Thursday, 24 June 2010

L7!!


Bugün Canterbury'deki evimi boşaltıyorum. Yarın sabah Birmingham'a Cadbury World ve the L Word convention'ı L7'a gidiyoruz. Pazar gecesine kadar orada olacağım ve Türkiye'ye dönene kadar Lisa'da kalıyorum (İzmir'e Çarşamba dönüyorum). Lisa'nın wireless şifresini kendisi bile bilmediğinden orada laptop'umu kullanamayacağım, Blackberry'den de blog yazmak çok üşendirici, o yüzden Perşembe sabahına kadar bir şey yazamayacağım büyük ihtimalle.


Normalde Shane, Alice, Lara, Papi, Jamie ve Molly'den oluşan konuk listesinde son anda çok görmek istiyor olduğum Lara, Molly ve Papi iptal oldu. Yerine bu kadar kısa zamanda birini bulabilirler mi emin değilim, ama Shane ve Alice'in iptal olmadığına sevinmek lazım yine de. Zaten şu anda Londra'dalarmış, yarın Birmingham'a gideceklermiş.


Convention bileti: £90. Otelin geceliği: £82. Birmingham'ın arabayla uzaklığı: 3.5 saat. Kate Moennig ve Leisha Hailey'i dünya gözüyle görecek olmak: Paha biçilemez.

Sunday, 20 June 2010

why don't you play the game

İnanılmaz süper bir haftasonu geçirdim. Perşembe günü sabahın köründe (6'da) evden çıkıp 7.25 Eurostar'ı ile Fransa saatine göre 10 buçuğa doğru Paris'e ulaştım. Çok sevdiğim halde nedense uzun zamandır doğru düzgün göremiyor olduğum kuzenimle buluştuk otelde ve eşyalarımızı bırakıp direk Marc by Marc Jacobs'a gittik. Tam saat 12'de kapıya ulaştığımız anda "Üzgünüz kapatıyoruz" diyerek literally kapıyı üzerimize kilitleyen çalışana sinir olup Fransızlar'ın uyuz kapanış saatlerine küfrettikten sonra Cumartesi geri dönmeye karar verdik. Bilmiyorduk ki Cumartesi MbMJ Paris maceramız daha da sinir krizi geçirtici hale gelecek.

Cuma gününü Disneyland'de geçirdik. Çocukluğumdan beri 294829 kere gitmiş olduğum halde her seferinde 7-8 yaşında ilk gittiğimdeki heyecanı yaşadığım, hatta istisnasız her seferinde heyecandan önceki gece uyuyamamama neden olan bir yer Disneyland Paris. Orada yaşasam ve hiç çıkmayacak olsam sıkılmam sanırım, dünya üzerindeki favori yerim kesinlikle. Başka hiç bir şeye asla değişmem. Nedense daha önceki gidişlerimde hep tek park bileti almış ve hiç Walt Disney Studios kısmına gitmemiştim. Aslında orası da güzelmiş, ama sadece adult'lara göre şeylere binilen ve çok az sıra beklenilen bir günde bile 2 park tek güne sığmıyor.

Disneyland'de bazı insanların sırada bekleyenleri ittirerek öne geçmeleri dikkatimi çekti. Garip olan 10 kişilik grupların falan hiç utanmadan bunu yapması ve kimsenin kötü kötü bakmak dışında ağzını açmaması oldu. İngiltere ya da Türkiye'de böyle bir şey olmuş olsa kesinlikle susmazdım ben; otobüs sırasında bile öne geçen görgüsüzlere çok sinirlenirim, oradaki gibi 45 dakika-1 saat beklenen sıralarda öne geçilmesi daha da fena. İnsanlar kendilerini nasıl bu kadar herkes bekliyorken bekleyemeyecek kadar ayrıcalıklı görüyorlar ya da çok mu önemli bir iş sahibiler de yarım saat daha fazla bekleyemiyorlar merak ediyorum, o nasıl bir utanmazlık ayrıca, insan nasıl yüzü bile kızarmadan o kadar insanın önünden geçip gider, biri bana açıklasın lütfen. Umarım karmik adalet buluyordur böylelerini.


Cuma sanırım hayatta en çok yorulduğum gündü, sanırım değil hatta, eminim hayatımda hiç o kadar ayaklarımı kullanmadığıma. O yüzden Cumartesi günü benim ayaklarım çok kötü olduğu için asıl planımız olan Montmartre ve Pere Lachaise'i iptal edip sabah alışveriş, öğleden sonra otel, akşam Le Marais yapmaya karar verdik. Sabah deli bir azimle Marc by Marc Jacobs'a geri döndüğümüzde saat 10.55 idi. Biz üzerinde en ufak bir açılış saati yazmayan kapıya bakarak beklesek mi ne yapsak karar vermeye çalışırken kapının bir kaç metre ötesindeki bir güvenlik görevlisinin bize garip garip bakmaya başlaması, daha sonra bir kadının gelip MbMJ kapısını anahtarla açması, güvenlik görevlisinin gelip sanki konsolosluk önünde bekleyen tehlikeli bir şey yapma potansiyeli olan tiplermişiz gibi "Daha açılmadı, gidin" şeklinde bağırıp kaçta açılacağını sorma fırsatı bile vermeden kapıyı üzerimize kapatması gibi sinir bozucu olaylar ardından bir yerlerde gidip bir şeyler içtikten sonra dönmeye karar verdik. Oha denesi derecede pahalı kahvelerimizi içtikten sonra mağazaya geri döndüğümüzde gördük ki benim küçük bulduğum Londra MbMJ mağazasının 10'da biri falan boyutlardaymış Paris mağazası, ve gerçekten alınası bir bok yokmuş. Zaten olsa da mağaza çalışanlarının o davranışlarından sonra oradan değil Printemps gibi department store'lardaki MbMJ standlarındaki güler yüzlü, saygılı görevlilerden alınırmış.

Bu tür satış/güvenlik görevlileri beni fena halde sinirlendiriyor. Snobluk gibi olmasın ama orada asgari ücrete çalışan bir insanın kısmen lüks bir mağazada çalışıyor diye kendini üstün görüp müşteriye bok gibi davranma hakkı olduğunu sanması kabul edilemez bir şey. Eğer benden bir çantaya 500 euro ödemem bekleniyorsa ben de o mağazada bulunduğum her saniye boyunca muhatap olduğum görevlinin yüzünde bir gülümseme görmeyi bekliyorum, evet. Suratsız eleman görmemiş değilim, ama bu kadar kabalık ilk kez başıma geldi ve kesinlikle uzun ve abartılı bir şikayet maili yollamayı planlıyorum en kısa zamanda.

Bu kaba ve suratsız davranış biçiminin Fransızlar'ın çoğunda var olduğuna inanmış bulunuyorum artık. Genellemelerden hoşlanmam, ama öyle gerçekten. İngiliz insanına soğuk derler bir de, gayet yalan. Gittiğim hiç bir yerde Fransızlar kadar uyuz, garsonu bile kendini müşteriden üstün gören, turistlerin ekmeğini yediği halde yabancılardan nefret eden, inatla herkesin kendilerinden başka kimsenin konuşmadığı Fransızca'yı konuşmasını bekleyen ve konuşulmayınca normalden de ters davranan bir millet görmedim. "Pardon çekilir misiniz"den "Ateşiniz var mı acaba"ya kadar her konuda terslenmediğim durum sayısı 2-3'ü geçmedi sanırım bu hafta. Gözünü-sevdiğimin-İngilteresi modunda eve geldim bugün dolayısıyla.

Son olarak, dün son derece mülayim ve "iyi çocuktur" şeklinde bildiğim bir arkadaşımın boş vakitlerinde gay sohbet odalarına girip yavşadığı insanların bilgilerini, fotoğraflarını vs. ele geçirdikten sonra "Eşine/ailene söylerim" şeklinde şantaj yaparak geçirdiğini öğrendim. Kendisi de kesinlikle böyle beyinsiz işlerle uğraşacağını düşünmeyeceğiniz, ÖSS'de derece yapmış, iyi aile çocuğu modunda bir insan. O kadar şaşırdım ve o kadar tiksindim ki anlatamam, eğer bunu kendisinden duymuş olsam ya da karşıma çıksa kendimi tutamaz ağzıma gelen lafı ederdim. Demek ki 7 yıldır tanıyor olsa bile aslında birini hiç bir zaman gerçekten tanıyamıyor insan.