm gücümle onun gelmesini diler halde buluyorum. Tam kendime geldim derken onu hatırlatan bir şey karşıma çıkıyor ve yatağa girip önümüzdeki 6 ayı uyuyarak geçirme isteği duymaya başlıyorum. Londra'ya döndüğümden beri annemle ve yakın bile olmadığım bir arkadaşımla günde birkaç kez mesajlaşmak dışında hiçbir insanla iletişimim yok. Hayatımda hiç bu kadar yalnız ve umutsuz hissetmemiştim. Ve daha depresif kış ayları gelmedi bile.

Kafama da şu şarkı takıldı, senelerdir dinlemediğim.


Wednesday 12 September 2012

i knew better, still you said forever

10 saatlik uyku sonrası bu sabah gözlerimi Londra'da açtım. Yatağımın yanındaki pencereden baktığımda gördüğüm masmavi, bulutsuz gökyüzü, bana hala yaz ruh halinde olduğumu ve şu anda vücudumdaki tek bir hücrenin bile Londra'da olmak istemediğini fark ettirdi. Her Londra'ya dönüşümde ilk gün biraz acayip hissederdim, ama bu kadar yabancı hissettiğim hiç olmamıştı, hiç böyle "Her şeyimi toplayıp eve dönmek istiyorum" diye düşünmemiştim. İki yıl önce Lisa'yla yine dönmeme birkaç gün kala ayrıldığımızda dört gün içinde yeni bir ev bulma ve taşınma gereğinin verdiği strese rağmen bu kadar umutsuz ve kötü hissetmemiştim,   kafamda "En iyisi neyse o oldu, bunu kısa sürede atlatacak ve yeni bir hayata başlayacağım" diyen bir yer vardı. Ve hissettiğim azıcık moral bozukluğunun neredeyse tamamı Lisa'yı kaybetmiş olmaktan değil, alışkanlığa dönüşmüş uzun süreli bir ilişkinin bitmesinin getireceği değişimden çekinmemden kaynaklanıyordu. Bu kez öyle değil. Beş gündür hem çok yalnız kalamadığımdan, hem de kendimi "Bu insan için bir daha gözyaşı dökmeyeceğim" diye kastığımdan, bir kez olsun oturup ağlamadım. Ama içimde 20'li yaşlarıma gelip ergenliğin duygu yoğunluğunda yaşanan ilişkileri geride bıraktığımdan beri deneyimlemediğim, çok fena bir ağırlık hissi var ve yakın zamanda bir yere gidecek gibi görünmüyor. Bana saçmalamayı bırakmamı, hak etmeyen insanlar için üzülmenin enayilik olduğunu ve bunun değerimi bilecek biriyle karşılaşma yolunda bir adım olduğunu söyleyip duran mantıklı iç sesimi dinlemek, hatta o ses olmak istiyorum. Yani içimde duyguları kenara bırakıp mantıklı düşünebilen böyle bir yan varsa, o ses zihnimin tamamını oluşturuyormuş gibi davranıp tamamen olaylara o çerçeveden bakabilmeliyim, değil mi? Ama yapamıyorum. Hala "Bugün öğleden sonra yanıma gelmek için işten izin alacaktı, belki yine de gelir" diye saçma sapan şeyler peşinde olan kalbimin sesini dinliyorum. Ve mantıklı sesimi dinlemeye dair telkinlerimin hiçbiri işe yaramıyor. Yaramadığı gibi, bir yandan da mantıklı sesimin kalp sesime loser işareti yaptığını görür gibiyim.

Sinir bozucu.

Monday 10 September 2012

again i go unnoticed

En son post'umdan beri olanlar sonrasında post'uma tamamen alakasız bir nedenle verdiğim "all sparks will burn out" isminin ne kadar öngörülü olduğunu anladım.

Takip ediyorsanız son 6 ayda biriyle tanışıp hayatımda ilk kez head over heels bir şekilde aşık olduğumdan, sonra ayrıldığımızdan ve birkaç gün sonra dayanamayıp barıştığımızdan bahsetmiştim. Cuma günü o ilişki kesin olarak bitti.

Ayda bir kavga edip "ayrılan" ve tekrar barışan insan modeli bana çok uzak gerçekten. Biriyle tartıştığımda ayrılığı bir tehdit ya da istediğimi elde etme aracı olarak kullanan biri değilim; ayrılık benim için kesin, son ve geri dönüşü olmayan bir şeydir. Zaten şu ana kadar kendi ayrıldığım biriyle barıştığım olmadı, ayrılıp barıştığım ilişkilerde ayrılık ilk başta hep karşı taraftan kaynaklanmıştı. Bu durumda da ayrılmak D'nin fikriydi. Cuma günü bana şu anda kafasının çok meşgul olduğunu, arkadaşlıktan başka bir şey veremeyecek kadar stres içinde olduğu bir dönemden geçtiğini söyleyen bir mesaj attı. Şu anda benim tekiyle bile zor baş edeceğim büyüklükte iki ciddi ailevi problem yaşıyor, o yüzden böyle hissetmesini anlayabiliyorum. Ve benim bir derdim olduğunda sevdiklerine daha da bağlanan, insan desteğine ihtiyaç duyan biri olmam, bazı insanların tam tersine uzaklaşma ihtiyacı duymasını daha az geçerli kılmıyor. Ama bu işin artık yoyo gibi bir öyle bir böyle bir oyuna dönüştüğünü, benim hislerimi hiç dikkate almadığını; ya benim için böyle kolay bir şekilde kenara atabilecek kadar az şey hissettiğini, ya da hayatı biraz yoluna girince onu bekliyor olacağımı varsaydığını düşündüm ve çok sinirlendim. Bütün eski sevgilileriyle şu anda yakın arkadaş olan biri olarak benimle de arkadaş kalmak istiyordu, ama ona bunu istemediğimi ve en az birkaç yıl benimle iletişim kurmamasını söyledim. İlk kez ayrıldığım biriyle, belki aşık olduğum tek insan olduğu için, belki de aşık olduğum tek insan olmasına rağmen, ayrıldıktan sonra arkadaş kalma denemesinde bulunmadan onu tamamen hayatımdan silme kararı verdim. Bir yanım gerçekten kullanılmış ve bıkmış hissediyor, benim tüm bu yaptıklarına rağmen hayatında kalacağımı varsaymasına kızgın ve ona bu tatmini vermek istemiyor; diğer yanım ise o günden beri her yarım saatte bir "Acaba doğru kararı mı verdim" diye aramızdan geçen diyalogu tekrar tekrar canlandırarak kendini sorguluyor. Mantıklı düşündüğümde hayatında onun benim için olduğu kadar vazgeçilmez olmadığım, beni mutlu ettiği kadar mutsuz da eden birinin hayatımdan çıkmış olmasının uzun dönemde olabilecek en iyi sonuç olduğunun farkındayım. Ama yine de nadir görülecek güzellikte bir şeye yazık olduğunu hissediyorum.

Her biten ilişki sonrası zamanımı boşa harcamamak için bir savunma mekanizması olarak belki de, kendime bir ders çıkarıyorum. Bunun dersi de söyledikleri ne kadar hoşuma gitmiyor olsa da asla içimdeki sesi susturmamak. Gitmeden önceki son haftamda çok uzak davranıyordu, ama annesiyle ilgili aldığı kötü haber yüzünden olduğunu söylediğinde ona inanmış ve içimdeki aksini söyleyen sesi paranoya yapıyorum diye susturmuştum. Demek ki başkalarından önce her zaman kendi iç sesimi dinlemem gerekiyor.

İngiltere'ye gittiğimden beri yaşadığım iki ilişkinin de Türkiye'ye ilk uzun gelişimden sonra içine edildiğini, tam iki yıl önce de Eylül ayında yaz tatilimi yapıp Londra'ya dönmeme 2-3 gün kala sevgilimin mesajla benden ayrıldığını fark etmek de sanırım bundan sonra benim için ayrı bir endişe kaynağı olacak. Daha önce böyle bir şey yaşadığım için bu kez giderken içimde "Gittiğimde kötü bir şeyler olacak" türü bir endişe vardı, demek ki bir şeylerin yolunda gitmediğini sezmiş ve bunu kabullenmek istememişim. Ama geçmişe bakınca görmesi kolay tabii.