Yeni evime hala internet bağlanamamış olduğu için uzun zamandır yazamıyorum. Bir de sanırım mutluyken yazma ihtiyacım daha az oluyor. Bugün hava yazmaya son derece uygun. Sabah uyandığınızda hala karanlık olan havayı ve şakır şakır yağan yağmuru gördüğünüzde bütün gün yatakta depresif bir şekilde oturmak isteyeceğiniz günlerden.
Yüksek lisans başvurularımı yapmam lazım bir an önce, bir sürü belge gerekiyor, içime dert oluyor aşırı şekilde. Postacılar grevdeler, paket ve mektupların ulaşması haftalar sürüyor, o yüzden bir moral yükseltici olarak online alışveriş seçeneği imkansız hale geliyor. Halloween çok yaklaştı, nereye gideceğimize hala karar vermedik, belirsizlik ve plan yapmamış olmak içimi iyice daraltıyor. Halloween, yılbaşı, falan filan gibi günlerde en az 1-2 hafta öncesinden ne yapacağım kesin olarak belli olmamışsa, olay gününde bile "Ben seni ararım saat kaçta çıkacağımız belli olunca" modunda olan insanlarla buluşacaksam içimdeki anksiyete hissini midemde bulantı sebebi olarak ciddi anlamda hissedebiliyorum.
Bu aralar yapmam gereken bir sürü plan var, aklıma geldikçe -ki az önce 2 tane ağrı kesici içtim geçsin diye- başıma çok fena ağrılar giriyor. Bu hafta hangi gün dışarı çıkılacak, haftaya nereye gidilecek, 2 hafta sonra Paris'e gidiyorum otel bakmadım hala, master başvuruları, bir an önce başlanması gereken essayler, evle ilgili çözülmesi gereken sorunlar, yeni TOEFL, İstanbul'da otel ayarlamak, of of ve of kısacası.
Havanın griliği bana İstanbul'da 2 yıl önceki o kışı ve hala özlediğim o insanı hatırlatıyor. Ama aslında ne İstanbul'u, ne de onu özlüyorum, biliyorum. O zamanı, o odamı, o İstanbul'u ve o sevgilimin bana sarıldığındaki kokusunu özlüyorum. Geri dönsem ne o oda orada, ne o şehir, ne de o koku. Çok çok nadiren hatırlıyorum o zamanı, beynim özellikle aklıma getirmiyor belki de, ama hatırladığım zaman da çok, çok fena oluyorum gerçekten. Şu an bu son paragrafı yazarken bile gözlerim doluyor.
You sit there in your heartache
Waiting on some beautiful boy to save you from your old ways
You play forgiveness
Watch it now, here he comes
He doesn't look a thing like Jesus
But he talks like a gentleman
Like you imagined when you were young
And sometimes you close your eyes and see the place where you used to live
When you were young
Yağmurlu havalarda the Killers dinlemek iyi değil.
Yüksek lisans başvurularımı yapmam lazım bir an önce, bir sürü belge gerekiyor, içime dert oluyor aşırı şekilde. Postacılar grevdeler, paket ve mektupların ulaşması haftalar sürüyor, o yüzden bir moral yükseltici olarak online alışveriş seçeneği imkansız hale geliyor. Halloween çok yaklaştı, nereye gideceğimize hala karar vermedik, belirsizlik ve plan yapmamış olmak içimi iyice daraltıyor. Halloween, yılbaşı, falan filan gibi günlerde en az 1-2 hafta öncesinden ne yapacağım kesin olarak belli olmamışsa, olay gününde bile "Ben seni ararım saat kaçta çıkacağımız belli olunca" modunda olan insanlarla buluşacaksam içimdeki anksiyete hissini midemde bulantı sebebi olarak ciddi anlamda hissedebiliyorum.
Bu aralar yapmam gereken bir sürü plan var, aklıma geldikçe -ki az önce 2 tane ağrı kesici içtim geçsin diye- başıma çok fena ağrılar giriyor. Bu hafta hangi gün dışarı çıkılacak, haftaya nereye gidilecek, 2 hafta sonra Paris'e gidiyorum otel bakmadım hala, master başvuruları, bir an önce başlanması gereken essayler, evle ilgili çözülmesi gereken sorunlar, yeni TOEFL, İstanbul'da otel ayarlamak, of of ve of kısacası.
Havanın griliği bana İstanbul'da 2 yıl önceki o kışı ve hala özlediğim o insanı hatırlatıyor. Ama aslında ne İstanbul'u, ne de onu özlüyorum, biliyorum. O zamanı, o odamı, o İstanbul'u ve o sevgilimin bana sarıldığındaki kokusunu özlüyorum. Geri dönsem ne o oda orada, ne o şehir, ne de o koku. Çok çok nadiren hatırlıyorum o zamanı, beynim özellikle aklıma getirmiyor belki de, ama hatırladığım zaman da çok, çok fena oluyorum gerçekten. Şu an bu son paragrafı yazarken bile gözlerim doluyor.
You sit there in your heartache
Waiting on some beautiful boy to save you from your old ways
You play forgiveness
Watch it now, here he comes
He doesn't look a thing like Jesus
But he talks like a gentleman
Like you imagined when you were young
And sometimes you close your eyes and see the place where you used to live
When you were young
Yağmurlu havalarda the Killers dinlemek iyi değil.