Friday, 13 January 2012

mental umbrella

Bugünlerde stres ve anksiyeteden kendimden geçmiş haldeyim. Çok, çok nadiren, birkaç yılda bir falan, anksiyete atağı benzeri bir şeyler yaşıyorum. Heyecandan midem bulanıyor, kalbim beynimde atıyor, başım dönüyor, bayılacak gibi hissediyorum, nefesim sıkışıyor, deli gibi panik yapıyorum. Beynim tamamen boşalıyor, duyduğumu/gördüğümü anlamıyorum, sanki hayat gerçek değilmiş gibi tuhaf bir his kaplıyor içimi. Çok, çok kötü bir şeyler olacakmış gibi geliyor. Hayatta en nefret ettiğim, en korktuğum ruh halim bu. Çünkü depresyonun bile üstesinden zamanla gelebilirken, bu ruh halini kesinlikle üzerimden atamıyorum. Uyumadan bir türlü geçmiyor.

Kafada milyon tane düşünce tepinirken uyumak da zor tabii. Dün uyku öncesi bunu düşünürken aklıma aktör Stephen Fry'ın kendisine "Depresyondayım, bana tavsiye edebileceğiniz bir şey var mı" diye bir mektup yazan hayranına verdiği cevap mektubu geldi. Mektupta Fry hayranına negatif ruh hallerini kapalı havaya benzettiğini, onları değiştiremeyeceğimizi, ama sabırla beklersek bir gün mutlaka güneşin çıkacağını söylüyor. Bunu ne zaman okusam aklıma fena halde depresyonda olduğum dönemde bana "Sen aslında mutlu olmak istemiyorsun, gerçekten isteseydin ve iyi olmayı deneseydin iyi olurdun" diyen o zamanki "yakın arkadaşlarım" geliyor. Ne kadar denesem de onlara depresyonun tamamen beyne bağlı, biyolojik bir durum olduğunu; dünyanın en azimli insanı bile olsam ve mutlu olmaya sabahtan akşama niyet etsem bile antidepresan olmadan depresyonu yenmemin mümkün olmadığını anlatamamıştım. İnsanlar gerçekten yaşamadan depresyonun ciddiyetini kavrayamıyorlar.

stop me

Bugün İngiltere PSW vizesine başvurdum, haftaya konsolosluğa gidip belgelerimi teslim edeceğim. PSW başvurusu için banka hesabımdaki paranın son 90 günde 2800 pound'un altına düşmediğini göstermem gerekiyor. Bunun için de ya bankadan "Şu hesabın bakiyesi son 90 günde 2800 pound'un altına düşmemiştir" yazısı ya da İngilizce hesap dökümü gerekiyor.

Bugün HSBC'ye gittim o mektubu almak için. Şubede tek kişi çalışıyordu, o da suratsızlıktan ölmek üzere gibi görünen, 20 dakikalık işimiz boyunca bir kere gülümsediğini görmediğim ve söylediğim her şeye "Öff" ifadesiyle, sinirli sinirli cevap veren bir kişiydi. "Böyle böyle mektup lazım" diyorum, "Onu veremeyiz" diyor ters ters.

"Neden veremiyorsunuz?"
"Bankamız ancak standart mektuplar verebiliyor"
"Ama standart mektubunuzda o paranın hesabımda 90 gündür durduğu yazmıyor, vize başvurum sizin yüzünüzden reddedilirse ne olacak?"
"Şu ana kadar hiç başımıza böyle bir şey gelmedi, İngiltere vizesi için hep bu mektubu veriyoruz"
"Siz o mektubu turist vizesi için veriyorsunuz, benimki farklı bir vize ve 90 gün demesine ihtiyacım var"
"Hayır, mümkün değil"
"O zaman İngilizce hesap dökümü ya da banka cüzdanı verin"
"Hayır, İngilizce veremiyoruz"

Aynen şu muhabbete yarım saatimi harcadım. Sonunda ancak "Hesapta şu kadar para var" diye bir mektup verdiler, onun için de 60TL aldılar. Bir de Türkçe hesap cüzdanı. İnternet sitelerinden İngilizce hesap dökümü alıp onu bankada mühürletebilirim, ama onda da ismim yazmıyor, sadece hesap numaram yazıyor. Onu versem, yanına da bankanın verdiği Türkçe döküm ve mektubu eklesem, "İngilizcesi burada, ama onda isim yazmadığı için hem ismimin hem de hesap numaramın yazdığı banka mektubu ve Türkçe dökümü de ekliyorum" diye not düşsem, sorun çıkar mı acaba? Vize başvuru ücreti 1420TL, sorun çıksın istemiyorum.

Eğer vizem bu yüzden reddedilirse bizzat gidip o kişiye laf hazırlayacağım.

Son birkaç gündür şu vize belgeleriydi, bilmem neydi derken stresten kafayı yedim gerçekten. Sakız çiğneme sıklığında ağrı kesici kullanmama rağmen gündüz işi gücü bırakıp yatakta kıvranmama neden olacak şiddette baş ağrıları içindeyim vize için belge toplamaya başladığımdan beri. Sürekli aklımda bu var, başka şey yapamıyorum, düşünemiyorum; film izlemeye ya da bir şey okumaya kalktığımda 2 dakika geçmeden beynim bana bir şeylerin ters gittiği binlerce farklı senaryo gösteriyor. Bitse de kurtulsam.

Tuesday, 10 January 2012

the computer erased your heart

Son birkaç post'umdan da anlayabileceğiniz gibi okula vize için gereken belgeler konusunda attığım emailler'e cevap alamıyordum bir haftadır. Bu yüzden günlerdir sinir stres içindeydim, Blackberry'min kırmızı ışığı ne zaman yansa midem ağzıma geliyordu. Bugün "Yeter artık" diyerek öğrenci işlerinin müdürünün kişisel email adresine mail atmaya karar verdim. Kadın mail'imi hemen okumuş ve gereken kişiye yönlendirmiş. 10 dakika içinde günlerdir ulaşamadığım ofisin müdürü bana ulaştı ve işimi halletti. Mail attığım kadın bana cevap vermeyen tipleri fırçalamış da sanırım, mail attığım her iki adresten de özür maili geldi çünkü bugün. Eğer her şey yolunda giderse belge bu hafta elime ulaşmış olacak ve pazartesi vizeye başvurabileceğim. Yine her şey yolunda giderse ver elini Londra, ev arama telaşı ve Justice + Marina and the Diamonds konseri. Bana şans dileyin, ya da inançlı biriyseniz dua falan edin lütfen (bir an "I can't believe I said that" oldum yazdığımı okuyunca).

Bugünlerde Placebo bas insanı Stefan'ın side project'i olan Hotel Persona'nın Brian Molkolu şarkısı Modern Kids'e takmış durumdayım. Evden çıkmaz hale geldiğim ve "gece hayatı" denen şeyin gerçekleştiği yerlerde eğlenmek yerine çevremdekilere dışarıdan garipser bir gözle baktığım şu dönemde ruh halime fena halde uygun bir şarkı.

Modern kids, future freaks...

Zamanla insanın eğlence anlayışı değişiyor, buna kesinlikle inandım artık. Son birkaç yıldır üstümde olan gece-saat-1-oldu-mu-eve-dönüp-uyuma isteğine geçici bir şey gözüyle bakıyordum. Geçmedi. Artık gerçekten de çevremde olup biteni algılayamayacak kadar sarhoş olmadığım sürece bütün gece dışarıda olmaya katlanamıyorum. Eğlenebilmek için deli gibi alkol almak, o kafayla eğlendiğimi sanmak ama sabah yaşadıklarımın yarısını hatırlamadan, zombi gibi uyanmak çok anlamsız geliyor. Açıkçası son zamanlarda karaciğerimin durumundan da şüphe etmeye başladım.

Babamın bile çılgın gece hayatı varken benim o enerjiyi kendimde bulamayışım kalıcı bir şey mi? Zamanla yine "modern kid" ortamlarından keyif alacak mıyım? Bilmiyorum. Siz de böyle dönemlerden geçiyor musunuz, yoksa bu "büyümenin" getirdiği bir şey mi, büyümek her neyse artık?

Monday, 9 January 2012

you'll remember me for the rest of your life

Okulun arşiv bölümüne ulaşmaya çalışıyorum bir haftadır. 'Urgent' diye etiketlediğim 2 tane mail attım, cevap gelmeyince öğrenci işlerine mail attım "Cevap gelmiyor" diye, onlar da cevap vermedi. Çıldırmak üzereyim dersem abartmış olmam. Bu götzekalıların işlerini yapmaması yüzünden 1 hafta kaybettim ve bir mucize falan olmazsa Justice + Marina and the Diamonds konserini kaçıracağım. İnanılmaz sinirliyim gerçekten bu konuda, daha fazla ne yapabilirim, kaç tane mail atabilirim bilmiyorum. Yarın bir tane daha atacağım, gün içinde cevap gelmezse çarşamba sabahı öğrencilerle ilgilenen en üst düzey kişiye bu konuyla ilgili uzuuun bir şikayet maili atacağım. Bu nasıl iş anlamadım gerçekten. Türkiye'deki kurumlar email özürlü olur diye düşünürdüm hep, ama Yeditepe'de okurken bile maillerime günlerce cevap gelmediği olmamıştı. University of Kent'teki öğrencilik hayatım boyunca da attığım her emaile gününde cevap gelirdi. Goldsmiths'te nedense mayıs ayından beri attığım hiçbir email'e cevap gelmedi, hep 3-4 kez daha "Bir haftadır mail atıyorum cevap vermiyorsunuz" konseptli bir mail attıktan sonra cevap veriyor okulun administration takımı (hocalar değil).

Goldsmiths'te okumayı düşünenlere not: Bu okulda hocalar dışında birine (X sekreteri, Y ofisi gibi) acil iş düşürmeyin, işiniz varsa da ofislerine gidip sorununuzu öyle halledin. İşler ittire kaktıra yürüyor çünkü gördüğüm kadarıyla.

Bıktım, bıktım, bıktım.

Ve 'First Day' geldi o sırada nedense aklıma.



**

Pazar günü TKBL All Star 2012 vardı. Evime 10 dakika yürüyüş mesafesinde yapıldığı için ve değişiklik arayışı içinde olduğum için gitmeye karar verdim. Ekranda katılan oyuncuları gösteriyorlardı teker teker. O sırada gördüğüm anda dünyanın en tatlı gülüşüne sahip olduğuna karar verdiğim biri ekranda belirdi. Elimdeki kitapçığı açtım, yapılacak olan yarışmaların birine katılacağını öğrendim. Güzeldi, evet. Ve korkarım ki bu kadar yüzeysel biriyim. Belki de dünyanın en tatlı gülen insanı, aynı zamanda dünyanın en uyuz insanıdır, değil mi?

Tanımadığım insanlara bakıp karakterleri ve hayatları hakkında kafamda birşeyler yaratmayı gerçek potansiyel sevgilileri tanımaktan daha çok seviyorum.