Friday, 23 September 2011

i shall avenge the death of all the romance

Taksim'de meydana 5 dakika uzaklıkta bir evi idare eder bir fiyata bularak ev sorununu çözmüş bulunuyorum. Stres katsayım oldukça azaldı.

**

Bugünlerde kime email atsam cevap gelmiyor. Yunanca kursuna gitmek istiyorum, veren kuruma mail attım cevap yok. Yanında staj yapacağım insana mail atalı 5 gün oldu, cevap yok. 2 gün önce Ekşi Duyuru'da ev ilanı veren birine mail atmıştım, cevap yok.

İnsanların iş-güçlerinde emailin yeri çok büyük olduğu halde maillerine bakmıyor olması mı, yoksa bakıp da kaale almıyor olması mı daha sinir bozucu bilmiyorum. Ben ki bir iş sahibi olmadığı halde günde 500 kere emaillerine bakan, önemliyse mutlaka o gün cevap veren bir insanım. Aklım almıyor bu işi.

**

Ben İzmir'de olduğumdan ve İstanbul'daki evi görmeden tutmak istemediğimden kız arkadaşım gidip benim yerime görme iyiliğinde bulundu. Meydandan evi tarif etsinler diye ona bir telefon numarası vermiştim. Neyse, eve gidip bakmış, genç bir çocuk tarafından gezdirilmiş. Buraya kadar normal. Ama evi gösteren çocuk yol tarif etsinler diye aradığı sırada telefon numarasını gördükten sonra gece mesaj atmaya başlamış "Facebook'un var mı, akşam dışarı çıkalım mı" falan şeklinde. Sabah da arayıp mesajlarına devam ediyormuş çocuk duyduğuma göre, ve hatta cevap vermiyor diye trip atıyormuş. Hayatta böyle bir şey başıma gelmemişti, inanamadım da zaten duyduğumda. Ne biçim insanlar var bu ülkede.

Hayretler içinde kalıyorum.

**

Facebook'ta bugün yeniden karşıma çıkan eski bir şarkı gelsin o zaman:



Sözlük'te "22'nizdeyseniz ve başkalarının kollarında ağlayamıyorsanız, the dears'ın bu şarkısı biçilmiş kaftandır sizin için" yazmış birisi. 22 ve başkasının kolunda ağlayamayan biri olarak duygulandım fena halde.

Wednesday, 21 September 2011

if columbus was wrong, i'd drive straight off the edge

Fena, fena bir stres içindeyim.

Yanında staj yapacağım gazeteci bana başlangıç tarihim olarak 1 Ekim'i söylemişti. 1 Ekim'in Cumartesi'ye geldiğinin farkında olmadığını varsaydım ben, ama bazı arkadaşlarım "Medya sektöründe belli olmaz, gerçekten Cumartesi başlamanı istemiş olabilir" falan diye düşünüyor. Yine de beş kuruş para vermedikleri, yemek ya da yol masraflarını bile ödemedikleri, sigorta falan etmedikleri, son derece gayriresmi çalışan bir stajyeri haftasonu çalıştıracaklarını sanmıyorum. Neyse, yine de 1 Ekim'de giderim diye düşünüyordum ki, 2 Ekim Pazar akşamı İstanbul'a dönecek şekilde Slovenya'ya gitme şansı çıktı karşıma; ve 10 dakika içinde gidip gitmeyeceğime karar vermem gerekiyordu. Yeni yerler görme şansını asla kaçırmayan bir insan olduğumdan gitmeyi kabul ettim. Sonra da bu bahsettiğim insana Pazartesi başlayıp başlayamayacağımı soran bir email attım. 2 gün oldu, cevap gelmedi. Panikledim.

Bir diğer panik sebebim ise kendim hiç görmeden, Pazar akşamı Slovenya dönüşü bana tertemiz bir şekilde hazır olacak bir ev bulmak zorunda olmam. Normal koşullar altında Taksim tarafında bir 1+1 ya da stüdyonun kirası 800TL falan civarındayken, sırf iki ay kalacağım diye ve eşyalı eve ihtiyacım var diye bana 30-40 metrekarelik evleri turist fiyatına aylığı 2.000TL'ye falan kiralamaya çalışan fırsatçı tiplerle uğraşıyorum günlerdir. Ne kadar bıktım anlatamam. 800'e Cihangir'in arka sokaklarında asansörsüz eski bir binadaki banyosuz, mutfaksız, televizyonsuz bir oda kiralamaya çalışanlar; Elmadağ'da 1.500'e "full eşyalı" her şey dahil ev kiraladığını iddia edip sonra eve bir fırın ve mikrodalga koymayanlar, temizliğe de ekstra para isteyenler; aynı fiyata mutfaksız, banyolu bir odayı "stüdyo" diye kakalamaya çalışanlar; bilmemne ara sokağındaki 60 yıllık apartmanda 1+1 bir dairenin içini yenileyip ayda 3.500TL isteyenler; "Normalde kiramız 900 ama siz sadece 2 ay kalıyormuşsunuz diye 1.500 olur" diyenler; hiç bir detaya yer vermediği bir ev ilanı verip sonra "Biraz evden bahseder misiniz" diye arayan insanları "Neyinden bahsedeyim" diye tersleyenler; her türlü şeyle karşılaştım. Arkadaşlarım aracılığıyla bulduğum ev arkadaşı arayan insanların da evleri ya Taksim'e her gün gidilip gelinemeyecek kadar uzak; ya da benim rahat edemeyeceğim kadar eski, dökülen apartmanlarda.

Londra'da Oxford Street'e 10 dakika uzaklıkta bir ev bulmam hem bundan çok daha kısa sürmüş, hem de bana çok daha ucuza mal olmuştu. Zamanında Taksim'de ev alıp, içini IKEA'dan döşeyip sonra normal kira fiyatının 2 katına kiralayıp insanları kazıklamak ne kolay hayatmış gerçekten.

Yemin ediyorum o kadar bıktım ki, çok kıymetli şehrinize de size de deyip bu sonbaharı İzmir'de güzelim evimde geçiresim var.

Monday, 19 September 2011

rolling in the deep

Dünya kesinlikle çok küçük.

İstanbul'da stajım süresince kalacak yer arayışımda ailem ve arkadaşlarım aracılığıyla karşıma çıkan iki insanla da aynı ortamda ve sosyal çevredeymişiz orada eskiden yaşadığım süre içinde. Bunlardan bir tanesi annemin üniversiteden arkadaşının kızı. Facebook'ta gördüğüme göre de son derece gay. Dünya küçük işte.

**

Cuma günü sonunda kaydımı sildirmeye Yeditepe'ye gittim. 3.5 yıl sonra, hayatım 180 derece değişmiş bir halde okula gitmek çok garip ve hüzünlüydü. O zamandan beri hem ben, hem de okul baya değişmişiz.

Kayıt sildirme ne zahmetli işmiş, bunu fark ettim. Önce Öğrenci İşleri'nden bir form almak, sonra onu okulun farklı binalarındaki 7 ayrı kişiye imzalatmak gerekiyor. Mali İşler'deki kadının "E sen 3 yıldır okula gelmemişsin, kaydın da dondurulmamış son 2 yılda" diye bana sinir olup imzalamasının ardından imza faslım başladı. Hukuk Binası'na gittim bölüm ofisi için, ve öğrendim ki Siyaset Bilimi Güzel Sanatlar Binası'na taşınmış (o binanın adını bari Sosyal Bilimler ve Sanat falan yapsalarmış). Oradan da imzamı alıp Hukuk'a geri gittim fakülte dekanına imza attırmak için. Adam "Tebrikler" cümlesi eşliğinde imzayı attı, Öğrenci İşleri'ne gittim, kayıt sildirme işlemini tamamlayıp lise diplomamı ve YÖK denkliği için gereken belgeleri aldım.

Yeditepe'yi bazen çok özlüyorum, ama asıl özlediğim okul mu yoksa orada okuduğum zaman dilimi mi bilemiyorum.

**

Salondaki Digiturk receiver'ımız kafayı yedi, en çok izlediğim dizi ve film kanallarının çoğunu göstermiyor birkaç haftadır. O yüzden Türk kanallarına bakmak zorunda kalıyorum odamda televizyon izlemek istemediğim zamanlarda. Şu ana kadar farklı kanallardaki dört dizinin birer bölümünü izlemiş bulundum. Karşıma çıkanlar kızını döven babalar, buna ses çıkarmayan sinmiş anneler, çocuğunun dışarı çıkmasına bile izin vermeyen aileler, bir sürü iğrenç taciz ve tecavüz sahnesi, ve kadına yönelik yapılan "namus" ve "şeref" muhabbetleri oldu. O kadar tiksindim, o kadar rahatsız oldum ki anlatamam. Böyle aile modellerinin örnek olarak gösterilmesi gerçekten midemi bulandırdı. Özellikle İffet'i yarım saat izledikten sonra beynimi çamaşır suyuyla yıkayıp o deneyimi aklımdan silmek istedim hiç abartmıyorum. Bu ülke nereye gidiyor temalı endişem iyice arttı şu son bir haftada.

Bu konu bir tek benim dikkatimi çekmemiş ayrıca. (bkz. televizyon kanallarında artan namus temalı diziler)