Friday, 19 November 2010

i ♥ being single. so there.

Bugün sinir olduğum birçok şey var.

1- Feminist Theory dersimde Black Feminism'di bugünün konusu. Dersten sonraki tartışmada sınıfımızda ırk ya da milliyet farklılıklarının tartışmalara farklı bakış açıları katıp katmadığı konuşuluyordu. Bunu "Beyaz dışındaki bir ırka ya da İngiliz dışındaki bir millete mensup olanlar daha feministtirler" olarak anlayan fazlasıyla beyaz ve İngiliz bir kız "Feminist olmak için siyah olmak gerekmez, siyahi bir kadın benim bulunamayacağım nasıl bir katkıda bulunabilir bu tartışmaya" gibi bir laf etti. Kendisinin gerizekalı olduğunu düşünen tek ben değildim sanırım. Zaten koca sınıfta söylediğine katılan bir tane insan çıkmadı, karşı çıktı insanlar.

Kız daha sonra "Ben siyah-beyaz farkılığı diye bir şey olmamalı demeye çalışmıştım" falan diye kıvırdı. Bu tür muhabbetlere sinir oluyorum. Yok "Siyahla beyaz arasındaki farkı iyice derinleştiriyorsunuz" da bilmemne. Siyah ve beyaz olmak farklı, bu hayatın bir gerçeği. Farklı derken biri birinden daha iyi anlamında söylemiyorum, siyah insanların deneyimleriyle beyaz insanların deneyimleri aynı değil. Hayatı aynı şekilde yaşamıyorlar. Beyaz bir insan ne kadar ırkçılık karşıtı olursa olsun siyah bir insanın ne tür engellerle karşılaştığını, ne şekilde büyüdüğünü bilemez. Bir erkek ne kadar feminist olursa olsun hayatı bir kadın olarak deneyimlemediğinden feminizmle ilgili duruşu bir kadınınkinden farklıdır (erkekler feminist olamaz'cılardan bahsetmeye üşendim şu an).

2- Eski sevgilime sinir oldum. Onda olan en sevdiğim DVD'lerimi ve eşyalarımın bir kısmını yollamadığından bahsetmiş miydim bilmiyorum. En son buna sinir olmuştum. Sonra geçen gün Vampire Weekend biletimin eline geçtiğini ve bana yollayacağını söyleyen bir mesaj attı bana. Mesajın üzerinden 10 gün geçti, posta onun yaşadığı yerden Londra'ya 1 günde ulaşıyor, ama bilet hala ortada yok. Önceki gün mesaj attım "Göndermeye zaman buldun mu diye merak ettim" gibi gayet kibar bir şekilde, BBM üzerinden konuştuğumuzdan mesajı okuduğunu görebiliyorum, ama cevap gelmedi. Demek ki bileti yollamamıştı ve dün yolladı ki bilet bugün elime geçti. İnsan alt tarafı bir mektup yollamayı 10 gün nasıl geciktirir bilmiyorum da, bir haber verir en azından. Onu geçtim, kendisine atılan mesaja cevap verir "Kusura bakma unuttum, yollarım yarın" şeklinde. Ondaki bazı eşyalarımı almam için birkaç kez mesajlaştık ayrıldığımızdan beri, beni aylarca aldatıp bunu Facebook üzerinden söyleme mallığını yapan kendisi olmasına rağmen sanki ben bir bok yemişim gibi tersleyip duruyor beni sürekli. O da değil, Facebook'ta "Ay yeni sevgilime çok aşığım da, evde beni bekliyor yatağımda da vs vs" konseptli şeyler yazıp duruyor durumuna benim göreceğimi bile bile. Hem suçlu hem güçlü olmak deniyor buna kısacası. Ya da neredeyse 30 yaşına gelip 6 yaşındaki çocukların bile sahip olduğu görgü ve medeniyet seviyesine ulaşamamış olmak deniyor. Ben geçen gün Facebook'uma yazdığım "I love being single" türü şeyi bile ona kabalık olmasın diye sildim 10 dakika sonra, bu yaşımda ondan çok daha uygar bir insanım görünen o ki. Yazık.

3- Dün akşam çok çok içtim. Onun üstüne eve gelip Seroquel içince sabah nasıl bir zombi olarak uyandığımı tahmin bile edemezsiniz. 9 saat uyuduğum halde kendimi yataktan zor çıkardım, gün boyunca 5 dakikadan fazla oturduğum her yerde uyukladım. Dolayısıyla bu akşam dışarı çıkma planlarım yalan oldu (yine de bir azimle çıkayım dedim, ama Tottenham Court Road'a giden otobüsüm yarı yolda terminate edince ve yenisi gelmeyince bunu bir işaret olarak algılayıp yarı yoldan eve geldim). Eğer çıkmış olsaydım üyesi olduğum bir forumun buluşmalarından birine gidecektim. Eve gelince "Üzgünüm ben gelemeyeceğim bu akşam" yazdım buluşmanın başlığına, biraz önce gördüm ki buluşmayı düzenleyen hanımefendi geleceğini söyleyen bazı insanlar gelmekten vazgeçti diye çok sinirlenmiş. "Öf sinir misin" falan diye düşündüm bir an, "sen buluşmanı düzenlersin, gelen gelir, gelmeyen gelmez, ne biliyorsun gelemeyenler neden gelemedi?". Böyle bilmeden konuşan insanlara uyuz oluyorum, sanki milletin işi gücü yok da hayattaki tek amacı forum buluşmalarına gitmek.

Bugün ne biçim bir yermiş bu dünya.

it left me hungry too many times



Uykusuzluğum fena hallere gelmiş durumda. Deliler gibi Jack Daniels içsem bile 4-5'ten önce uyuyamıyorum. Yarın dersim var, uyumam gerek. Bu gece 2 yıldır ilk kez Seroquel aldım uyuyabilmek için. Yarım saatte sızdırması lazım normalde şu anda aldığım dozun, 15 dakika geçti ve henüz tık yok. Hadi bakalım.

Günlerdir baya hoşlandığım biri vardı, bana mesaj atmış bugün. Oh yes.

Diğer hoşlandığım insan, bugün seni tesadüfen gördüm cidden, I'm not stalking you. Ve sana çok umursamaz cevaplar verdim yanıma konuşmaya geldiğinde, ama umursamadığımdan değil, senden o kadar hoşlanıyorum ki yanında morona dönüşüyorum, diyecek laf bulamıyorum, ondan.

Wednesday, 17 November 2010

play me sideways, it don't matter

Lip Service'in son bölümü dün yayınlandı. Sevdiğim diziler bitmesin istediğim için son bölümleri izlememe huyum var (Xena'nın son 3-4 bölümünü aylarca izlememiştim bitmesin diye, The L Word finalini de izlememek için bütün bahanelerim bitince izledim), yine aynen öyle yaptım. Son bölümü hala izlemedim, sondan öncekini de 1 hafta gecikmeli olarak şimdi izledim. Bu kadar eğlenceli başlayıp bu kadar depresif biten bir bölüm daha olamazdı.

Zaten sabahtan beri kapalı hava yüzünden alacakaranlıkta olan Londra'da hava kararmak üzere (ve saat daha 4). Uyanalı 3 saat bile olmamışken havanın kararmasının dünyadaki en depresif şey olduğunu bir kez daha vurguluyorum. Buna bir de bölüm sonunda çalan şarkı eklenince insanın kendine depresyonlardan depresyon beğenesi geliyor.



Bu benim depresyonumdan sonra antidepresan kullanmadan ve yalnız başıma (sevgilisiz) geçirdiğim ilk kışım. Arkadaşlarım var, kendimi çok yalnız hissetmiyorum, ama yine o karanlığa çekilecek olsam bunu fark edecek kadar sık görüştüğüm birileri yok. Biraz korkutucu, ama bir daha kendimi ruhen o kadar alçak bir noktada bulmamaya kararlıyım.

Tez konumu cinselliğin neden reklam stratejisi olarak kullanıldığı ve neden sattığı olarak belirlediğimi önceki post'larımdan birindeki yorumlarda söylemiştim, bu hafta tez outline'ımı hazırlamam gerekiyor. Yarın, Cuma ve Cumartesi akşamları dışarıda olacağımdan o iş bugün bitse süper olacak.

Yarın akşam GB forumlarından birileriyle D'nin çalıştığı yere gideceğim. Cuma sabah okula gidip outline'ımı vermem ve Theories of the Culture Industry dersimin notlarını almam lazım, sonra da dersim var. Okuldan sonra yine D'nin çalıştığı mekanda aynı forumdan farklı insanlarla buluşmaya gideceğim. 1-2 saat orada takıldıktan sonra başka bir siteden insanlarla yine Soho'da başka bir LGBT mekana gideceğim. Cumartesi öğleden sonra LSE'de (mekandan emin değilim) transfobi karşıtı bir buluşma var, akşam da bir BDSM sitesinin buluşmasına gidiyorum. Bu hafta en az 4 farklı siteden tanıdığım insanlarla olacağım yani. Bir an hayatımın ne kadar internet üzerinden yürüdüğünü fark ettim.

don't let it end



Ne zaman gecelerin insanlığına bürünsem uyuyamadığım gecelerde aklıma hep bu şarkı gelir. "Keşke uyuyabilsem" diye düşünerek dinlerim. Keşke uyuyabilsem, ama ilaçla uyumak istemiyorum. Uyku ilacıyla uyuyunca ertesi gün bütün gün uyuyup sersem gibi uyanıyorum çünkü.

Bütün yaz boyunca evde boş oturuyor olduğum halde 1'de uyuyup 10'da kalkmayı alışkanlık haline getirdikten sonra gayet ironik bir şekilde okulun en yoğunlaştığı dönemde yine bütün gece oturur hale geldim. Ama bu kez önceki gece insanı dönemlerimin aksine bütün gün uyumuyorum, 12 gibi uyanıyorum en geç. Uyku saatlerim azaldı yani, ama eksikliğini hissetmiyorum. 9 saatten az uyuyunca bütün gün oturduğu yerde uyuyakalan biri olarak bu benim için çok alışılmadık bir durum.

Geçen gün Dide'yle konuşuyorduk ayrılığın bir yordamı olmalı mı diye, evet, kesinlikle olmalı. Ben birinden ayrılırken (gerçi hayatımda hiç birinden ayrılmadım denebilir bir kişi dışında) ASLA gerçek nedeni söyleyebilecek bir insan değilim. Asla "Ben bilmemkaç aydır seni aldatıyordum zaten, başkasına aşık oldum, ayrılalım" türü muhabbetler yapılmamalı diye düşünüyorum; "İlişkimiz süresini doldurdu, ayrılmak istiyorum" demek en doğrusu ayrılırken. Sevgilisini başkası için terk ediyorsa bile nezaketen yeni ilişkisini göz önünde olmayan bir şekilde yaşamalı bir süre insan. Vicdan ve görgü sahibi birisi öyle yapar yani en azından.

Aldatmadığım sevgili sayısını bir elimle sayabilirim, ama bir kez bile yakalanmadım (eski sevgililerimin burayı okumadığını bildiğimden bunu yazıyorum). En kötü kavgalarda bile, hatta "Seni aylardır aldatıyorum, kusura bakma" lafını duyduktan sonra bile "E ben de seni aldatıyordum zaten" gibi bir şey söylemedim. Eğer bir ilişki bitirilmek isteniyorsa, mümkün olduğu kadar zararsız bir şekilde beyaz yalanlarla bitirilmesi gerektiğine inanıyorum. Böyle her kirli çarşafı nasıl olsa ilişki bitti diye ortaya dökmek gereksiz drama/sıkıntı/sinir/kalp kırıklığından başka bir şey yaratmıyor.

Evet, ayrılıkların bir yolu yordamı olmalı.

Bu aralar polyamory kavramına merak sarmış durumdayım. Kendimi kıskanma ve sahiplenme potansiyeli çok olan bir insan olarak gördüğümden böyle bir şey yapamam diye düşünürdüm hep, ama en son kıskanma/sahiplenme belirtimin üzerinden neredeyse 3 yıl geçtiği için şu anda poly bir yaşam tarzının bana göre olabileceğini düşünüyorum. Tek eşlilik zaten yapmakta zorlandığım bir şeydi, bir daha asla kendimi aldatma/aldatılma durumunda bulup stres olmak istemiyorum. Ve şu anda tek bir insanla birlikte olabileceğimi sanmıyorum. O yüzden gizli gizli yapacağıma aleni olsun istiyorum bu sefer. Poly insanlarla konuşmaya başladım deneyimleri hakkında. Hadi bakalım.

Tuesday, 16 November 2010

hipster-hating



Tumblr'da yukarıdaki fotoyu gördükten sonra bir süredir aklımda olan bir şeyden bahsetmek istedim: Hipster kitle fena halde sinirime dokunuyor.

Hipster'lık günlerini 20'li yaşlara gelmesiyle arkasında bırakmış bir insan olarak benden yaşça büyük bir sürü insanın "Çok farklıyım" adı altında üniforma gibi aynılaşmış bir halde geziyor olmasını çok garipsiyorum. İnsanların "stil sahibi" oldukları için kendilerini üstün görmelerini, dış görünüşün bir tür "başarı" halini almasını ve dolayısıyla baba parası yiyen işsiz güçsüz tiplerin görünüşleriyle sosyal statü sahibi olma çabalarını daha da garipsiyorum.

Geçen gün Shoreditch'in mainstream'leşmesiyle Londra'nın yeni hipster semti haline gelen Dalston'daydım. Soho'dan otobüsle giderken Central London'dan Doğu Londra'ya geçmeye başladığını gayet kolay anlayabiliyor insan sokaktaki tiplere bakarak: Gözleri bozuk olmadığı halde Wayfarer ya da türevi gözlükler takan, çocuk reyonundan alınma daracık kotlar giyen, saçlarının yarısı kazınmış yarısı uzun bu pek entel insanlar Doğu Londra'da metrekare başına 30 tane düşüyorlar.

Türkiye'de de bu kadar rahatsız edici olmasa da bu nüfus mevcut. Facebook listem 20'li yaşlarında olmalarına rağmen parantez bıyık ya da at hırsızı sakalı bırakma salgınına yakalanmış bir kitleyle doldu. Türkiye'ye döndüğümde çantamda bir traş makinesi ile dışarı çıkıp bu gençlerin aklını başına getiresim geliyor: Gerçekten sakalsız/bıyıksız çok daha yakışıklıydınız.


Monday, 15 November 2010

tabe kıyamet

Bugün Trendyol'da Tabe Kıyamet satışına denk geldim. Bir süredir bahsini duyuyor olduğum Tabe Kıyamet'le oldukça ilgileniyordum. Sözlük'teki başlıklarında "300 liraya elbise satıyorlar" modunda bir şey okuduktan sonra "hm?" diye düşünmüştüm.

Reset'ten aldığıma göre Tabe Kıyamet'te aşağıdakileri bulabiliyormuşuz:

Koleksiyonumuzda Paris ve Amerika’dan seçilmiş orijinal vintage kıyafetler ve Türkiye’de üretilen sınırlı sayıda ve her birinden tek kopya bulabileceğiniz tasarım T-Shirtler yer alıyor. Bunun yanında oyuncak, takı ve gözlükler var. Çalıştığımız tasarımcılardan Miray Atacan geri dönüştürülebilir atık malzemelerden takı tasarlıyor. Sushi şeklinde küpeler, gazoz kapaklarından yaka iğneleri ve saç tokaları… Özellikle Türkiye’de büyük eksikliğini yaşadığımız eldiven, papyon, kravat gibi aksesuarlar özenle seçiliyor.

Trendyol'da aksesuar satışları var bu hafta. "Özenle seçilmiş" aksesuarlar 289 liradan 169 liraya düşmüş "Swarosky" eldivenlerden, fiyatı yine bir o kadar tuzlu "hoporlör" küpelerden, 2 sene önce modası geçmiş Oxford'umsu ayakkabılardan oluşuyor. Retro gözlük diye sattıkları şeylerin orijinallerini Balenciaga, Chloe ve türevlerinde; 220TL'ye sattıkları altın kaplama Casio'yu ASOS'ta £40'a ve genel olarak çoğu ürünlerinin benzerlerini eBay'de milyonda biri fiyatına bulabilirsiniz.

Tabe Kıyamet'e olan ilgim de burada böylece sona erdi.