Saturday, 11 December 2010

i give in to sin, because you have to make life livable

Bugün kendimi durduramıyorum, 4. post'um oldu bu.

Bu aralar bu şarkıya yeniden taktım. Bu aralar hayatım Strangelove ile dolduğundan olabilir:



Bu şarkı tüm gender trouble sahibi insanlara ve fagette'lere gelsin:



Bu da bana adımı veren şarkı olarak Leni:

(Not: O kadar depresif ki 2-3 yılda bir dinliyorum.)



I kneel before her, beneath this frozen sky
Beneath her shoulder, beneath her evil eye
She towers over this male who is a fly
My sci-fi lullaby

I kneel before her, beneath this frozen sky
I beg below her, my limbs are paralyzed
She beats me harder than any kind of guy
My sci-fi lullaby

Cross my heart and hope to die.

PS. İlk ve son şarkıların ikisinin de BDSM temalı oluşuna dikkatinizi çekmek istedim.

Friday, 10 December 2010

it's a small, small world

666 post'um olmuş şu ana kadar.

Yarın akşam ilk ve son kez Klub Fukk'a gideceğim (çünkü kapanıyor). Nasıl bir mekan olduğunu adından anlayabilirsiniz.

Geçen Salı hipoglisemik olduğumda okulda Gaydar'dan tanıştığım çok güzel bir kızla buluştuğumu ve o halimle zar zor yanında durduğumu anlatmıştım birkaç post önce. Kız bana eski sevgilisi Theresa'dan bahsetmişti.

Klub Fukk'a ilk kez gideceğim için tek başıma gitmek istemedim, o yüzden üye olduğum bir forumdan giden insanlarla buluşup gideceğim. Buluşacağım kızı daha önce görmedim, o yüzden telefonunu verdi gelince aramam için. Adı ne tahmin edin: Theresa. Önce iki Theresa'nın aynı insan olabileceği aklıma gelmedi. Az önce Facebook'ta eventin sayfasına bakıyordum, Theresa diye birisi altına "Ben geliyorum, hatta yanımda birilerini de getiriyorum" modu bir şeyler yazmıştı. Profilini açtım, fotoğraflarına bakıyordum ki benim geçen haftaki kızla gayet sevgiliyken çekildikleri fotoları gördüm. İkisi gayet aynı insanmış yani.

Eğer yarın "Ne okuyorsun" türü bir muhabbet açılır da Goldsmiths dersem, o da "Aa benim ex'im de orada okuyor" cevabı verirse "Evet, geçen hafta onunla date'imiz vardı" desem komik olur, değil mi?

Londra nüfusu: 7,556,900. Bunların %10'u gay, gaylerin yarısı da kadın desek, eder 377,845. Bu kadar insan arasından kızcağızın eski sevgilisini bulma olasılığıma hayret ediyorum.

PS. Disneyland'den "It's a Small World" şarkısını bilenleriniz varsa şimdiden özür. Bu kadar günlerce kafaya takılan şarkı yok, biliyorum.

damn you all to hell

Sözlük sayesinde bu habere denk geldim.

Biri haberin sözlükteki başlığına şu entry'i girmiş:

"peki sorarım sana: senin fail-i meçhul birisinin çocuğu olduğunu kavramak için annenin cinsel organını mı kontrol etmemiz gerekiyor? kaç kişi girip çıkmış diye mi bakacağız?"

Evet, olay kelimelerle tarif edilemeyecek kadar rezil. Evet, bu adama edecek küfür bulamıyorum.

Ama bir insana küfür etmek için annesinin "orospu" olduğunu ima etmeyi de aklım almıyor. Adam böyle tiksinç bir şey yaptı diye suçlu annesi mi olmalı? Olan yine kadına oluyor, erkeğin yaptığı harekete "orospu çocukluğu" diyerek olayın sorumluluğunu ondan alıp anneye yüklüyor insanlar.

Bu aralar genel olarak edecek küfür bulamıyorum. Feminist olup küfür etmek zor iş gerçekten. İngiltere'de küfür ederken bitch, cunt, slut, bastard gibi küfürleri kullanamıyorum; kadını aşağılayan küfürler çünkü. O yüzden shit ve asshole küfürlerini tercih ediyorum bu aralar (daha yaratıcı ve gender-neutral küfürler biliyorsanız önerilere açığım). Fuck kelimesi artık ataerkil anlamını kaybettiğinden ve sadece erkeklerin yaptığı bir eylem olduğu inanışı sonunda (en azından benim kafamda) yok olduğundan onu da kullanmakta bir sakınca görmüyorum. Türkiye'de de aynı sebep yüzünden piç, orospu ve benzeri kelimelerle içinde am ya da anan geçen ifadeleri küfür olarak kullanmıyorum uzun süredir. Göt kafalı ya da beyinsiz uygun bir alternatif olabilir. Dediğim gibi, önerilere açığım.

anarchy in the uk

Dün Londra'da inanılmaz boyutta bir öğrenci ayaklanması vardı. Önceki protestolarda sadece küçük bir grup olay çıkarırken dün çoğunluk önüne gelen her şeyi ateşe verip parçalama modundaydı.

Aşağıdaki video akşam saatlerinde Parliament Square'den:



Polisin gayet durup dururken insanların üzerine saldırdığını görmektesiniz, Türk polisinde bile görmediğim derecede oha dedirten bir police brutality örneği.

Parliament Square'de bunlar olurken hemen yanındaki Maliye Binası'nın camlarını kırmaya başlamış insanlar. Aşağıdaki videoyu ev arkadaşımın arkadaşı çekmiş (ve çekerken parmağını kırmış). Videoda polis Maliye'ye girmeye çalışanları önlemek için kapıyı tutuyor:



Ben bunlar olup biterken Soho'da her zamanki gittiğim bara gitmeye çalışıyordum. Otobüs Oxford Street'e girdi, önce 5 dakikada 1 metre ilerleyen (abartmıyorum) bir trafik vardı, Oxford Circus'a yaklaştıkça iyice durdu. Önce trafik sıkışık diye durdu sandım, meğer protestocular o sırada Oxford Circus metrosunun dibindeki Regent Street'te Prens Charles'ın arabasını şişe yağmuruna tutmaktaymışlar.

Tamamen durmuş olan trafikte 1 saat (evet, hiç kımıldamadan 1 saat) bekledikten sonra otobüsün yanından yüzlerce kişilik bir protestocu kalabalığı geçmeye başladı, ardından da sürüyle polis. Otobüsün camlarını kırmaya falan çalışıyorlardı. Sonunda trafiğin yakın zamanda açılmayacağını anlayıp otobüsten indim, gideceğim yer 10 dakikalık yürüme mesafesindeydi. Ama inince baktım ki, yolda en az 20 tane kocaman kamyonumsu polis aracı var, yüzlerce protestocu, önlerine gelen her şeyi yakıp yıkıyorlar. Gerçekten başıma bir şey gelecek diye korktum, o tarafa yürümeye cesaret edemediğimden 10 dakikalık yolu metroyla gittim. Londra metrosunda yer üstünden daha güvende hissettiğim ilk andı hayatımda.

Videonun 3. dakikasında gördüğünüz otobüslerden birinin içindeydim:



Sonuç olarak bu kadar protesto bir boka yaramadı. Bir sürü insan tutuklandı, daha bir sürü insanı daha tutuklayacaklar eminim.

Thursday, 9 December 2010

i predict a riot



Londra'da 10 Kasım'dan beri sürmekte olan öğrenci ayaklanmalarının en büyüğü bugün (eğitimdeki bütçe kesintisi ve okul ücretlerinin artırılmasıyla ilgili yasa tasarısı bugün oylanıyor). Olay hala devam etmekte olduğundan video bulamadım, ama insanlar sağı solu ateşe verip polisi molotof kokteyli yağmuruna tutuyorlarmış duyduğuma göre. En son ayaklanmada durup dururken kafasına polis copu yiyen ev arkadaşım da orada.

Okulumdaki dersler bugün iptal edildi. Tüm öğretmen ve öğrencilere bugünkü protestoya gitmeleri çağrısı yapılıyordu dün bölüm başkanı tarafından gönderilen emaillerde. Haftalardır derslerde protestolara gitmek isteyenlerin devamsızlığının kayda alınmayacağı, hatta dersi boşverip protestoya gitmemizin tercih edildiği söyleniyor hocalar tarafından.

Okullardaki işgaller sürüyor, bugün Goldsmiths'de kütüphane işgal edilmiş ve o kadar içine etmişler ki kütüphane temizlik için günün yarısında kapatılmak zorunda kalmış.

Protestoların oylamanın sonucunu değiştireceğini hiç sanmıyorum, ama eminim bu ileride oy kaybı olarak geri dönecektir (özellikle LibDem'lere).

Protestolara uzak bir yerde yaşamama rağmen akşam dışarı çıkmaya korkuyorum. Gideceğim yer olan Oxford Street protesto gruplarına pek yakın değil, ama yine de geçen sefer olaylar o tarafa taşmasın diye yollar kapatılmıştı.

i'm your man



Cumartesi gecesi Klub Fukk diye bir partiye gidiyorum. Giyecek uygun bir şeylerim olmadığından bugün bir arkadaşımla Harmony ve Ann Summers'a gittik. Ann Summers İngiltere'de bir sürü şubesi olan bir zincir, Harmony ise bildiğim kadarıyla sadece Soho'da var. İkisi de iç çamaşırı, seks oyuncakları ve türevlerini satan, ama ülkemin Tarlabaşı'na sıralanmış leş sex shop'larının aksine şehrin high street denilen en merkezi alışveriş caddelerinde bulunan son derece seviyeli yerler. İçerideki ortamın Topshop'tan farkı yok kısacası. Neyse, Harmony'e bakıp giysilerinin çoğunun 0 beden kürdan kadınlara hitap ettiğini gördükten sonra Ann Summers'a gittik. Siyah deri bir korse deneyip love handle'larımın hala gayet görünüyor olduğunu fark ettikten sonra her tarafımı süper toplayan aşağıdaki kırmızı korsede karar kıldım. Korsenin fiyatı: £50. İçime doldurduğu özgüven duygusu: Paha biçilemez.


Eve geldikten sonra korsenin altına giyecek bir şeyim olmadığını fark ettim. Yarın deri ya da PVC bir etek bulmak üzere yine Ann Summers'a yolum düşecek.

Ben normalde asla bu kadar vücudumu gösteren bir şeyle dışarı çıkacak cesareti kendimde bulamazdım. Ama son 1 ayda vücuduma bakışım çok değişti.

Son 2 yılda kullandığım antidepresanlar yüzünden inanılmaz derecede kilo aldım; bu hem kendime güvenimi sıfırlamış, hem de dolaylı olarak arkadaş çevremi/gittiğim mekanları tamamen değiştirmişti. Kilo almış olmak oturup saatlerce "Görünüşümden çok tiksiniyorum" diye ağlayacak kadar sinirimi bozuyordu (abartmıyorum), hatta bir ara sırf bu yüzden Türkiye'ye döndüğümde mümkün olduğu kadar az dışarı çıkıyordum, kimse beni bu halimle görmesin diye. Türkiye'de insanlar başkalarının dış görünüşüne çok çok fazla önem veriyorlar, "güzel" insanın "normal" kilodaki insan olduğuna dair inanç daha fazla, ve şirin giysilerin hepsi o bedene sahip insanlar için üretiliyor. İngiltere'de durum böyle değil. Son derece büyük bir bedenin stil sahibi giysiler bulabilmesi mümkün, mini bir elbiseyle sokağa çıksa bile kimse "Aa kadına bak bu kiloyla ne biçim giyinmiş" tepkisi vermiyor. Yine de ben bu Türk zihniyetini üstümden atamadığımdan kilomu fazlasıyla takıntı yapıyor ve kimsenin beni çekici bulabileceğine inanmıyordum. Bu konuda bir sürü insanla konuştum son 1 ay içinde, ve hepsinin tepkisi "Deli misin sen, saçmalama, çok güzelsin" oldu. Özellikle son zamanlarda dahil olmaya başladığım kinky ortamlarda her dışarı çıktığımda en az bir insandan ne kadar güzel göründüğüme dair bir iltifat alıyorum. Demek ki benim kendime bakışımla insanların bana bakışı çok farklı, ve ben kendimi ne kadar çekici bulunamaz görsem de beni çekici bulan birileri her zaman var. Bunu fark edip gerçekten buna inanmaya başladığımdan beri kendime güvenim yerine geldi. Hatta özgüven insanlara daha da çekici geliyor galiba ki bu "Kaç kilo olduğum umrumda değil, gayet güzelim" düşüncesini benimsediğimden beri dışarı çıktığımda daha çok iltifat alıyorum. Bundan sonra kilo vermek için salak saçma diyetlerle uğraşıp sinirimi bozmayacağım.

Wednesday, 8 December 2010

love each other so, androgynous

Geçenlerde Riot Cabaret'ye gittiğimden bahsetmiştim. Bu videoyu yapıp hayatımda en kötü çıktığım fotolardan birini de koymuşlar.



O eventi düzenleyen mekan olan Wotever'daydım dün gece. Mekandaki eski performansların videolarını gösteriyorlardı.

Embedlenemediğinden buraya koyamadım ama aşağıdaki linki *kesinlikle* izleyin:

http://www.youtube.com/watch?v=NnkwNrCCpxI

Tuesday, 7 December 2010

i drink to make other people interesting



"I feel sorry for people who don't drink. When they wake up in the morning, that's as good as they're going to feel all day."

Dean Martin

old fascinations



Geçen ay Doğu Londra'da ayda bir yapılan ve gay/bi kadınlara yönelik underground'umsu bir parti olan Twat Boutique'e gittiğimden bahsetmiştim. Bu ayki parti bu Perşembe idi, ve gitmeyi planlıyordum. Ama hem ben, hem de birlikte gideceğim arkadaşım hastalıktan yataktan çıkamaz durumda olduğumuzdan o iş yalan oldu. Az önce o geceki sürpriz DJ'in La Roux Elly olduğunu öğrendim. Yani odam kadar küçücük, DJ'le gayet muhabbete girebileceğiniz kadar samimi bir mekanda Elly hanfendiyi görme şansım böylece elimden kaçtı. Of. Ve of.

Bu arada Elly'nin gay olduğuna ısrarla inanmayanlar artık inanmışlardır herhalde.

straight is (not) great



Üyesi olduğum bir sitede birisi (kadın) kendisine abazanın tekinden gelen bir özel mesajı paylaşmıştı. Bahsetmeden duramadım gerçekten. Okuyunca nedenini anlayacaksınız:

"I see from your profile that you seem to be engaged in a relationship with another female. I see this all the time and it makes me sad because I know that you and also her have never found a real man that can hold your attention. Since lesbians don't exist and the relationships between the supposedly lesbian women are sexless I assume that you both do this for your protection or something? I'd like to talk further on this so here's my number xxx-xxx-xxxx. I'll anticipate your call soon."

Holy fuck gerçekten sevgili okuyucular. Hayattaki her türlü homofobik, beyinsiz lafı duyduğumu sanıyordum ama böylesini ilk kez görüyorum. "Lesbians don't exist and the relationships between the supposedly lesbian women are sexless"?! Lol. Bir de telefonunu vermiş gerzek herif, neyi tartışacaksa.

Dünyada ne idiotlar var yarabbim. Akıl fikir böylelerine.

Monday, 6 December 2010

breathe into my hands, i'll cup them like a glass to drink from

Çok, çok ilginç bir haftasonu geçirdim. Bu aralar görüştüğüm Hollandalı bir kız var, onunla But I'm a Cheerleader izlemek için BFI Southbank'e gittik. BFI Southbank British Film Institute'un (BFI) sinema ve kültür merkezi; vizyon filmlerinden çok genelde daha eski/sanatsal/"konsept" filmlere ve belgesellere yer veren, Thames nehri kıyısında bilmemkaç tane salonu, barı, restaurantı olan bir yer.

Söz konusu filmi ilk kez 3 yıl önce İstanbul'da Bağdat Caddesi evimde yaşarken netten indirip izlemiştim. O zamanlar yeni "coming out" dönemlerimdi, ve bu filmi hoşlandığım insanları eve çağırmak için "Gelsene film izleyelim" bahanesi olarak kullandığımı itiraf ediyorum (sağolsun But I'm a Cheerleader beni hiç hayal kırıklığına uğratmadı). Dolayısıyla bir sürü insanla olan anılarıma dahil olmuş bir film, bana o insanları, o evi ve o dönemi hatırlatıyor. Filmi yıllar sonra cinsel yönelimiyle ilgili kafa karışıklığı çoktan yok olmuş, out and proud bir insan olarak Londra'da bir sinemada doğru düzgün bir görüntü kalitesiyle izlemek içimde garip bir his uyandırdı. O zamanlar geri gelmeyeceği için üzüldüm, çünkü o insanları, orayı ve o zamanı çok özlüyorum; ama şu anda geldiğim noktadan çok memnunum. Film benim hayatımdaki varoluş sebebine ulaşmış, benim için yapacağı şeyleri yapmış ve o yüzden artık hayatımdan çıkıp gitmiş gibi hissettim, bir daha izlemeyecekmişim gibi. Sırf bu hissi üzerimden atmak için şu anda Amazon'dan DVD'sini sipariş verdim, Türkiye'ye döndüğümde bütün arkadaşlarıma bu filmi izletme misyonuma devam edeceğim.

Videoyu 3. dakikadan sonra izleyin.



Filmden sonra BFI'daki restaurantlardan birine yemek yemeye gittik. Müthiş bir sıcak kokteyl menüsü vardı. Hava buzzz gibi olduğundan ve hala grip olduğumdan günlerdir alkol almak istiyor ama boğazımı ağrıtır diye alamıyordum, "Keşke şarap dışında sıcak alkol olsa" diye geçiyordu aklımdan. O yüzden o menüyü görmek beni çok mutlu etti, bir sürü sıcak viski içtim.


O sırada karşıda nehir kıyısına açılan kapının hemen yanında mini mini bir tarla faresi gördüm. Küçük parmağım boyunda, *inanılmaz* derecede tatlı bir şeydi. Kapının yakınlarındaki koltukların altında dolanıp karnını doyurmaya çalışıyordu. Biz 10 dakika boyunca onu izleyip "OMG it's adorable!!" modunda baktıktan sonra en yakındaki masadaki kadın fareyi fark edip "Aman Tanrım fare!" şeklinde ayağa fırladı. Bütün restaurantın olaya uyanmasının ardından garsonlar fareyi gözlerimizin önünde ezerek öldürdüler. Çok, çok iğrenç bir şeydi. Bir hamburgerle bir içkiye 60TL verilen bir mekanda fare görülmesinin nasıl bir izlenim bırakacağının farkındayım, ama kapı hayvancağızın dibindeydi, açıp dışarı kaçırabilirlerdi. Bu post bittikten sonra ilk iş mekanın yönetimine şikayet emaili atacağım.

Dün bütün günümü London Alternative Market'de geçirdim. LAM BDSM/fetish aksesuarlarının, giysilerinin vs. satıldığı, konuyla ilgili workshopların düzenlendiği ve sonrasında aldığınız oyuncakları deneyebildiğiniz bir gün. İlk kez gitmiştim, çok çok eğlendim. Param olmadığı için bir şey alamadım, ama workshoplar eğlenceliydi, ve sevdiğim arkadaşlarım vardı. Akşamın ilerleyen saatlerinde bir sürü spanking/flogging/whipping/cigarette burning ve türevi aktivite ile onlarca çıplak insan gördükten sonra gayet giyinik bir şekilde eve gitmeye hazırlanıyordum ki kendimi kırbaç workshop'unda buldum. Kırbaç kullanmayı öğreten adamın modeli gelememişti, ve bana model olmak isteyip istemediğimi sordu. Hayır, bir sürü insan arasında tanımadığım bir adam tarafından kırbaçlanmak istemiyordum. Yine de ilginç bir workshop'tu izlediğim kadarıyla, kırbaç şaklamasının silah sesi gibi insanın kulak zarını acıtır ve bir süre duymasını engeller derecede yüksek bir ses çıkardığını bilmiyordum.

Böyle de bir haftasonuydu.

2 haftadır devam eden gribim sonunda bitti.