Friday, 24 February 2012

lost in translation

Bugün London Metropolitan University'de bir panele gittim. London Met ile ilgili olarak kafamda dandik bir okul olduğuna dair bir izlenim vardı, bugün akademisyenlerinin halini görünce o izlenimim daha da güçlendi. Goldsmiths'de okuduğum ve zihinsel olarak bana ilham veren ve düşüncelerimin sınırlarını zorlayan akademisyenlerden eğitim aldığım için kendimi şanslı hissettim.

Seminerde arkamda iki tane tip oturuyordu. Konuşmacılar hakkında falan "Ayy, şuna uyuz oluyorum, sevgilisinden ayrılsa da ben yavşasam", "Bir transseksüel eksikti, onu da bulmuşlar" şeklinde mal mal muhabbetler yapıyorlardı. Türkçe konuştukları için kimsenin anlamayacağını varsayıyorlardı muhtemelen. Yurtdışında ne zaman Türk birilerine denk gelsem, önce "Nolur, saçma sapan bir laf etmesinler" diye dua ediyorum içimden, sonra da o salak lafları benden başka kimse anlamıyor diye şükrediyorum. Genellemelerden hoşlanmıyor olsam da gözlemlerime göre Türkler'de "Nasıl olsa yabancı ülkedeyim, kimse anlamıyor, ağzıma geleni söyleyeyim" gibi bir zihniyet var. Ve başkasının işine burun sokmakta üstlerine yok. Daha önce de Londra metrosunda sevgilimin elini tutarken bize bakarak Türkçe olarak yanındaki tipe "Lezbiyenlere bak" diyen bir gerizekalı kadına denk gelmiştim. İnsanlar bilmiyor ki dünya küçük, Londra'da milyonlarca Türk var. Onu da geçtim, ben o insanların yerinde olsam, kimsenin anlamayacağını düşünüyor olsam bile transfobik ve homofobik düşüncelerimi dile getirerek ne kadar gerikafalı biri olduğumu göstermeye utanırım.

Ve evet, insanlara bakıp yanındakine "Lezbiyene bak, transseksüele bak" demek homo/transfobi örneği oluyor, bilmeyenler için.

**

Ekşi Sözlük'te bu aralar homofobi yine yolunu almış gidiyor. Her zaman vardı, ama bu aralar ne zaman sözlüğü açsam sol frame'de homofobik başlıklar görüyorum. Oturup eşcinsellere hakaret etmeye ciddi zaman harcayan insanlar var yani (ve "insan" terimini en geniş anlamıyla kullanıyorum burada). İnsan yapı olarak gelişmek, kendini aşmak ve daha iyi olmak isteyen; bunları amaçlayan bir varlık değil midir? Bazılarının geri kalmışlıklarına bu kadar hiddetle tutunuyor olmasını hayretle izliyorum.

Bilmeyenler için, evet, homofobikseniz uygar insan level'ına atlayamamışsınız henüz.

Tuesday, 21 February 2012

three blind mice

Pazardan beri Londra'da hava güneşli. Üç gün arka arkaya güneş bu mevsimde ve bu kentte çoook nadir bir şey, ve dediğim gibi, insan gerçekten öyle bir havada evde oturunca günü boşa harcamış hissediyor. Perşembeden itibaren her gün aralıksız evden çıktım ve bu benim için inanılmaz karakter dışı bir olay. Süper bir yerde yaşıyorum, bunun tadını çıkarmak istiyorum. Bir tane de bir ay boyunca bana çoğu restoranda %50 indirim sağlayan kartım var. O yüzden her gün akşam üstü falan süslenip dışarı çıkıyorum, Thames kenarında bir yere oturup şarap eşliğinde yemek yiyorum. Bu yemeklerin her birinin pound'un coşması sayesinde 60TL'ye denk geldiği ve bunu her gün yaptığım düşünülürse, bir an önce iş bulmam süper olabilir.

Tren indirim kartımı yeniledim. İş bulana kadar bol bol gezmek istiyorum. Gezilerime pazartesi Oxford'a giderek başlamayı planlıyorum.

Bugün her salı gittiğim bara gittim yemekten sonra. Ev modundaydım, ama evde oturmamak ve sosyal olmak için zorladım kendimi. Sosyal olmak dediğim de, sosyal bir ortama girip tek başıma takılmak. Daha fazlası harcamak istemediğim kadar büyük bir efor gerektiriyor. Neyse, koltuklarda yer bulabilmek için özellikle erken gittim. Sonra biri masamın diğer ucuna oturdu, yemek yiyip kalkacağını söyledi, bir şey demedim. O yiyip kalkana kadar masayı 10 tane falan arkadaşı işgal etmişti. Masadan kalkmama bile izin vermeyecek şekilde dört bir yanımı sardıkları yetmezmiş gibi, bana bir tek kelime bile etmediler. İnanılmaz derecede daraldım, programın başlamasını beklemeden çıktım.

Bazı insanlar çok görgüsüz. Tokatlamak istiyorum.

Sunday, 19 February 2012

let's do the time warp again

Londra'nın en güzel yerinde yaşadığıma fazlasıyla inanıyorum. Beş dakika yürüyüp kendimi kentin en turistik ve en süper kültürel/yemeksel aktiviteleriyle dolu bölgesinde bulmak süper.

Dün sabah evde tembel tembel oturuyordum ki, önceki post'umda karşılaşıp birlikte yemek yediğimden bahsettiğim insan mesaj attı. "Hadi 15 dakika sonra Waterloo'da buluşalım" diye kararlaştırdık, buluştuk. Bana cinsiyet kimliğinin erkek olduğunu, transition evresine girdiğinden beri biriyle birlikte olmadığını, ve birlikte olmayı düşündüğü ilk insan olan benim kendimi tamamen eşcinsel olarak gören biri olmamla ilgili çekincelerinden bahsetti. Daha önceden bana trans kimlikli olduğunu söylemişti; ama trans genderqueer bireyleri, birden fazla cinsiyet kimliğine sahip olanları, kendini tamamen cinsiyet kavramının dışında görenleri de kapsadığı için, eşcinsel kadınların üyesi olduğu bir forumun buluşmasında tanıştığım birinin kendini "erkek" olarak tanımladığını varsaymamıştım. Arkadaş çevremdeki trans erkeklerin hepsi kendilerini ya queer erkekler, ya da trans erkek olarak görüyor; heteroseksüel erkekler olarak değil. Ya da trans kimliklerine sahip çıkıyorlar diyelim. Bu bahsettiğim insan benim eşcinsel oluşumun ve onunla birlikte olsam bile kendimi asla biseksüel olarak tanımlamayacak olmamın onu rahatsız etmediğini öne sürüyor. Ama ben konuşmalarımızdan erkek kimliğinin onun için henüz çok yeni olduğu, hatta patronising olmak istemem ama hala oturma aşamasında olduğu ve o kimliği geçerli kılmak için kendini heteroseksüel ya da biseksüel ya da queer vs. olarak tanımlayan bir kadınla birlikte olma ihtiyacı duyabileceği izlenimini edindim. Değişiminden sonra kimliğinin başına trans ya da queer sıfatını koyan bir trans erkekle birlikte olma konusunda en ufak bir sorunum yok. Ama kendini "straight erkek" olarak tanımlayan trans bir sevgilimin olması, benim eşcinsel kimliğimin yok sayılması anlamına geliyor. Benim açımdan değil, ama toplum açısından öyle, ve toplum tarafından geçerli kılınmadıkça maalesef kimlikler bir anlam taşımıyor. Benim öyle biriyle birlikte olmam, kendi kimliğimin değişmesi demek oluyor; toplumun genelinin beni heteroseksüel olarak algılamasına neden oluyor. Ve o insan kendini kesinlikle queer olarak görmediği için, ben de heteronormatif bir ilişki içinde olmuş oluyorum. Asla, asla ve asla heteroseksüel ya da biseksüel bir kadın olarak algılanmak istemiyorum. Ama tabii ki, mevzubahis kişinin aklından neler geçiyor bilemiyorum. Hepsi sadece spekülasyon.

Bugün uyandığımda hava güneşliydi. Londra'da güneşli bir havada evde oturursam kendimi suç işliyor falan gibi hissediyorum. O yüzden hazırlandım, dışarı çıktım. London Eye'ın yanındaki Parlamento Binası manzaralı banklarda oturup turistleri izledim. Sonra bir kadeh şarap eşliğinde öğle yemeği yedim. Eve geldim, yıkanması gereken tonlarca çamaşırın bir kısmını yıkayacaktım ki, bu sefer de çamaşır makinesi bozulmuş.

*sigh*