Thursday 10 March 2011

the garlic kiss, bourbon, and L8

Dün bölümden arkadaşlarımla Garlic and Shots'a gittik. Menüdeki her şey adından da tahmin edebileceğiniz üzere sarmısaklı. Sarmısaklı ekmek, kızarmış sarmısak (aşağıda gördüğünüz ne olduğu belirsiz foto kızarmış sarmısağa ait), sarmısaklı nachos con queso, sarmısaklı kalamar ve sarmısaklı karidesimizi sarmısaklı bira eşliğinde yedik. Daha sonra da sarmısaklı tatlılarımızı yedik. Kızarmış sarmısak ve sarmısaklı bira dışındaki her şey süperdi, sarmısaklı ekmekleri ve tatlıları überdi özellikle. Bu arada yemek menüsü fiyatlarının biraz tuzlu olduğunu (kişi başı 50TL falan) belirteyim. Ama çok ilginç bir deneyimdi, Londra'ya (ya da Stockholm veya Palma'ya) yolunuz düşerse Garlic and Shots'a uğrayın kesinlikle.




Bir de yemek sonrası yine aynı mekanda Tex-Mex Shooter diye bir shot içtim. Bourbon, whiskey ve kahlua vardı içinde; fazlasıyla ağır ama mükemmel bir karışım. Türkiye'ye dönünce kesinlikle evde yapmayı deneyeceğim bunu, burada kahluam yok.

Babam bugün 2 günlüğüne Londra'ya geldi. Ben yarın Brighton'a The L Word convention'ına gideceğimden pek görüşemeyeceğiz; ama dünyadaki hiç bir güç o convention'a gitmemi engelleyemezdi.

Birazdan babamın yanına otele gideceğim. Tesadüfe bakın ki geziyi ayarlayan ilaç firması koskoca Londra'da evime yürüyerek 10 dakika olan Marriott Marble Arch'ı seçmiş. İnsanın yaşadığı şehirde otelde kalması çok ilginç bir duygu, otelde kalmayı seviyorum (4 yıldız ve üstü oldukları sürece, snobluk gibi olmasın ama). Keşke otelde yaşasam.



Bugün ve haftasonu internete giremeyeceğim; Pazartesi The L Word, The Real L Word ve Lip Service oyuncuları ile çekilmiş fotolarım, alınmış imzalarım ve convention dedikoduları ile sizlere geri döneceğim. Bana iyi eğlenceler dileyin.

Wednesday 9 March 2011

london belongs to us



Yarın bölümden arkadaşlarımla Soho'da Garlic and Shots diye bir mekana gidiyoruz. Mekandaki tüm yemeklerde sarmısak var, öyle ki, aperatif olarak kızarmış sarmısak sipariş edebiliyorsunuz. Ayrıca 101 çeşit vodka shot var barlarında, ve o shotların çoğu sarmısaklı. 50'lerin Amerikan biker barı havasına sahip olan bu mekanda duyduğuma göre vampirik bir ambiyans da varmış. Bu aralar True Blood ile kafayı bozmuş bünyemin oldukça ilgisini çekti o yüzden. Göreceğiz bakalım nasılmış.


Tuesday 8 March 2011

idiocy knows no rest

Ekşi Duyuru'da birisi "3 hafta sonra evleniyorum, eşim kedimi istemiyor, evi kokutacağını ve mobilyaların içine edeceğini iddia ediyor, mobilyaları da özenle eşimin ailesi seçti ve parasını onlar ödedi, eşimi de kedi sevmediği halde kediyle yaşamaya mecbur bırakamam, kedimi ne yapabilirim" diye bir soru sormuş. Cevap yazanlar bildiğiniz soruyu soranın ağzına sıçmışlar. Haklı olarak.

İlk olarak kedi evi kokutmaz. Kediler tanıdığım çoğu insandan daha temizler ve daha güzel kokarlar.

İkinci olarak hayvanları, özellikle kedi kadar kendi halinde ve kimseye bir zararı olmayan bir hayvanı sevmeyen insandan kesinlikle kimseye hayır gelmez.

Üçüncü olarak da böyle eşinin paspasmış gibi üzerinden geçmesine izin veren kadınlar kadar çok az şeyden tiksiniyorum. Gerçekten. "Kocam bu, sever de, döver de" anlayışından hiç bir farkı yok bunun. O zihniyettekilerin aklına edeyim mümkünse, bunu söylediğimde çok tepki alıyorum genelde, ama o tür insanlar paspas gibi kullanılmayı hak ediyorlar bana göre, o şekilde davranılmaya izin verdikleri ve hiç bir şekilde halinden memnun olmama belirtisi göstermedikleri için.

Bugün Dünya Kadınlar Günü. Cumartesi Londra'da Million Women Rise adlı ülkenin en büyük kadın yürüyüşü vardı. Erkeklerin yürüyüşe katılması yasak, trans insanlara pek iyi gözle bakılmıyor, seks işçilerinden de pek hazzedilmiyor; bu tür bir kitlenin düzenlediği bir organizasyon. Böyle bir şeye katılmam mümkün değil, çevremde katılmayı düşünen insanları da geçen seneki yürüyüşlerde yaşanan transfobik/seks içşisi-fobik olayları anlatarak katılmaktan vazgeçirdim.

Feminizm en basit haliyle "cinsiyet ayrımı gözetilmeksizin herkesin sosyal, ekonomik, ve hukuki anlamda eşit hak ve imkanlara sahip olması gerektiğine inanmak"tır. Zaten bunun ötesinde farklı feminist akımların ve farklı feministlerin birleştiği çok az nokta var. Ve o temel noktanın ötesi işin teorisi, felsefesi, akademisi falan oluyor. Feminizmin dayanağı olan o prensipe sahip oldukları sürece insanların feminist teorinin t'sini bilmemesi umrumda değil; erkek, seks işçisi ya da trans, ne olurlarsa olsunlar insanlar o dediğim temel noktaya inanıyorlarsa ve kendilerini feminist olarak tanımlıyorlarsa, benim "Hayır, siz femininist yanlısı* olabilirsiniz, ama feminist değilsiniz ve bizimle yürüyemezsiniz" demeye hakkım yok. Kimsenin de olmamalı.

*"Feminist yanlısı" (pro-feminist) muhabbeti Londra'nın en büyük feminist grubu olan London Feminist Network'e ait bir terim. Yürüyüşlere erkeklerin katılması yasak, sitelerinde "Ama bize destek vermek isteyen feminist yanlısı erkekler yürüyüşten sonra bize katılabilirler" türü bir şey yazıyor. Erkeklerin feminist olması mümkün değil yani onlara göre, ancak "feminist yanlısı" olabilirler. Bana sorarsanız, tam bir saçmalık.

Monday 7 March 2011

who ordered the hamburger with aids?

Doğu Londra'da geçtiğimiz aylarda eşcinsellere karşı Müslümanlarca işlenen nefret suçları artmaya başlamış ve köktenci Müslüman bir grubun duvarlara astığı gay free zone (eşcinselsiz bölge) posterleri baya dikkat çekmişti.


Daha sonra Doğu Londra sakinlerinin posterleri yırtıp üzerlerine "love" yazdığı haber olmuştu.



Bu sene 2 Nisan'da Doğu Londra'da artan homofobiyi protesto etmek için East End Pride düzenlenecek. Ve bu umarım şu ana kadar gidebildiğim ilk pride yürüyüşü olacak.

Bu arada, bugünlerde True Blood ile kafayı bozmuş durumdayım. 2 hafta önce bugün ilk bölümü izledikten sonra Amsterdam gezisinde olmama rağmen ilk 2 sezonu 4 günde bitirdim. Dizide başından beri eşcinsel karakterler vardı, ama 3. sezonda eşcinseller daha da bir görünür olmuşlar. Nette True Blood'daki eşcinsellik hakkında Amerikan sitelerinde yapılan yorumlara bakarken "Eşcinsel sahneleri görünce 2-3 dakikalığına kanal değiştiriyorum, iki erkeği öpüşürken görünce tiksiniyorum", ya da "İlk 2 sezonda bizi True Blood bağımlısı haline getirdikten sonra 3. sezonda gözümüze eşcinsel sahneleri sokmaya başladılar, böyle giderse izlemeyi bırakacağım" türü yorumlar karşıma çıktı. Ne gerizekalı insanlar var cidden dünyada, ne biçim "Dünyada boşuna yer kaplıyorsun" denesi tipler var.

True Blood izlememiş olanlar için dizideki heteroseksüel seks sahneleri şu ana kadar hiç bir dizide görmemiş olduğum derecede pornografik. Çoğu fena halde "hayvansı", uzun ve gayet detaylı; ayrıca dizide her eşcinsel sahneye 10 hetero sahne düşüyor. Eşcinsel sahneler hem daha kısalar, hem de hetero sahneler kadar +18 modu değiller, öpüşme sahneleri tam anlamıyla gösteriliyor sadece.

Dünyada biseksüeli, kendini kalıba koymak istemeyeni, gizli yaşayanı, panseksüeli bilmemnesi dahil olmayarak %10 eşcinsel nüfüs olduğu tahmin ediliyor. Eşcinsel dizi ve filmler tüm dizi ve filmlerin %0.0001'ini falan oluşturuyorlar. Buna rağmen bazı gerizekalılar bunu bile eşcinsellere fazla görüyor.

Demek eşcinselliğin "gözünüze sokulmasından" hoşlanmıyorsunuz. Peki ben her televizyonu açtığımda müzik videolarında, dizilerde, filmlerde, reklamlarda; her dışarı çıktığımda sokakta, cafelerde, barlarda, restaurantlarda; her internete girdiğimde Facebook'ta, forumlarda, Sözlük'te heteroseksüelliğin gözüme sokuluyor olmasına bayılıyor muyum sanıyorsunuz? Bayılmıyorum, ama kimsenin ne yaptığı, neyi kimin gözüne soktuğu da beni ilgilendirmiyor. Hoşuma gitmeyen bir şey görüyorsam o diziyi/filmi izlemem, o kitabı okumam, o mekana gitmem, o websitesinden çıkarım. Bu kadar basit. Hoşuma gitmeyen şeylere kendimi maruz bırakmamak tamamen benim kendi sorumluluğum. Başkalarına "Ben buna maruz kalmak istemiyorum, o yüzden bu davranışta bulunmayın" deme hakkım yok. Bir nebze sağduyu lütfen.

True Blood'daki favori karakterimin her cümleye "bitch" ile başlaması benim de kelime dağarcığıma bitch kelimesini eklemiş durumda. Bitch'i seksist anlamından arındırmış olarak kullanırsam feminist kimlik kartımı iade etmem gerekmiyor, değil mi?

Aşağıdaki video favori sahnelerimden biri. Gayet redneck bir herif eşcinsel aşçı Lafayette'in hazırladığı hamburgeri "Ben AIDS'li burger istemem" diyerek geri gönderiyor, olaylar gelişiyor:



"Bitch you come into my house you're gonna eat my food the way I fuckin' make it!"