Saturday 27 October 2007

a cause des garçons

Herkes sıkılıyor. Anlayamadığım bir şekilde son birkaç haftadır herkes, sürekli olarak sıkılıyor. Sıkılmayabilmek istiyorum. Sabah 6'da yatıp akşama kadar uyumak istemiyorum. Canımın yapmayı isteyeceği birşey, gitmek isteyeceği bir yer bulabilmek istiyorum. Hiç dışarı çıkmadan bütün gün yatağımda tv ve laptopımla takılmak istiyorum. Zombi gibi dolanmak istemiyorum. Heyecan duymak istiyorum.

Sıkılarak ölmek mümkün mü? Belki de hepimizin sıkılıyor olmamızın nedeni budur. Belki de dünyanın sonu yaklaşıyordur ve hepimiz sıkıntıdan öldükten sonra yeni bir yaşam formu başlayacaktır dünyada. Belki bu yüzden sıkılmamız gerekiyordur.

Thursday 25 October 2007

noone ever knows anyone else, ever.

Rules of Attraction belki de, dünyada yapılmış en süper filmdir. Belki de hayatın anlamı bile olabilir. "I've written you this last letter because I know I'll never have you. I stood in a corner and watched you go off with her. She's so beneath you. You probably did it just to hurt me. Well, it worked. You hurt me, and now there's nothing else I can do. There won't be any more notes. It's the last call. " Ve kız intihar eder. Adını bile bilmediğimiz kız. İşin en dandik tarafı da kızın Sean için intihar etmesi ve Sean'ın kızın varlığından bile haberdar olmamasıdır. Tanıdık geliyor mu acaba?

This is the last call. Bundan sonra uğraşmayacağım. Herkes ne istiyorsa onu olsun, cool kid/ukala insan/takmayan çocuk/whatever. Bana uzak allaha yakın sonuçta hepsi.

Brand New-The No Seatbelt Song

Wednesday 24 October 2007

i can't help but ask, "what if?"

i just think that we'd get on
i wish i could tell you face to face
instead of singing this stupid song
but yeah i just think that we might get on

so i went to that party
everyone they were kind of arty
and i was wearing this dress
'cause i wanted to impress
but i wasn't sure if i looked my best
'cause i was so nervous
but i carried on regardless
strutting through each room
trying to find you

and when i saw you kissing that girl
my heart, it shattered
and my eyes, they watered
and when i tried to speak i stuttered

and my friends were like "whatever,
you'll find someone better,
his eyes are way too close together
and we never even liked him from the start.
and now he's with that tart,
i heard she'd done some really nasty stuff
down in the park with michael.
he said she's easy
and if your guy's with someone that sleazy
then he ain't worth your time
cause you deserve a real nice guy"

so i proceeded to get drunk and to cry
and i locked myself in the toilet for the entire night

saturday night, i watched channel 5
i particularly liked csi
i don't ever dream about you and me
i don't ever make up stuff about us
that would be classed as insanity

i don't ever drive by your house to see if you're in
i don't even have an opinion on that tramp
that you are still seeing

i don't know your timetable
i don't know your face by heart
but i must admit that there is a part that still thinks
that we might get on
that we could get on

that we should get on..


Evet, seviyorum bu şarkıyı. Platonik, obsesif karakterime eşlik edebilmesini seviyorum. Sakin olmasını seviyorum. Bold ile yazdığım kısımlardaki "seni unuttum, artık stalker modunda evinin önünden geçmiyorum, bana yolladığın şarkıları dinleyip ağlamıyorum bile, hatta bende unuttuğun tshirtündeki parfümünün kokusu geçince tekrar seni koklayabilmek için parfümünden bir şişe alıp o tshirte sıkmıyorum, o derece unuttum seni" derken kendini kandırıyor oluşunu seviyorum bu şarkının. Geçmiş ne kadar unutulsa bile, her zaman insanın içine "ya olsaydı?" diye saklı kalan ukteyi, yarım kalmışlık hissini seviyorum. O yarım kalmışlığın bir gün tamamlanabilme olasılığı, tamamlanmasından daha çok heyecan veriyor bana. Üzüyor da heyecan verdiği gibi. Ama yine de, Kate Nash-We Get On dinlerken aklıma gelen birisi olup ağlayabilmeyi seviyorum. O birisini olmadığı biriymiş gibi hayal edip, o da beni düşünüyormuş gibi hissetmeyi seviyorum.

Monday 22 October 2007

the gossip

Dün gece İstanbul'a geri döndüm. Ancak dönüşümle birlikte belki de 2007'nin en bomba dedikodusunu da getirdim.

Yeliz kapanmış. Evet, aynen öyle. Hatta çok klişe bir şaka gibi gelecek ama, İsveç'e taşındığından beri cemaat yurdunda ücretsiz kalabilmek için uçak İsveç'e indiği anda kapanıyormuş.

Sunday 21 October 2007

cool kid'ler ve attitude'larına

"Sikerler."

uyku-uyanıklık arası düşünceler 2

Elimi tuttun ve yürümeye başladık. Kilise Sokağı'na girdik, Kordon'a doğru yürümeye başladık. Güneş batıyordu. Kırmızı gökyüzü. İzmir'de ağustos sonu, saat 8'e doğru batardı güneş. Gökyüzü garip bir kırmızı olurdu Kordon'da. 13 yaşındaydım, 16 yaşındaydın sen. Kilise Sokağı'ndan geçişimiz sonsuza kadar sürmüştü sanki, saatlerce geçmiştik o sokaktan. 21 Şubat gibi. Deli gibi yağmur yağıyordu o gün. Aynı sokaktan geçiyorduk, göbeğim acıyordu. Sadece seni görebilmek için göbeğimi deldirmiştim az önce. Sadece yanında olmak için. Kordon'a çıktık. İzmir'de bizden başka hiç kimse yoktu o gün. Kırmızıydı gökyüzü. Hava çilekli sıcak çikolata kokuyordu. Elini tuttum ve yürüdüm. Kordon'da güneş batana kadar yürüdükten sonra bir eve girdik. Ve sonra bir odaya. "Uyu" dedin bana. Yattım. Uyuyacaktım, ne dersen tamamdı benim için. "Sarıl bana" dedim, "sen gidersen uyuyamam". Sarıldın bana, dakikalarca durduk öyle. Sarıldın bana, karamel rengi saçların yüzüme değiyordu. Uyku ve uyanıklık arasındaki o andaydım. Hayal meyal konuştuğunu duydum.
"Düğmesine basılanların yaşaması gerek." 5 yıl geçti. Hala düşünüyorum ne demek istediğini.
Uyumak üzereydim. Kapıya doğru yürüyordun sen. Ceketini giydin, kapıyı açtın. Gitmeden önce bana baktın. "Sevme beni" dedin, "istesen de kabul edemem". Duymadığımı sanıyordun ama ben duymuştum. Yine içimde o mide bulantısını hissettim. Sen kabul etmesen de seni zorla sevmeye karar vermem hayatımın sonraki 5 yılına sıçan şey olacaktı o gün bilmesem de. Senin gibi birini nasıl sevmeyebilirdim ki?