Saturday 4 October 2008

chloroform perfume

Saat 2 oldu, hala tamamen uyanığım. İstanbul'dan taşındığımdan beri uyumak için ilaç almamıştım, şimdi aldım bir tane. Bana "Bir gün fazla ilaç kullanmaktan öleceksin" diyen Cansu geldi aklıma, geçen sene bugün ne kadar mutluyduk onunla. Düşünmüyorum geçmişi, çünkü düşünmek acı veriyor. Hiç yaşanmamış gibi davranmak onca güzel anıya yapılan bir saygısızlık mı, yoksa herkes mi gömüyor geçmişini bilmiyorum. Mantıklı olarak düşününce yaşanılan güzel anıları beynimde tekrar canlandırmanın da bana o anı yaşamak kadar mutluluk ve zevk vermesi gerekmeli aslında, neden öyle değil ki? Zaman yüzünden sanırım, nasıl her acı verici an bir gün etkisini yitiriyorsa mutlu olanlar da zamanın içinde kayboluyor demek ki. Mavişehir'de annemle yaşadığımız evi özlüyorum, o zamanı, ne olurdu hep lisede kalsaydım, hayatın gerçeklerinden uzak? Gerçi şu an da hayatın pek bir gerçeğini bildiğimi söyleyemem, ama anladınız siz beni. Simin'i, Cansu'yu, Efe'yi, Görkem'i, aşık olmayı, Mavişehir'de yaşamayı, İstanbul'daki odamı, upuzun kızıl saçlarımı özlüyorum. İngiltere'ye geldiğimden beri, hatta ondan da öncesinden itibaren mutsuz şeyler düşünme izni vermiyordum kendime, blogumdaki depresyon dozunun azalmasından da anlayabilirsiniz, uzun zamandır ilk oldu bu. Aslında depresif değilim şu anda, kötü bile hissetmiyorum, sadece özlüyorum, ama en azından yaşadım onları ve hep benimle kalacaklar.

oh so, my love
this sleeping pill
will watch you through the night
and come dawn
i'll be long, long gone
i tried, i tried,
i tried

we feed upon the broken branch
we kiss the stars goodbye
for the sun can't fight this overcast
i tried, i tried,
i tried

the spider's web
it can't break our fall
i whisper to the sky
i pray she takes you in her arms
i tried, i tried,
i tried
i tried..

storm warning in the sand
she evaporates beneath my fingernails
the road is lost underwater
she's running down a river with eels
she is lost to me.

Friday 3 October 2008

i heart the chalets

Lets talk about romance, romance is dead.
An ideology exploited for commercial gain.
They want you to fall in love with the idea of being in love, because nothing says I love you better than flowers and chocolates and cards.

I believe in happiness and in love that never fails, but the longer I wait here the more they just seem like a fairy tale.

i kissed katy perry and she wrote a song about me

"Thank God it's Friday!!" şeklinde başladığım günüm hala yatakta devam etmekte. Cress+cheese içeren light sandviçim ve İngiltere'nin-köpeğiyim-evet modunda içtiğim sütlü çayımdan sonra cress'in ne olduğunu öğrendim. Tere oluyormuş Türkçesi, tere nedir onu da bilmiyorum ama ben. Aşırı tatsız ve asla yenmemesi gereken birşeymiş, bunu öğrendim bugün.

Oda arkadaşım her zamanki gibi son ses Pendulum dinliyor. Hatta İngiliz gençliğini çok fena bir Akala+Pendulum+MGMT hastalığı sarmış durumda. Seviyorum.

Kontör yüklemek ne kolay işmiş Türkiye'de, yok kredi kartınız, yok ekstrenizin yollandığı adres, yok bankanız onay vermedi, yok bilmemne derken yaklaşık 1,5 saat geçti ve ben hala yüklemeyi başarmış değilim. Ve evet bugün yine derse gitmedim uyanamayıp.

"Eğlenmek" kelimesinin y değil ğ ile yazıldığını hala öğrenememiş olanlar hakkında hiç iyi şeyler düşünmüyorum, insan anadilini bilmez mi ya?


Last.fm'de Against LGBT diye bir grup gördüm dün, ben de Against Homophobic Twats diye bir grup açmak istedim, dünyada ne çok gereksiz insan var. "If you're against gay marriage, then don't get one!" cümlesi geldi aklıma. Gidin işinize bakın kardeşim, size ne elalemin yatak odasından? Madem tiksiniyorsun, kendi yaşamını heteroseksüel olarak sürdürüp gaylerden uzak dur, bu kadar basit işte. Bu derece takıntılı homofobi gerçekten altında gizli eşcinsellik yatan bir kompleks olasılığını getiriyor aklıma. Kendi eşcinsel eğilimlerini kabullenmeme ve bastırma arzusuyla o eğilimlerle barışık yaşayanlara saldırmak mıdır bu, nedir? Biz heterosunuz diye size dar görüşlü, önüne sunulanı düşünmeden kabul eden, kendini ve toplumun "normal" adını verdiği şeyi sorgulama yetisinden yoksun, beyinsiz, ot gibi yaşamaya mahkum insancıklar diyor muyuz? Elbette demiyoruz. Ee, o zaman?

11 Ekim National Coming Out Day bu arada. Facebook status yerine "is gay" ya da "is an ally" yazıyor herkes o gün. Eğlenceli.

Bugün hayatımdaki en önemli, en herşeyi değiştiren, en güzel ve en mutlu günün 1. yılı. Amsterdam'a gitmemden 1 gün önce Cansu'yu ilk kez gördüğüm gün.

Tuesday 30 September 2008

you, your sex is on fire

Stardust var bu gece okuldaki The Venue'de.

The night for the gays, the gay friendly, the in-betweeners, the open minded & the happy to be alive & dancing!

Okulumun içinde bir gece klübü olacağı ve orada her hafta gay event'ler düzenleneceğini geçen sene söyleseler "yok artık" derdim sanırım. Mutluyum ben burada, huzurluyum. Kimseyi tanımadığım yeni bir ülkeye taşınıp bambaşka bir hayata başlamakmış meğer tüm sorunlarımın çözümü. Eskiden olanlar, beni üzen insanlar artık başka bir ülkede ve beynimin içindeki çok uzak bir boyutta kaldılar benim için. O kadar uzaklar ki..

Straight olmayan insanlarla dolu bir gece geçireceğim için mutluyum bir de.

PS: Buraya bilerek tek bir tane sigaram olmadan gelmiştim bırakmak için. Çok canım isterse otlanırım diye düşünüyordum. Ancak geldiğimde şunu fark ettim ki, çok az insan sigara içiyor, içenler de daha ucuz olması için tütün sarıyorlar, o yüzden "Bilader bana da bi tane sarsana" demek garip kaçabiliyor. Bu nedenle bugün ilk kez parama kıyıp 6YTL ödeyerek 10'lu mini bir Marlboro Lights aldım. 1 hafta idare etsin bu beni. Ofh. Burada tek bir sigara 600 bin olunca insanların "If I lived in Turkey I'd be a walking cigarette" demesi mantıklı tabii.