Saturday 23 June 2012

you are so magnetic, you pick up all the pins

Bu aralar ne kadar acayip insan varsa beni buluyor.

Salı günü Londra'nın Soho'yla birlikte en gay semti olan Vauxhall'da bir gay bar'da tek başıma oturmuş içkimi içiyordum. Yanımdaki masaya takım elbiseli bir adam oturdu, göz göze geldik, gülümsedi, gülümsedim. Sonra adam yanıma geldi ve "Çok sarhoşum, arkadaşlarımı kaybettim, oturabilir miyim" dedi. Oturabileceğini söyledim. Adamın iş arkadaşlarıyla içmeye gittiği, sonra arkadaşlarından ayrıldığı ve karşısına çıkan ilk pub'a giren hetero biri olduğu ortaya çıktı. Muhabbeti de oldukça eğlenceliydi. Daha sonra bana sarılıp "Çok güzelsin" falan filan demeye başladı. 30 kere falan aynı şeyi tekrarladıktan sonra beni Ascot'a at yarışı izlemeye davet etmesinin üzerine "Gay barda olduğunun ve benim de gay olduğumun farkındasın değil mi" dedim adama. Zavallım nasıl üzüldü, nasıl şaşırdı anlatamam. Özür diledi ve kalktı gitti. Oysa ben gitmesini falan söylememiştim. Çok da iyi adamdı. Bir yandan gay olduğum açıklamasını "Ama nasıl olur, sen çok güzelsin" gibi önyargılı ve saçma bir tepkiyle karşılamasına sinir oldum, bir yandan da kendini kötü hissetmesine neden olduğum için üzüldüm. Bir yanım ise bir pub'a adım atalı 10 dakika geçmeden güzel bulduğu birinin masasına giderek onunla tanışma cesaretine sahip olmasına imrendi. Hayatımda hiçbir zaman öyle bir şey yapmadım, ne zaman birilerinden hoşlansam sadece bol bol bakıyor ve onların adım atmasını bekliyorum. Ve %99.9 ihtimalle atmıyorlar, kalkıp gidiyorlar ve onlarla birlikte bir şeyler olması potansiyeli de gidiyor. Onu geçtim, birinin benden hoşlandığını anlama konusunda tam bir odunum. Ne zaman birilerinin benden hoşlandığını düşünsem sadece arkadaşça davranıyor çıkıyorlar. Ve şu anki sevgilimden öğrendiğime göre insanlar benden bariz şekilde etkilendiğinde de ruhum duymuyor. Neredeyse umutsuz vakayım yani.

**

Geçen cumadan beri üçüncü kez otobüs durağında alakasız herifler tarafından rahatsız edildim. Bunların üçü de saat 23.00 civarı Londra'nın en canlı, merkezi bölgesindeydi. Otobüs durağında tanımadığı kadınların yanına gidip "Çok güzelsiniz bik bik bik" yapmak, aynı otobüse binip aynı durakta inmeye kalkmak, ısrarla konuşma başlatmaya çalışmak nasıl bir taktiktir? İşe yaradığı görülmüş müdür? Bunları yapanlar gerçekten taciz ettikleri insanı elde etme şansları olduğuna inanıyorlar mı? Bu neyin kafası cidden?

Çok sinirleniyorum.

**

Yarın BBC'nin düzenlediği Hackney Weekend'e gideceğim. Biletleri bedava olan ama bulmak için bilmem kaç deveye hendek atlatmak gereken, über bir festival. Line-up mükemmel, ama nasıl olsa ikisini de izledim diyerek Lana Del Rey ve Florence and the Machineli Pazar gününe bilet almadığıma yanıyorum (herkesin tek bir güne bilet alma hakkı vardı).


Lana Del Rey takıntım geçen hafta canlı izlediğimden beri abartı boyutlara ulaştı. Evimde yaşasın istiyorum.

Wednesday 20 June 2012

anyone who lives within their means suffers from a lack of imagination

Bozuk moralimi düzeltmek için biraz retail therapy lazım diye düşünerek bugün Selfridges'in yolunu tuttum. Selfridges'in fiyatları normalde Harvey Nichols, Harrods ve türevleriyle aynı oluyor, ancak indirim zamanı gelince diğerleri en fazla %50 inerken Selfridges %70'e kadar indiriyor. O yüzden çılgın ucuz şeyler vardı.

Üç saatlik bir alışveriş çılgınlığı sonucu keyfim yerine geldi. Bo Derek'in sözleriyle:
"Whoever said money can't buy happiness simply didn't know where to go shopping."

İşte benimle birlikte eve gelen güzeller:

Marc by Marc Jacobs yüzük
£50 £15

Marc by Marc Jacobs kolye
£60 £20

Marc by Marc Jacobs çanta
£60 £20

House of Holland külotlu çorap
£15 £2


MICHAEL Michael Kors elbise
£170 £40

Selfridges sonrası Mango Frappuccino'mu alıp Hyde Park'ta güneşin tadını çıkarmayı planlıyordum, ama hazır oraya kadar gitmişken Marc by Marc Jacobs'a uğrayayım dedim. Tabii ki indirim yoktu, ama aşağıdaki gay ötesi şapkayı görünce (£11) kendimi tutamadım.



UPS bir aksaklık yapmazsa iki senedir arayıp bulamadığım ve sonunda İtalya'daki bir mağazanın internet sitesinde denk geldiğim Marc by Marc Jacobs güneş gözlükleri yarın gelecek. Yaşasın!

Tuesday 19 June 2012

with a heavy heart

Manchester sonrası başlayan depresif ruh halimi havanın bombok oluşuna ve PMT çılgınlığı yaşayan hormonlarıma vermiştim, ancak bu faktörlerin ortadan kalkmış olmasına rağmen "Kalbimde bir ağırlık var"dan başka şekilde tanımlayamadığım bir duygu içindeyim. Hava günlük güneşlik ve ben bütün gün sadece yiyecek/içecek bir şeyler almak ve tuvalete gitmek için yataktan çıkıyorum, onun dışında tüm zamanım nette geçiyor; kendimi dışarı çıkmaya zorladığımda aklım evde oluyor, bir an önce dönesim geliyor. Sürekli uyuyasım var. Ev arkadaşım gitti, birkaç hafta yalnızım. Sevgilim sevgili ailesiyle bilmem nereye tatile gitti ve süper zaman geçiriyor. Günde sadece birkaç kez mesajlaşabiliyoruz ve bir daha ne zaman doğru düzgün görüşebileceğimiz belli değil. Güzelim Haziran günlerini geçmesini dileyerek, bir bok yapmadan ve tadını çıkarmadan geçirmek sinirime dokunuyor. Çok, çok yalnız ve boktan hissediyorum. Ve bu hissin iki haftadır geçmemiş oluşu depresyonum geri mi dönüyor korkusu uyandırıyor içimde. Tüm bunların üzerine dün gece Facebook'ta arkadaşlarımdan birinin şu fotoğrafı like'ladığını gördüm. Fotoğrafa mı üzüleyim, sayfanın adına mı bilemedim.

"Don't make someone a priority if they only make you an option." Bu bir işaret mi acaba?


Beni mutlu edecek ve kafamı içinde bulunduğum gittikçe ruh emici hale gelen ilişki durumundan uzaklaştıracak birileriyle zaman geçirmeye ciddi halde ihtiyacım var.

Monday 18 June 2012

no fear of the homophobe

En son yazımın üstüne yine bir sürü şey oldu.

D'nin annesinin durumunun kötüye gitmesi üzerine haftasonu planlarımız iptal oldu. Sadece dün öğle yemeği için buluşabildik. Bugün D, T ve çocukları birlikte tatile gidiyorlar. Cuma günü tatil dönüşü D direk annesinin yanına gidecek, yine görüşemeyeceğiz. Tam ben ondan sonraki haftasonunu birlikte geçiririz diye kendimi avutuyordum ki, o haftasonunu T ile ilişkilerini düzeltme amacıyla baş başa geçirmeyi planladıklarını öğrendim.  Bizim haftasonumuz iptal olduğu için o haftasonu o planı iptal edip benimle olmak istediğini ve T ile konuşacağını söyledi, ama T'nin uyuzluk yapacağını tahmin ediyorum. Bu durumda Haziran ayı boyunca bir tek günü bile baş başa geçirememiş ve sadece haftada bir öğle yemeği için buluşmuş olacağız.

Görüşemiyor olmamızın kesinlikle onun suçu olmadığının farkındayım, ve içimdeki bencil çocuğu tüm gücümle bastırmaya çalışıyorum, ama yine de bir parçam tüm bu olanlara fena halde içerliyor. Manchester ve sonrasında olanlardan sonra onunla iki gün de olsa yalnız zaman geçirmeye ve ilişkimizi sorgulamaya başlayan iç sesimi susturmaya ihtiyacım vardı. Onu göremedikçe Büyük Manchester Drama Rüzgarları sonrası ortaya çıkan o ses daha da güçleniyor ve ona olan hislerimden şüphe duymaya başlıyorum. Ya da yanlış oldu, hislerimden değil de, ilişkimizin geleceğinden diyelim. Geçen hafta T'nin Manchester'da yaptığı ve haberim olmayan birkaç şeyi daha öğrendim, gerçekten kimsenin sevdiği birine yapmayacağı leş hareketler. Kadının D ile tamamen çocuğunu tek başına büyütemeyeceği için maddi amaçlı birlikte olmak istediği ve aralarında artık aşk maşk kalmadığı çok belli (T işsiz, çalışmak gibi bir isteği de yok, hem onun hem de çocuğun her masrafını D karşılıyor). D de bunun farkında. Bunu bilmesine ve T'nin kendisini bilmem kaç kez aldatmış olmasına, daha bir sürü pislik yapmasına rağmen hala o ilişkiyi sürdürmekte kararlı olması benim D'ye olan saygımın azalmasına neden oluyor. D'nin ortada sırf bir çocuk var diye böyle leş bir insanla zamanının %90'ını geçirmesine, benim her zaman kıyıda köşede kalmama ve bana bunun değişeceğine dair en ufak bir izlenim vermemesine ciddi içerlemeye başladım. Ayrılmak istemiyorum, ama 5 sene sonra hala onu arada bir haftasonları gören, akşamlarını sevgilisiyle romantik bir yemek yiyerek geçireceğine tek başına evde şarap içerek geçiren yalnız kadın modeli olma düşüncesi bu aralar kafamı fena halde rahatsız etmeye başladı. O yüzden başka insanlarla görüşmeye karar verdim. D ile başkalarıyla birlikte olmak istediğimde bunu ona söyleyeceğim ve kurallar belirleyeceğimiz konusunda anlaşmıştık, ama bu kadar şeyin ortasında "Ha bu arada, ben bana verdiğin zamanın yetmediğine ve başkalarıyla da birlikte olmak istediğime karar verdim" demenin zaten hassas olan dengemizi daha da bozacağından korkuyorum. O yüzden ikinci bir sevgili bulma çabalarım şu anda ondan habersiz devam ediyor.

**

Haftasonu Lovebox'taydım. Hot Chip, Crystal Castles, Lana Del Rey, The Rapture, Patrick Wolf ve Mika'yı canlı izleme fırsatım oldu. Lana Del Rey takıntım gittikçe büyüyor; sesine, şarkılarına, güzelliğine, tavırlarına, her şeyine bayılıyorum.

Düne kadar gay olduğunu bilmediğim Patrick Wolf'un Bermondsey Street'in şarkı sözlerini "Love knows no boundaries, no fear of the government, no fear of the homophobe" olarak değiştirmesi de aklımda yer etti.

Sahnede onun kadar komik ve şirin olan çok az insan var. Siz de benim gibi işsiz güçsüzseniz konser kayıtlarına bir göz atın.