Saturday, 11 June 2011

nordic

Aynı bölümde okuduğum Danimarkalı arkadaşlarımın bir arkadaşı o her Salı gittiğim mekanda sahnedeydi bu hafta. İnanılmaz heyecanlı, deli gibi eski sevgilimin uzun sarı saçlı haline benzeyen, çok şirin bir kızdı. Ve söylediği Danca bir şarkı beni tamamen büyüledi desem abartmış olmam. Defalarca dinledim bu hafta. Mutlaka dinleyin, tavsiye ederim. Buradaki Beskytteri adlı şarkı. Ne anlama geliyor, sözleri neden bahsediyor en ufak bir fikrim yok, ama o gece birinin "çok yaramaz" şeklinde tanımladığını duydum sözleri, iyice merak ettim. Sorsam ayıp olmaz değil mi?

Bir de file2hd ile download etmeye çalıştım şarkıyı, ama nedense verdiği link'lerin üzerine tıklanmıyor. Biri benim için download edip bana yollayabilir mi acaba?

Ayrıca Danca bileniniz varsa sözleri açıklasın bana lütfen :)

feminism: back by popular demand

Kadınların ne giyerlerse giysinler, nerede olurlarsa olsunlar, nasıl davranırlarsa davransınlar tecavüze uğramayı hak etmediklerini; bir tecavüz kurbanının cinsel geçmişinin ya da gece tek başına mini eteğiyle sarhoş bir halde yürürken tecavüze uğramasının onu suçlu yapmadığını ve tecavüz suçunu hafifletmediğini; hayır kelimesinin gerçekten hayır anlamına geldiğini; tecavüz edenin erkek arkadaş ya da eş olmasının tecavüzün suç olduğu gerçeğini değiştirmediğini; kadınların tecavüz ya da tacize uğramamak için önlemler almak zorunda olmaması gerektiğini ve kadınlara kendilerine dikkat etmeleri öğretileceğine erkeklere tecavüz etmemenin öğretilmesi gerektiğini insanların kafasına kazıma amacı taşıyan sürtük yürüyüşlerinin Londra ayağındaydım bugün (tecavüze uğrayanların sadece kadınlar olmadığının, ve tecavüzün her zaman erkekler tarafından yapılmadığının farkındayım, genellememin kusuruna bakmayın). Ayağım yüzünden yürüyüşe katılamıyor olduğum için direk yürüyüş sonrası mitingin yapılacağı Trafalgar Meydanı'na gittim. Ordaki havuzların birinin başına turistlerin arasına oturdum, yürüyüş grubunun gelmesini bekledim. 1 saat sonra falan insanlar gelmeye başladılar, miting başladı, 3000 kadar insan vardı söylendiğine göre. Turistlerden, polislerden, ve kadınlı-erkekli-bebekli-köpekli sürtüklerden oluşan mükemmel bir kalabalıktı. Über giyinmiş insanlar vardı. Miting 2 saat falan sürdü, tam sonlara doğru çevremizden bugün yapılan bir başka protesto olan Naked Bike Ride'ın çıplak bisikletlileri geçmeye başladı bize el sallayarak.



Hayatımda görmediğim kadar anadan doğma insan gördüm bugün, tamamen çıplak yüzlerce insan vardı. Mükemmeldi dediğim gibi. İnanılmaz bir birlik anıydı.

Robots in Disguise'dan Sue Denim bile oradaydı.



İşte bugün Twitter'da gözüme çarpan fotoğraflar arasında en beğendiklerim:
























Friday, 10 June 2011

exasperation

Bugün hayatımda gördüğüm en fena yağmurlardan birine uyandım. Bildiğiniz sokakları sel götürüyordu. Giyindim, evden çıktım, durakta oturmuş otobüsün gelmesini beklerken Facebook'ta dolanıyordum ki birden yanımdan inanılmaz yükseklikte bir "küt" sesi geldi. Ayağa fırladım, baktım otobüsten inen bir teyze yağmurdan ayağı kayıp düşerken kafasını durağın oturma yerine çarpmış. Ben baktığımda kafası oturma şeyinin altındaydı, görünmüyordu, aklımdan ilk geçen düşünce "Kadın ya öldü, ya da kafatası çatladı" oldu, kadını kaldırdı insanlar, kan görmeye hazırladım kendimi, ama hiç kan yoktu. Kadın ayağa kalktı, sendeledi, oturttular, "Merak etme bir şey olmamış, kanamıyor, sorun yok" dedi insanlar, biraz oturduktan sonra kalktı gitti. Bana göre kesinlikle "Sorun yok" falan değildi; o kadar yüksek bir küt sesi çıktı ki dediğim gibi, hiç bir şey olmadan o kadar şiddetli bir kafa travmasının atlatılması bence çok düşük bir ihtimal. Bence anında bir hastaneye gidip beyin sarsıntısı (ve hatta kanaması. Note to self: Nörolog babaya şiddetli kafanın üstüne düşülürse beyin kanaması geçirilebilir mi diye sor.) olasılığına karşın kontrol edilmeliydi. Ama kadının başına toplanan o kalabalık arasında çok bilmiş insan edasıyla bunu söylemeye çekindim. Sonra da otobüse bindikten sonra bir süre o küt sesi kafamda yankılandıkça içim bir fena oldu, kadıncağıza bir şey olursa diye vicdan azabı hissettim. Hissediyorum. Umarım iyidir.

Bu sırada, insanlar kadını yerden kaldırmaya çalışırken gerizekalı kadının teki de "Bu yağmurda topuklu ayakkabı mı giyilir, önünüze baksaydınız bari" falan gibi salak bir laf etti. Dünyada hakikaten tokatlayıp kendine getirmek istediğim çok insan var.

Rhetoric and Political Speech essay'imi almak için okula gittim, 65 aldığımı gördüm, mutlu oldum. En yüksek not 70'miş.

Okuldan dönerken dün akşam okulumuzda Art Brut konseri olduğunu öğrendim, kaçırdığıma sinir oldum. Sonra da duvarda bu afişi gördüm otobüsle geçerken, kafamı çevirip bir daha baktım, SebastiAn'ın albüm kapağıymış. Mükemmel.


Ben otobüsteyken hava gayet açmış, günlük güneşlik olmuştu. Bir saatlik yolun sonunda eve yürürken ise yine gökyüzü kapkara bulutlarla kaplanmıştı, ve nefesimi dışarı verirken buhar çıkıyordu. Haziran ayında. Bu Londra'nın havası suyu bir ilginç cidden.

Bugün kadının birisi bana "Selam, tanışabilir miyiz" diye mesaj atmış. "Tanışabilir miyiz" lafı benim için en büyük turn off'lardan biri olduğu halde birine mesaj atma cesaretini bulan insanları kırmak istemediğim için selam verdim. Bir daha "Tanışabilir miyiz" dedi. Profilimde de özellikle "Bana tanışabilir miyiz derseniz ve ne yaparsak tanışmış sayılacağız cevabını verirsem uyuzluk olsun diye demiyorum gerçekten" yazıyor, belli ki ya okumamış, ya da okuduğunu aklı almıyor. "Nasıl tanışacağız" dedim bu sefer sabrım tükenmek üzere bir şekilde. "Msn'de görüşsek, tanışsak" dedi. Msn kullanmadığımı belirttim. Gelen cevap: "Kullanma o zaman sen burda tanış". Ne dediğini anlamadım gerçekten. "Hey dostum senin sorunun ne" tadında bir cevap atmak isteyince gördüm ki beni engellemiş. Çok da fifi, ama komik geldi bana bu durum. Gerçekten, bazı insanları şöyle bir sarsmak istiyorum.

Böyle tipler çok karşıma çıkıyor, msn yok deyince "E o zaman nasıl tanışacağız" falan diyenler.
Bunu okuyan ve yukarıdaki davranış biçimlerinde bulunanlara bir tavsiye: O kadar tanışabilir miyiz, e o zaman nasıl tanışacağız vs konseptli 5 tane mesaj atana kadar bana 5 tane soru sorup beni tanıma işine çoktan başlamış olabilirdiniz.

Diğer bir tip: Profilime ya da bana gönderme yapmayan, herkese atılır türde standart mesajlar atan birine ilgi duyma ihtimalim çok düşük. Bu konuda yalnız değilimdir eminim.

Ergen gibi trip atan 35 yaş üstü kadınlara ise hiç tahammülüm yok. Engellemek nedir cidden.

Neyse.

Yarın Slutwalk var Londra'da. Sabah sabah süslenmeye üşenmezsem en sürtük elbisemi giyip, en sürtük makyajımı yapıp gideceğim.

Thursday, 9 June 2011

come on-a my house, i'm gonna give you candy

BBC3 reality show'u Young, Rich, and House Hunting'e sarmış durumdayım bu aralar. Çoğu sonradan görme olan zengin insanların yaşamları neden bu kadar ilgi çekici geliyor bilmiyorum, ama boş zamanınız varsa tam izlenesi bir şey gerçekten.

Reality show demişken, tez konum sonunda kesinleşti. The Bachelor, The Swan ve The Girls Next Door'un birer sezonunu inceleyip "Ne kadar anti-feminist görünen bir şey yapıyor olsam bile onu yapmak benim seçimim, ve feminizmin asıl amacı kadına seçme özgürlüğü vermek değil mi zaten" türü söylemleri bulacağım, bu söylemlerin ne tür şekillerde/neyle ilgili kullanıldığını karşılaştıracak ve farklı temalı reality show'larda aynı tür söylemlere rastlanıp rastlanmadığını araştıracağım. Sonuç olarak da kadınların böyle anti-feminist reality show'lara katılımlarını hangi söylemlerle feminist kılıflara uydurduklarını öğrenmiş olacağım. Feminist bilgi birikimine katkım bu olacak yani.

Ama şöyle bir sorun var: Hiç bir yerde The Bachelor'ın ilk sezonunu bulamadım. Ne torrent sitelerinde, ne dosya yükleme sitelerinde, ne eBay'de, ne Amazon'da. Onun yerine daha atraksiyonlu bir sezon olan 14. sezonu inceleyeceğim, sorun değil. Ama The Swan'ın hiç bir sezonunu bulamadım. Google'da aratıp çıkan sonuçlar arasında 40 sayfa falan geriye gittim, yok. eBay'e, Amazon'a baktım, İngiltere'de yok, Amerika'dan getirtmem gerekiyor. Türkiye'de TC kimlik numarasız gelen paketlerin geri yollanacağı ya da bazı şeylerin direk yurtdışından getirilemeyeceği diye bir muhabbet çıktı ya bu yakınlarda, ona takılırsam diye korkuyorum. O yüzden Extreme Makeover yapayım dedim onun yerine. Extreme Makeover'ın 6 sezonu var bildiğim kadarıyla, bir tanesi bile hiç bir yerde yok. Yine Google'da 40 sayfa geriye gittim, aklıma gelen bütün torrent sitelerinde aradım, Amazon'a, eBay'e baktım. Yok. Home Edition, bilmemne edition falan bulabildim sadece.

Bana The Swan ya da Extreme Makeover'ın herhangi bir sezonunun tamamını bulabilene benden bir (hatta birkaç) içki.

Wednesday, 8 June 2011

methodology

Geçen haftaki Lensway bedava gözlük kampanyasında sold out olmadan almayı başardığım Vera Wang gözlüğün sonunda fotoğraflarını çektim. İngiltere'de yaşıyorsanız bugün yine aynı kampanya var, kesin bakın derim.




Tez danışmanım benden tezimin araştırma sorusunu ve kullanmak istediğim metodolojiyi kesinleştirip ona dün sabaha kadar mail atmamı istemişti. Dün akşam mailime "İyi güzel, ama ben detaylı bir research design istemiştim, onu görmeden sana feedback vermem mümkün değil" diye cevap atmış, ben de "Research design kısmı 2-3,000 kelime olacak demiştik, onun tamamını mı istiyordunuz, anlamadım, şu anda tamamını yazacak kapasitede değilim" diye cevap verdim. Sabah bana "Evet, ne kadar çok yazarsan o kadar iyi, çünkü dönem bittikten sonra danışmanlar feedback vermeyecek" yazmış.

Bölüm convenor'ı olan ve tez workshop'larımızı düzenleyen hoca bize tezimizin final draft'ını teslim tarihinden 2-3 hafta önce danışmanlarımıza yollayıp teslim etmeden önce son bir feedback alabileceğimizi söylemişti. Bölümdeki insanlarla da konuştum, hepsinin danışmanları yazın da dönem bitmiş olmasına rağmen onlarla görüşmeye ve feedback vermeye devam edecekmiş. Feedback hocanın "Bunu iyi yapmışsın, bu yazdığın şu şu sebeplerden dolayı bence sana problem çıkarabilir onu değiştir, bunu bunu da düşünmelisin bence" demesi açısından çok gerekli bir şey. Bölümdeki herkes yaz boyunca danışmanından defalarca feedback alırken ve ben hiç almazken, aynı kriterlere göre not almamız haksızlık değil mi sizce de?

Bunu danışmanıma da söyleyeceğim Pazartesi. Hala yazın bana yardımcı olamayacağını söylemeye devam ederse de convenor'la konuşacağım bu konuda ne yapılabilir diye.


Tuesday, 7 June 2011

free amina

Blogger'da takip ettiğim az sayıda bloggerdan biri olan Suriyeli Emine blog'unda hükümet karşıtı ve Suriye'de eşcinsel olmakla ilgili şeyler yazdığı için dün gece silahlı insanlar tarafından kaçırılmış. Amerika'dan çift vatandaşlığı olan Emine'ye ne olduğunu ne ailesi, ne de Amerikan konsolosluğu hala bilmiyor. O yüzden bugün eşcinselliğin yasadışı olduğu bir yerde yaşamadığım için evrene şükrederken buldum kendimi. Ve başına böyle bir şeyler geleceğini bile bile korkmadan yazan o insana imrendim ve saygı duydum, ben aynı cesareti gösteremezdim, biliyorum.

Monday, 6 June 2011

the unbearable lightness of being out

Amerikan Curve dergisi zamanında en güçlü 20 lezbiyen akademisyenden oluşan bir liste hazırlamış. Tezimle ilgili araştırma yaparken Google'da karşıma çıktı.

Listede bir çok tanıdık isim var.

1. sırada bu seneki derslerimden birinin hocası var.

4. sırada neden ilk sırada olmadığını anlayamadığım, "queer teorinin kraliçesi" Butler var.

10. sıradaki kadının yazdığı her şeyi okudum neredeyse geçen ay essaylerimden biri için.

12. sıradaki kadın geçen kış LSE'de gittiğim feminizmle ilgili bir seminerin chair'iydi ve gördüğümde çok etkileyici bulmuştum.

17. sıradaki kadın ise 53 yaşında olmasına rağmen hayatımda gördüğüm en güzel kadınlardan biri. Görünce kalp atışlarım fena halde hızlanıyor, o kadar da yüzeyselim.

Türkiye'de insanlar eşcinsel olduklarını geçtim, eşcinsel haklarını desteklediklerini bile açıklamazken; elin akademisyenleri derslerde coming out hikayelerini anlatacak kadar rahat (bu 1 numaradaki hoca aynen bunu yapmıştı, bkz. bu post'umdaki sondan önceki paragraf).

out of the closets and into the streets

Lensway'in 10 gün kadar önce yaptığı bedava gözlük kampanyasında kapmayı başardığım Vera Wang gözlük sonunda bugün geldi. Yaklaşık 3,5 yıl önce yaptırdığım lazer ameliyatı ile miyop olan gözlerim 3.25'ten 0.25'e inmişti (yaşlandıkça ve yakını görememeye başladıkça sıfırlansın diye azıcık bırakmışlardı). Zamanla o 0.25 0.50'ye çıktı, son 2 yıldır falan 0.50 gözlerim. Gözlük kullanmıyorum artık, ama okulda anfide bir dersim varsa ve arkalarda oturuyorsam tahtayı görmekte zorlanıyordum. O yüzden bu gözlük işi süper oldu. Yeni gözlüğüm inanılmaz şirin görünüyor, fotoğraf makinemin pilini şarj etmeyi unuttuğumdan şu an fotoğrafını çekemiyorum, ama çekeceğim bir ara.

300TL'ye satılan bir gözlüğü bedavaya aldığıma hala inanamıyorum. Lensway Çarşamba günü bir bedava gözlük kampanyası daha yapıyor. İngiltere'de yaşıyorsanız mutlaka Lensway UK Facebook sayfasına gidip kampanyaya katılın. Bir kere kampanyaya katılanlar bir daha katılamadığı için ben yararlanamıyorum, belki birilerinin işine yarar.

Çok sevgili kuzenimin mezuniyeti var 25'inde. Ertesi gün de İstanbul pride yürüyüşü varmış. Facebook'ta listemde olan birinin yürüyüşün link'ini paylaştığını ve altına da bazı insanların "Yürüyüşte fotoğrafımın çekilmesi riskini almak istemediğim için gelemeyeceğim" türü şeyler yazdığını gördüm.

Türkiye'de insanların işimi kaybederim, ailem beni reddeder vs. türü korkularla eşcinselliğini açıklamak istemeyişini anlayabiliyorum. Ailesiyle cinsel yönelimi yüzünden hiç bir sorun yaşamamış ve maddi olarak cinsel yönelimini gizlemesini gerektirecek bir işte çalışmamayı seçebilecek durumda biri olduğum için çok şanslıyım, farkındayım. Herkes çevresine açılırken bu kadar rahat olamıyor, biliyorum. Ama bari "eşcinsel haklarını destekleyen heteroseksüel" rolü yapın be kardeşim. Hadi aileniz eşcinsel olduğunuzu bilmedikleri halde sırf eşcinsel haklarını savunuyorsunuz diye sizi reddedecek kadar homofobikse, ve ailenize bağımlı yaşıyorsanız onu da bir noktaya kadar anlayabiliyorum. Ama iş güç sahibi, yani ailesi tarafından reddedilirse bile yaşamını sürdürmeye devam edebilecek insanların eşcinsel hakları için yapılan bir yürüyüşte görülmekten çekinmelerini inanılmaz bir korkaklık örneği olarak görüyorum. Kusura bakmayın, ama sadece kapalı zihinli aileniz hakkınızda kötü düşünmesin diye eşcinsel haklarını desteklediğinizi bile gizlediğiniz yalan yanlış bir hayat yaşıyorsanız, büyük harflerle bir KORKAK'sınız. Ve yazıklar olsun size. Sizin gibiler var oldukça, bu ülkede ailelerin, işverenlerin homofobik olması çok normal. İnsanlar bu korku yüzünden LGBT haklarını desteklediklerini gizledikçe, LGBT bireylerin en temel haklarından bile mahrum bırakılması çok normal. Armut piş ağzıma düş diyerek olmuyor bu işler; haklar toplumun egemen çoğunluğu tarafından tarihin hiç bir döneminde "Buyrun" diyerek azınlıklara sunulmamıştır, haklar azınlıklar tarafından kavgasını vererek alınırlar her zaman. Siz o kavgayı vermeden, oturduğunuz yerde oturup internet eşcinseli olarak hem kendinizin o hakları almasını engelliyor, hem de benim kavgamın önüne set çekiyorsunuz. Öf.

Sunday, 5 June 2011

miss chatelaine

Bugün çok, çok acayip bir gündü. 11'de kendimi zar zor yataktan kaldırıp yağmurlu, karanlık bir sabahla güne başladım. Üyesi olduğum bir sitede yine üyesi olduğum ve gay/bi/queer kadınlar için olan bir forumda çok fazla bifobi olduğundan bahsetmişti birileri. LG toplumda bifobi olduğunu inkar etmiyorum, ama "OMG, bi olduğum için beni dışlayacaklar" dedirtecek seviyelerde değil kesinlikle. Bunu söyledim, her iki siteye de üye olan ve çok yakın olmasam da tanıdığım biri "Ben o forumda bifobiye maruz kaldım" türü bir şeyler dedi. Bu bahsettiğim insan bilmemkaç yıl forumdaki bir kadınla evli olduktan ve kadını bir erkek için terk ettikten sonra genelde terk ettiği eşinin arkadaşları tarafından gidilen gay mekanlarda dışlanmıştı. O insanlar forumda da olduklarından orada da dışlandı. Bunun bifobiyle alakasız olarak iki sebebi var bana göre: 1- Eşini bir kadın için bile terk etse, yine o ortamdan dışlanacaktı. 2- Kendisi queer kadınlar için olan bir forumda erkek arkadaşıyla olan sorunlarından bahsediyordu. Aynı şeyi milyon tane hetero forumda yapabilecekken, queer kadınların rahat rahat tartışabilmesi için yaratılan bir ortamda heteroseksüel ilişkilerden bahsetmek düpedüz kabalık.

Neyse.

Bugün bir arkadaşımla Londra BDSM/fetiş ahalisinin alışveriş yaptığı bir pazar olan London Alternative Market'e gittik. Ben aylardır arayıp bulamadığım koyu yeşil kadife korseye bakacaktım, arkadaşım da koltuk değneklerini süslemek için bondage tape arıyordu. Daha sonra da strap-on play workshop'u olduğu yazıyordu programda. Strap-on denince aklınıza eşcinsel kadınlar gelmiyor mu ilk olarak? Anlaşılan bazılarının gelmiyormuş; strap-on play derken kastettikleri heteroseksüel anal strap-on play imiş. İnsan tabii o anal kelimesini programa koymayıp da bütün workshop boyunca erkekler üzerinde strap-on kullanan kadınlara tavsiyelerde bulununca, ve iki kadın arasında kullanılan strap-onlardan sadece bir kere bahsedince biz buna heteroseksizm diyoruz. Ve o bir kere bahsetmesi de "When I'm fucking a girl with a strap-on, I'm not a woman, I'm a bloke" şeklinde strap-on kullananları erkek özentilerine benzeten bir söylem olunca, ayrıca homofobi de diyoruz. Buna sinirimiz bozulmuşken, kadın anal seksten hoşlanan erkeklere "slut" ve "tranny" şeklinde hitap ederek repertuarına seksizm ve transfobiyi de ekliyor. Çok sinirlenmiş ve rencide olmuş bir halde çıkıp gidiyor, bir daha oraya gitmemeye karar veriyoruz. Kendimizi böyle ilkel düşüncelere ve o tür düşüncelerin komik/normal bulunduğu mekanlara maruz bırakmanın anlamı yok.

İnsan herhangi bir sebepten ayrımcılığa uğrayanların başka sebeplerden ayrımcılığa uğrayan insanlarla empati kurabilmesini, onlara ayrımcılık yapmamasını bekliyor; mesela BDSM'le uğraştığı için toplumun "anormal" etiketi yapıştırdığı insanların aynı etiketi başkalarına yapıştırmamasını beklerdim ben. Ama malesef öyle değil. BDSM komünitesinde "sıradan" insanlarda görmediğim derecelerde homofobi/heteroseksizm/transfobi/seksizm örnekleriyle karşılaşıyorum genelde. Yazık.