http://bad.eserver.org/issues/2001/54/lehner.html
Çok beğendim linkteki yazıyı, femme olduğu için straight zannedilmeye uyuz olmakla ilgili.
Industrial Pink'e gidiyorum bu akşam ilk kez. Girls And boYs'daki o uyuz olduğum kız da Facebook'ta attending görünüyor, Jolie ya da Joey adı, öyle birşeyler, emin değilim. Neyse, işin garip kısmı bugün oraya birlikte gideceğim kızın eski sevgilisiymiş bu sinir olduğum tip, ve ikisi de birbirlerine sinir oluyorlarmış şu an. Garip şeyler olabilir yani bu gece. Cat fight!!
Wednesday, 11 February 2009
warmness on the soul
Bugünlerde emo kid ruh halleri geldi bana. iTunes sağolsun milletin playlistlerine bakınırken Avenged Sevenfold gördüm birinde, çoook zamandır dinlememiştim. "Lise 2'de bayıldığım bir şarkıları vardı" dedim, hatırlamaya çalıştım, buldum sonunda. A7X ile alakası olmayan ve sözleri, kendisi, melodisi, o kadar tatlı bir şarkı ki bu. Dinleyin kesin.
Your hazel green tint eyes watching every move I make.
And that feeling of doubt, it's erased.
I'll never feel alone again with you by my side.
You're the one, and in you I confide.
Your hazel green tint eyes watching every move I make.
And that feeling of doubt, it's erased.
I'll never feel alone again with you by my side.
You're the one, and in you I confide.
And we have gone through good and bad times.
But your unconditional love was always on my mind.
You've been there from the start for me.
And your love's always been true as can be.
But your unconditional love was always on my mind.
You've been there from the start for me.
And your love's always been true as can be.
I gave my heart to you.
I give my heart, cause nothing can compare in this world to you.
Tuesday, 10 February 2009
people steal from you, they take anything they choose
Bugün her zamanki gibi öğlen -daha doğrusu öğleden sonra- uykuma yatmışken tam uyku-uyanıklık arasındaki o en yaratıcı garip zamanda aklıma yıllardır dinlemediğim bir şarkı takıldı. Kafamda çalmaya devam etti bir süre, düşündüm neydi bu şarkı diye, aklıma geldi sonra: Emery-Fractions.
Ve bu şarkı bana lise yıllarımdaki Oğuz'u hatırlatıyor.
Yine dinliyordum az önce, özlemişim Emery'i. Neyse, dinlerken dedim "Ben niye Emery konserine gitmiyorum ki?". Açtım Last.fm'i, konser tarihlerine baktım, Give It A Name varmış Londra'da 17 ve 19 Nisan'da. 17 Nisan olanında Emery var, 19 Nisan'dakinde de Taking Back Sunday ve Thursday. 19'unu tercih etmek zorundayım malesef, Nisan'ın tam da o zamanında skint ötesi bir maddi durumda olacağımdan ikisine birden gitmem mümkün değil. Gerçi tam da Easter tatilime denk geliyor, Hollanda-İtalya falan filan herhangi bir Avrupa ülkesinde o 3 grup aynı gün olan bir Give It A Name varsa ona da gidebilirim, oradan Türkiye'ye geçerim. Mümkün. Ama araştırmaya üşendim şimdi başımdaki şu felaket ağrıyla.
people steal from you,
they take anything they choose
it's good to see you
i missed you last night
that's such a lovely color
it goes with your eyes
before we fall asleep
i just wanted to say
this all seems so easy
but there's choices to make
i wanted to mean everything to you but this isn't right
you keep coming back disassembled and i keep losing this fight
Monday, 9 February 2009
and you could say "give your love to me"..
I've lost myself once and I see that I was weak of heart.
And if you will stay with me we face the hardest part.
We will find out as we change about.
Is this the last part? Here is one we shout:
And you could say, "give your love to me," but I was far away.
And you could be handing love to me, but I was far away.
And you could say "bring your love to me", but I was far away.
And you could be handing love to me, but I was far away.
Kafamda Cut Copy çalarak uyandım bu sabah. Kalms ve etkili olup olmaması konusunda nötrüm hala. Sabah aşırı uyku sarhoşu bir şekilde uyanmadım en azından, midemde de iğrenç ilaç tadı yok, ama hala mayışığım gayet. Saat 1, 3'te dersim var, kapkaranlık odamda oturuyorum, uyusam mı bir yarım saat diyorum ama telefonumun alarmı nedensiz bir şekilde çalışmıyor Paris'ten geldiğimden beri, uyusam uyanamam, dersimi kaçırmamalıyım asla, Strategic Studies ders, hocamız Bilkent'ten gelen Türk bir kadın, Yeditepe'ye geri dönmüş olduğum izlenimini veriyor bana. Alkol alınca kurtlanıyorum ben, kalkıp bir yerlere gidesim geliyor, belki evden çıkmadan bir Strongbow içsem derse gitme isteği doğar içimde. Ayrıca posta şeyine gidip başkasınınkiyle karışan postamı değiştirmem gerek bugün. O şehrin ortasındaki süper evin sahibinin aramasını bekliyorum heyecanla, o eve taşınabilirsem süper olur.
Burcumun gezegeni -gezegen değil pek evet- Ay, ve Ay'ın Yengeç burcu kişiliğim üzerindeki etkilerinden daha önce milyonlarca kez bahsetmiş olmalıyım burada. Tahmin edebileceğiniz üzere burcumun taşı aytaşı. Aytaşı ve inanılmaz derecede şirin gözüken bir yüzük almıştım birkaç hafta önce, onu takıyorum artık hep evden çıkarken, ve herşey çok yolunda gitmeye başladı, daha şanslı ve iyi hissediyorum o yüzük parmağımdayken.
Saat 13.13. Simli pembe ojelerime bakmaktan felaket zevk alıyorum. Bugünü atlatabilirim kolaylıkla, yarın ve Cuma'yı da atlatırsam deli gibi eğlence potansiyeli olan bir haftaya adım atmış olacağım. Cuma akşamı yeni favori çiftim olan Rob ve Stevie ile köşedeki pub'da 1-2 cider, Cumartesi Lisa tarafından özen ve sevgiyle hazırlanmış bir Sevgililer Günü yemeği ve şampanya, daha sonra da kapanmadan önceki son gecesini kutlayan gay pub Queen Anne'de drag queen show. Pazar mayış, Pazartesi mayış, Salı Londra Oxford Street Topshop'ta £40 voucher harcamak ve akşamında Alkaline Trio konseri, daha sonra Camden'da gece açık bir yer bulup birer kahveyle ayıldıktan sonra Gatwick havaalanına gidip park edip arabada 2-3 saat uyumak, sabahın köründeki uçağımızla İstanbul'a geliş, 3 gün İstanbul. Mü-kem-mel.
And if you will stay with me we face the hardest part.
We will find out as we change about.
Is this the last part? Here is one we shout:
And you could say, "give your love to me," but I was far away.
And you could be handing love to me, but I was far away.
And you could say "bring your love to me", but I was far away.
And you could be handing love to me, but I was far away.
Kafamda Cut Copy çalarak uyandım bu sabah. Kalms ve etkili olup olmaması konusunda nötrüm hala. Sabah aşırı uyku sarhoşu bir şekilde uyanmadım en azından, midemde de iğrenç ilaç tadı yok, ama hala mayışığım gayet. Saat 1, 3'te dersim var, kapkaranlık odamda oturuyorum, uyusam mı bir yarım saat diyorum ama telefonumun alarmı nedensiz bir şekilde çalışmıyor Paris'ten geldiğimden beri, uyusam uyanamam, dersimi kaçırmamalıyım asla, Strategic Studies ders, hocamız Bilkent'ten gelen Türk bir kadın, Yeditepe'ye geri dönmüş olduğum izlenimini veriyor bana. Alkol alınca kurtlanıyorum ben, kalkıp bir yerlere gidesim geliyor, belki evden çıkmadan bir Strongbow içsem derse gitme isteği doğar içimde. Ayrıca posta şeyine gidip başkasınınkiyle karışan postamı değiştirmem gerek bugün. O şehrin ortasındaki süper evin sahibinin aramasını bekliyorum heyecanla, o eve taşınabilirsem süper olur.
Burcumun gezegeni -gezegen değil pek evet- Ay, ve Ay'ın Yengeç burcu kişiliğim üzerindeki etkilerinden daha önce milyonlarca kez bahsetmiş olmalıyım burada. Tahmin edebileceğiniz üzere burcumun taşı aytaşı. Aytaşı ve inanılmaz derecede şirin gözüken bir yüzük almıştım birkaç hafta önce, onu takıyorum artık hep evden çıkarken, ve herşey çok yolunda gitmeye başladı, daha şanslı ve iyi hissediyorum o yüzük parmağımdayken.
Saat 13.13. Simli pembe ojelerime bakmaktan felaket zevk alıyorum. Bugünü atlatabilirim kolaylıkla, yarın ve Cuma'yı da atlatırsam deli gibi eğlence potansiyeli olan bir haftaya adım atmış olacağım. Cuma akşamı yeni favori çiftim olan Rob ve Stevie ile köşedeki pub'da 1-2 cider, Cumartesi Lisa tarafından özen ve sevgiyle hazırlanmış bir Sevgililer Günü yemeği ve şampanya, daha sonra da kapanmadan önceki son gecesini kutlayan gay pub Queen Anne'de drag queen show. Pazar mayış, Pazartesi mayış, Salı Londra Oxford Street Topshop'ta £40 voucher harcamak ve akşamında Alkaline Trio konseri, daha sonra Camden'da gece açık bir yer bulup birer kahveyle ayıldıktan sonra Gatwick havaalanına gidip park edip arabada 2-3 saat uyumak, sabahın köründeki uçağımızla İstanbul'a geliş, 3 gün İstanbul. Mü-kem-mel.
Sunday, 8 February 2009
i will miss her voice, her eyes, and love's first kiss
Uyku problemim sinir boyutlara ulaştı yine. Ne kadar yorgun olursam olayım gece uyuyamıyorum, uyusam da abuk saatlerde uyanıyorum gecenin bir yarısı, tekrar uyuyamıyorum da asla, salak salak yatakta oturuyorum boş boş 2-3 saat, sonra tekrar uyuyorum, bu sefer uyanamıyorum, bütün gün uykulu geziyorum, gece yine uyuyamıyorum. Uyku ilacı almak istemiyorum artık, bitkisel şeyler denemeye karar verdim bir süre en azından. Kalms Sleep aldım, pek işe yaramıyormuş çoğu insanda ama bazılarında yarıyormuş, bilemiyorum, sabah görürüm.
9 Nisan Erol Alkan bileti aldım geçen gün, 11 Nisan'da Bloc Party+Foals var, 10'unda Peaches varmış az önce öğrendim. Hayatımdaki en süper 3 gün olabilir sanırım.
Lovers of the Arctic Circle izledik bugün, yine sinirlerim bozuldu. Sonu kafamı karıştırıyor zaten hala. Ama yine de mükemmel bir film. Jeux d'Enfants gibisi yok gerçi.
Nedensiz bir şekilde yıllardır dinlemediğim bir şarkı takıldı aklıma:
Bring back the memories, this one's giving up on you. I don't miss giving up on you and there's no more time, forgive me one more time. Cause I don't want you away.
Another day has passed that I'm regretting. The window's closed and she's not letting me in.
One breath one glance
Slipped away and
Missed call missed glance
I can't stay
Too late
She's gone
I will miss her voice, her eyes
And Love's first kiss
I can't remind you all the time
Bring it back
Bring it back to where we were before
The day is gone
The sky is blue
I know you're all alone
And the sky is blue
Come back to me
The sky is blue
The sky is blue
Come back to me, the sky is blue diyesim geldi bir an Lise 2 yılıma. Çok nostaljik olmak iyi değil, biliyorum. Anıları kafamda yeniden yaşamak o şeyi gerçekten yapmanın verdiği hissi verebiliyor olsa keşke, geleceğin tamamını anılarımı kafamda oynatarak geçirsem.
Myspace'ime bakmıyorum uzun zamandır pek, baksam da kullanmıyorum, sadece mesajlarıma bakıyorum/cevap veriyorum. Polonya'dan tanımadığım ve fotoları eğer fake değilse gayet taş ötesi olan bir hanım kızımız mesaj atmış bana "Londra'ya geliyorum arkadaşımla bize gay club önerebilir misin" şeklinde. Buraya ilk taşındığımda kendim de aynı durumda olduğumdan normalde asla cevap vermeyeceğim türde bir mesaja cevap verdim ben de. Daha sonra kızdan "Çok sağolll muck muck muck sen de gel bizimle?" modu bir cevap geldikten sonra fake olduğuna dair inancım iyice bir arttı. Kesin 40 yaşında çirkin abaza herifin tekidir diye düşünüyorum hatta. Bu abaza erkeklerin lezbiyen takıntısı nedir anlamıyorum ben. Sizce?
Lovers of the Arctic Circle izledik bugün, yine sinirlerim bozuldu. Sonu kafamı karıştırıyor zaten hala. Ama yine de mükemmel bir film. Jeux d'Enfants gibisi yok gerçi.
Nedensiz bir şekilde yıllardır dinlemediğim bir şarkı takıldı aklıma:
Bring back the memories, this one's giving up on you. I don't miss giving up on you and there's no more time, forgive me one more time. Cause I don't want you away.
Another day has passed that I'm regretting. The window's closed and she's not letting me in.
One breath one glance
Slipped away and
Missed call missed glance
I can't stay
Too late
She's gone
I will miss her voice, her eyes
And Love's first kiss
I can't remind you all the time
Bring it back
Bring it back to where we were before
The day is gone
The sky is blue
I know you're all alone
And the sky is blue
Come back to me
The sky is blue
The sky is blue
Come back to me, the sky is blue diyesim geldi bir an Lise 2 yılıma. Çok nostaljik olmak iyi değil, biliyorum. Anıları kafamda yeniden yaşamak o şeyi gerçekten yapmanın verdiği hissi verebiliyor olsa keşke, geleceğin tamamını anılarımı kafamda oynatarak geçirsem.
Myspace'ime bakmıyorum uzun zamandır pek, baksam da kullanmıyorum, sadece mesajlarıma bakıyorum/cevap veriyorum. Polonya'dan tanımadığım ve fotoları eğer fake değilse gayet taş ötesi olan bir hanım kızımız mesaj atmış bana "Londra'ya geliyorum arkadaşımla bize gay club önerebilir misin" şeklinde. Buraya ilk taşındığımda kendim de aynı durumda olduğumdan normalde asla cevap vermeyeceğim türde bir mesaja cevap verdim ben de. Daha sonra kızdan "Çok sağolll muck muck muck sen de gel bizimle?" modu bir cevap geldikten sonra fake olduğuna dair inancım iyice bir arttı. Kesin 40 yaşında çirkin abaza herifin tekidir diye düşünüyorum hatta. Bu abaza erkeklerin lezbiyen takıntısı nedir anlamıyorum ben. Sizce?
gray matters
Gray Matters'ı çok uzun zamandır izlemek istiyor ama nedense Amazon alışveriş sepetimde almadan bekletiyordum. Geçen hafta niye-almıyorum-ki-ben-bu-filmi diyerek aldım, bugün de izledim sonunda. Biri gay biri straight iki insanın bir kadını elde etmek için birbiriyle yarışması konulu olduğu için çok şey bekliyordum belki filmden, bilmiyorum. Maddi kaygılar nedeniyle bir Hollywood filminden straight-her-zaman-kazanır'dan farklı bir sonuç beklemek zaten saçmaydı biliyorum, ama hayal kırıklığına uğradım yine de.
"Hayatımda izlediğim en kötü coming out hikayesi" yazmış imdb'de birisi film hakkında, katılmadan edemedim zaman zaman. 30 yaşına kadar son derece hetero gezmiş, bir kere olsun cinselliğini sorgulamamış bir insanın tek bir öpüşmeden sonra "Oh my God I'm gay!!" sonucuna varmış olması inandırıcı gelmedi bana. Yani olabiliyordur belki böyle şeyler dünyanın başka bir yerinde başka birilerine, ama benim için coming out dönemi sırasıyla "I'm only experimenting/Maybe I'm bi/Ok then I guess I'm gay" süreçlerinden oluşmuştu. Keyword: süreç. "Ama daha geçen ay seni bir erkekle gördüm/Bilmemkaç sene bir erkekle birlikteydin/Dikkat çekmeye mi çalışıyorsun/Saçmaladın iyice, gay olmak da moda oldu" ve türevi düşünceler içindeki insanlara rağmen ne olduğumu, ne istediğimi anlamaya çalıştığım ve sonunda kendime "Eeh bana ne insanların ne dediğinden, kendime bir etiket yapıştırmak zorunda değilim, herşey siyah-beyaz değil, adımın başına cinsel eğilimimle ilgili bir sıfat eklemek zorunda değilim ki ben" dememle sonuçlanan, 1 yıl süren -gayet kısa bir zaman aslında çoğu kişiye göre- ve düşünüp durmakla geçen bir dönem. Türkiye'de yaşamaya devam ediyor olsaydım çok daha uzun sürerdi eminim. Kendimle rahatım şu anda, gizlenmiyorum da kimseden, deli gibi aşık olduğum insanlara heves/geçici/phase/özenmek vb. gözüyle bakanlara da tokat atasım geliyor çok afedersiniz. Hayatımda hiç bir karşı cinse aşık olmadığım kadar aşık olmam ve dolayısıyla hayat tarzımda görünür değişikliklerin olması başkalarının neresine neden batar bilemem. Gidip bir çay içsinler.
Kısacası hoş filmdi ama pek inandırıcı gelmedi bana. Fazla heteroseksist bir film, tamamen konu hakkında hiç deneyim/fikir sahibi olmayan birinin elinden çıkmış izlenimi veriyor. Filmden sonra tek düşündüğüm şey; Rachel Shelley is so FINE!!
Subscribe to:
Posts (Atom)