Monday 27 June 2011

you asshats

Goldsmiths'de okuduğum bölümde hiç bir şey doğru düzgün yürümüyor. Hatta Goldsmiths'de hiç bir şey doğru düzgün yürümüyor denebilir.

Kent'te okurken essaylerimizi deadline'a yetiştiği sürece istediğimiz saat ve tarihte internete upload eder ve bir kopyasını da bölüm ofisine bırakırdık. Essaylere verilen notlar 3 hafta içinde internetten açıklanırdı. Goldsmiths'de böyle bir şey yok, 2 kopya basıp belirlenen bir saatte bölüm ofislerine götürüp bazen yarım saat sıra bekleyip vermek gerekiyor. Normalde yüksek lisans essaylerinin notlarının 6 hafta içinde açıklanması gerekiyor, ama bazı bölümlerde bu süre 2 ayı buluyor. Essaylerinize not verildi gelin alın diye haber de vermiyor üstelik çoğu bölüm, gidip sormak zorunda kalıyorsunuz haftada bir. Ve notları internete de koymuyorlar. Dolayısıyla şu anda Londra'da olmadığımdan geçen hafta not verilen essaylerimden kaç aldığımı hala bilmiyorum. Okuldan bir arkadaşım benim essaylerimi de alacağını söylemişti, ama sonra kendinin ve en yakın arkadaşlarınınkini alıp benimkini almadığını öğrendim özellikle mesaj atıp hatırlatmama rağmen. Hadi sadece kendininkini alsa neyse de, başka insanlarınkini de aldığı halde benimkini unutması bana pek gerçekçi gelmedi. Bilerek mi yaptı anlamadım. Neyse, ben de bölüm ofisine email attım geçen hafta. Hala cevap gelmedi, şu an bir email daha attım. Buna da gelmezse çok sinirleneceğim.

Eşyalarımı bıraktığım depoya eşyalarımı almadan 2 hafta önce haber vermem gerekiyor, yoksa bir aylık kira daha istiyorlar. Cumartesi mail attım depoya, 2 hafta sonra eşyalarımı aldıracağım ve lütfen bu maili görünce haber verin diye. Cumartesi ve Pazar açık olmalarına rağmen hala cevap gelmedi. Sinir oldum.

Ofiste çalıştığı ve dolayısıyla zamanında email haberleşmesi yürütmek işinin bir parçası olduğu halde maillerine bakmayan (ya da bakıp cevap vermeyen) insanlara uyuz oluyorum. Senin işin bu kardeşim, bunun için para alıyorsun, o yüzden 2-3 saat içinde, maksimum ertesi gün cevap vermek zorundasın işyeri adresine gelen emaillere. Bu kadar basit.

Sinirlerimi tepeme çıkarıyorsunuz.

Sunday 26 June 2011

lgb tease

Bu sene de çok gitmek istediğim halde Londra'dan bu hafta dönmüş olup birkaç gün evde kafa dinlemeye ihtiyacım olması + ayağımdaki stres kırığımın çok acı verici bir hale gelmesi + ailevi problemler kombosu sebebiyle İstanbul pride yürüyüşüne gidemedim. Fotoğraflarını gördüm şimdi, tahminimin belki de on katı sayıda insan varmış ve çok renkli geçmiş yürüyüş.

Neredeyse 4 senedir out olmama rağmen bir türlü pride yürüyüşüne gitmek kısmet olmadı şu ana kadar. İstanbul'da yaşarken önceki geceki pre-pride partisinde fena içip eve sabah döndüğüm için yürüyüşü kaçırdığım sene dışında ne zaman İstanbul, Londra ya da Brighton pride yürüyüşlerine katılmak istesem mutlaka başka bir şehirde oluyorum. Bu sene yeter artık diye düşünüp İstanbul'a gidecektim yürüyüş için; hem o ortamın parçası olmayı çok istiyordum, hem de bu hafta "İzmir'den İstanbul'a sırf yürümek için mi gideceksin" diyen aileme dediğim gibi birilerinin yürümesi gerekiyor. Ama bahsettiğim şeyler yüzünden bu sene de olmadı.

Seneye ya İngiltere'de ya da Türkiye'de bir pride yürüyüşüne mutlaka gideceğim, ne olursa olsun.

**

Dün akşam babamlar ve kuzenimle birlikte İzmir Arena'daki James Blunt konserine gittik. Bilet fiyatı 300TL civarında olan Deluxe Lounge kısmındaydık arenanın. Ve sanırım hayatımda gördüğüm en dandik işletmeye sahip olan mekandı İzmir Arena. Gittiğimizde tüm masalar dolmuştu, bize masa getirmelerini yarım saat ayakta beklemek zorunda kaldık. "Sınırsız" dedikleri snack'ler gayet sınırlıydı; Jack Daniels ve diyet kola yoktu. Nasıl bir barda JD ya da diyet kola bulunmaz, gerçekten yani. Gece boyunca defalarca kanepe tabağı istememize rağmen gelmedi. Ve üstüne üstlük sonra da bilet satışta hiç belirtilmediği halde kişi başı 50TL servis ücreti istediler. Ödemeyi reddedince uzatmadılar, ama itiraz etmeseydik 200TL kaptırmış olacaktık. Konser öncesi James Blunt'la ve onun kitlesiyle alakası olmayan dandirik ötesi bir ucuz ıptıs ıptıs müziği çalıyordu, ondan sonra da yarım saat bize emlak reklamı dinlettiler. Biletlere para vermemiştik, ama vermiş olsaydık herhalde bu kadar rezaletin üzerine çıngar çıkartılırdı. Korkunç.