Friday 19 October 2007

uyku-uyanıklık arası düşünceler 1

Bana ait olmayan bir kanepede uyandım. Duvardaki siyah beyaz fotoğrafın üstündeki saat, 17.30'u gösteriyordu. Buluşmamıza 1 saat vardı. 18.00'e kadar aralıksız uyumuş olmak istemiştim. Cep telefonumu kapatmış, daha uyanalı birkaç saat olmasına rağmen uyumaya zorlamıştım kendimi. Düşünmemeye ihtiyacım vardı. Ev telefonundan ulaşılamamak için kendi evimde uyumamıştım üstelik. Bana ulaşamamalıydın. Arayıp gelmeyeceğini söylemeni duymak istemiyordum. Saat 18.00'e kadar bana ulaşmaman, midemdeki o iğrenç ağrıyı durdurabilmemin tek yoluydu.

Tam 6 ay öncesinde, kurduğum alarmın çalmasına gerek kalmadan aniden uyandım. Yatağımın yanındaki kırmızı gece lambasının kaloriferdeki girinti ve çıkıntıların üzerinde yarattığı desenler oldukça garip görünüyorlardı. Yerde duran discman'imi aldım ve dinlemeye başladım. Placebo'nun yeni albümü vardı içinde. Kırmızı ışık canımı sıkmıştı, yorganı kafamın üstüne çektim ve Taste In Men dinledim. Albüm bittiğinde ve yataktan çıktığımda ellerimin ne kadar çok titrediğini fark ettim. O salak titreme yüzünden, eyeliner'ımı sürerken hep kaydırdım. Kısacık siyah saçlarım, yağmurlu bir şubat gününün normalde olmayan mavimsi bir ton kattığı bembeyaz tenim, yamuk sürülmüş eyeliner'ım ve siyah ceketimle The Crow'daki bir figüran gibi hissediyordum kendimi. Siyah giymeliydim o gün. Öyle havalarda herkes siyah giymeliydi. Hiç o kadar ruhuma ağırlık yapan bir hava görmemiştim o güne kadar. Daha sonra sabah 6'da kalkıp dersaneye gitmek üzere 121 no'lu otobüsü beklediğim karanlık yağmurlu kış sabahları, bana o günü hatırlatacaktı hep. 21 Şubat 2002. Herşey değişmişti o gün. 14:10. 20 dakika içinde Alsancak'ta olmalıydım. Evden çıktım, asansöre bindim. Nefret ettiğim asansör müziği hiç sinirime dokunmadı o gün. Aynada kendime baktım. Midem bulanıyordu. Normal bir mide bulantısından çok, ağrıma-bulantı arası bir histi aslında. Yıllar içerisinde alışık hale geldiğim o hisle ilk kez tanışmıştım o an.

O an, hayatımda gerçekten tam anlamıyla heyecan duyduğum ilk andı.

Wednesday 17 October 2007

let me close to your heart

"It breaks my heart that we live this way. I know people need love.." It breaks my heart. Being this way breaks my heart. I wish I could reach you somehow, anyhow. I don't care how, I just need to feel for you. It was just one day, one evening we spent together, and it was all it took for me to realize.

I will get hurt. I will be alone all night, listen to songs that remind me of you, wish that somehow you'll feel me whispering to you the lyrics of those songs, hope you'll understand how I feel, ignore the fact that noone can *ever* understand any other person, drink myself dry to fuck the pain away and cry myself to sleep while I keep re-living the sweet nothings you told me. I know those moments will never come back. The most important moments in life, are the ones that just happen in that particular time with that particular person, for just one time. For once in a lifetime, that person opens up to you the inner depths of their souls, their pain, their yearnings, their wishes, a one-day-trial of their hearts. Somehow, for no reason, you feel that it's just the magic of that moment that will never return. I know I have to just cherish that moment, but I can't. It's sad to know it's as far as it gets. A friend once told me that in those moments, we were stuck in time, and in some other kind of dimension of time, we kept living that moment forever until the end of time. I believe him and that makes me wonder. It makes me long for the past. The people I've loved, the people I've cared about, the people who have touched my soul and then left, the people I've lost, the present that I hate right now which will soon become memories that I miss. I do miss you. I want you to let me close.

This, probably is the most important (ayrıca dikkate almanıza değen tek şey) that I'll ever write in this blog.

--to do list:

Cherish the memories and hang onto them for they'll never come back. This particular moment, even though you hate it, will never come back.

Take the risk of getting hurt and love someone. Most importantly, tell them you love them.

Don't build up fake-egos/self esteem/confidence to prevent getting hurt. Reveal yourself. What could you possibly lose? "Becoming Zero" or pretending you don't give a fuck or trying not to care doesn't help anything in the end.

Love, lose, get hurt, and get depressed. Nothing you'll ever get to experience in life is in vain.

You can be popular. You can get invited to parties.You might even be the coolest person ever. None of it matters. It was once told that "the only thing you'll ever learn is to love and be loved in return". It might sound like some stupid line, you might be laughing your ass off right now thinking about how a stupid and sentimental person I am. But you're still reading my blog. As long as you're reading my blog, this is my territory and I, the loveable owner of this blog, am telling you to FUCKING LOVE, PEOPLE.

If you even have the slightest doubt about where you are in life, consider what you truly want. In the end, it's all about what you really want, not what people consider normal.

Always remember the fact that you're not obliged to do anything in life, EVER. If you want to do something else and you're completely ready to face the consequences, you can walk away anytime you like.

As sad as it sounds, you'll die alone. However, it doesn't mean you have to walk alone. Hold on to the people in your life. Don't hurt them. Apologize to them if you have done something hurtful. Care for them. Be there for them. Show them you care, and appreciate them. Show them you want them in your life.

The main point is, DO NOT HOLD BACK, PEOPLE. IF YOU CARE ABOUT SOMEONE, LET THEM KNOW HOW YOU FEEL. IT'S OKAY TO CARE.

Tuesday 16 October 2007

you and me alone, sheer simplicity

Yarın bütün hayatımın yönünü tamamen değiştirecek bir gün olacak. Hiç emin değilim aslında bu kadar radikal bir karar vermek isteyip istemediğimden. Ama bu konuda düşünmek de istemiyorum. Düşündüğüm zaman korkmaya başlıyorum çünkü. Başarıp başaramayacağımdan, herşey daha da kötüye giderse dayanıp dayanamayacağımdan korkuyorum. Son zamanlarda herşey bir garip oldu. Ve bugün Çınar bana bunun nedenini sorduğunda, hiç bilmiyor olduğumu fark ettim. Kötü giden tek birşey yok, hatta herşey olabildiğince kusursuzken; aylardır üzerimde olan o ağırlığın, bıkmışlığın nedeni ne olabilir? Hiç bilemiyorum. Düşünmüyorum. O kadar çok ilaçtan sonra düşünemiyorum da zaten. Sanki beynimin içinde, çok çok derinde bir yerlere sıkışıp kalmış gibiyim, vücudum saçmalarken uzaktan izlemekten başka şey gelmiyor elimden. Algılayamıyorum artık hiçbirşeyi. Dünyada benden başka insan yokmuş gibi geliyor, zaman kavramımı ise özellikle Amsterdam'a gittiğimden beri tamamen yitirmiş durumdayım. Gidişimden öncesi yıllar önce ve bir başkası tarafından yaşanmış şeyler gibi geliyor. Bir başkası tarafından yaşanmış değil aslında, bir başkasının olduğu bir film izlemişim gibi daha çok. Geldiğimden beri de misafir gibiyim her gittiğim yerde. Okuldaki son günleri olduğunu bilmenin umursamazlığını yaşayan lise son öğrencisi havası var üstümde. Amsterdam'da oturup True Romance izlediğim gün, ya da Alsancak'taki son akşamım şu anki kadar yakın ve kesin görünüyor zaman açısından. Neden böyle olduğunu, ne olacağını, ne olması gerektiğini bilmiyorum.

Soru: Neden kırılmamak için kendini umursamazlaştıran ve kocaman ego yapan, insanlara karşı pislik olmak için çaba harcayan, onlara değer verememekle övünen, sevgi gösterilince saatte 5200 km hızla kaçmaya başlayan insanların hepsi erkek cinsine mensuptur? Neden böyledir bunlar? Neden herkesi kendilerinden uzak tutmak istemektedirler? Dertleri nedir? 3-5 yıl no strings attached takıldıktan sonra yalnız kovboy misali tek başlarına günbatımına doğru at sürecekleri bir hayata adım atacaklarını bilmemekte midirler yoksa?
Ya da asıl soru, birilerinin sizi sevmesine izin vermek ve onları sevmekte bu kadar yanlış olan ne var?