Sunday, 29 November 2015

the turkish boat

Dün Londra'da bir queer film festivali kapsamında The Turkish Boat (De Turkse Boot) diye bir film izledim. Film Amsterdam Onur Haftası kapsamındaki Kanal Geçiti'nde ilk kez bir Türk grubun yer almasını ve yerel Türk komünitesinin tepkisini konu alıyordu. (Düşündürücü bir filmdi, bulabilirseniz izleyin.)

Filmin sonundaki söyleşide konu Avrupa'ya göçen Türk topluluklarının kültürel gelişiminin nasıl "donduğuna" ve yabancı bir ülkeye yerleşen toplulukların Türk kimliklerini korumak için geleneklerini abartılı bir biçimde yaşamalarına geldi. Bunun bir sonucu olarak Türkiye'de LGBT bireylere karşı tutumların yavaş da olsa düzelmeye başlıyor olması kültürel "donma" halindeki bu toplumlara yansımıyor, Hollanda gibi LGBT bireylerin eşitliği konusunda Türkiye'den bilmemkaç ışık yılı ötede olan ülkelere göçen Türkler ise Hollanda toplumuna entegre olmadan, kendi minik Türkiyeleri içinde yaşadıkları için bu gelişme onlara ulaşamıyor.

Gerek ulusal kimlik kavramından hiç hazzetmediğim, gerekse de İngiltere'ye Türkiye olmadığı için gelmiş olduğumdan burada yaşadığım 7 küsür yıldır Londra Türk komünitesi ile en ufak bir etkileşimim olmadı. Birkaç tane Türk arkadaşım var, yılda bir de birinin doğumgünü falan olunca bir Türk mekanında rakı balık yaptığımız oluyor, ama onun dışında Türk ortamlarını aramıyor ya da uzun süreli bir nostalji hissi yaşamıyorum. Tam tersine, Londra'da bir Londralı gibi yaşamanın, Türkiye'de deneyimleyemeyeceğim şeyleri deneyimlemenin ve Türkiye'de canımı sıkan şeylerden uzak olabilmenin tadını çıkarıyorum.

Bunun tam tersi yaşayan insanlar da var ama. Evine Türk uydusu taktırıp İngiliz kanalları yerine Türk dizileri izleyen, akşamları Sezen Aksu dinleyen, öğlenleri kebapçıya giden, daha sonra kahvede tavla oynayan, Türk mahallesinin dışına adım atmayan, ve hatta İngilizce dahi konuşmayan insanlar var. Bu kültürel donma muhabbetinin konu aldığı insan grubu bu olsa gerek. Kendilerini tamamen İngiliz mi görüyorlar, tamamen Türk mü görüyorlar, ikisi de mi, hiçbiri mi, bilmiyorum.

İngiltere'ye ilk olarak geldiğimde üniversite sonrası için bir planım yoktu, "Burada kalırım" ya da "Türkiye'ye dönerim" gibi bir şey hiç düşünmemiştim bile. Şu anda bir süre daha burada kalacağım gibi görünüyor ve teknik olarak burada kendime bir "aile" oluşturmaya karar verirsem bu beni birinci kuşak bir göçmen yapıyor. Göçmen kelimesi kalıcı bir yerleşim ima ediyor ve ben kendimi İngiltere'de yaşlanıyor olarak düşünemiyorum. Eninde sonunda İzmir'e, Ege'ye dönmek, bir tekne alıp denizlere açılmak, yaşlılığımda Sakız Adası'nda kafamı dinlemek istiyorum. Belki de o yüzden kendimi "göçmen" olarak değil, "Londra'da yaşayan İzmirli bir insan" olarak görüyorum.