Ne zaman canım sıkkın olsa kendimi nehir kenarına atıyorum. Hem suyun varlığı, hem de South Bank'in canlılığı bana kendimi biraz da olsa iyi hissettiriyor. London Eye'ın altındaki bankların birine oturup Big Ben'in fotoğraflarını çeken, sokak sanatçılarını izleyen, sinemaya ya da işine gücüne koşuşturan insanları izlemek, bana içime dert olan şeylerin geçeceğini hatırlatıyor. "Yakında her şey yoluna girecek, ben de bu insanlar gibi iş çıkışı bir şeyler içmeye buraya gelecek ya da başka bir şehrin turistik yerlerinde sevgilimle fotoğraf çektiriyor olacağım" gibi hayallere kapılıyorum.
Türkiye'den döndüğümden beri hem aylardır iş arayıp bulamama, hem yine ailemden ayrı kalma, hem de D'nin artık olmaması sebepli bir türlü geçmez bir iç sıkıntısı içindeyim. Her gün Starbucks'tan filtre kahvemi alıp South Bank'teki banklara gidiyor, hayatımı gözden geçiriyor, bazen saatlerce düşünüyor ve çevremdeki turistlerin mutluluğunun birazının bana bulaşmasını diliyorum. Dün yine her zamanki gibi bunu yaparken oturduğum bankta "Everybody needs a place to think" yazdığını fark ettim. Tam da düşünmek için oturduğum bir bankta bu yazıyı görmek beni gülümsetti.
Lütfen, lütfen, lütfen, en kısa zamanda yeniden huzur sahibi olmak istiyorum.