For a moment the world turns its back, and you let me come closer. Though the hearts were filled with fear for this dark secret love, oh let the world turn its back, and please let me come closer. Our 666 has got a name, we burn in its flames again and again, for it is our dark secret love. Set me as a seal upon thine heart, as a seal upon thine arm. For a love as strong as death, jealousy is cruel as the grave. The coals thereof are coals of fire, which hath a most vehement flame. I love you.
Budur aşk, acı vericidir. İster Royksopp gibi "Love without pain isn't really romance" diyelim, ister Bright Eyes misali "Love's an excuse to get hurt".. Ama aşk öyle işte. Peşinden koşturana, asla tamamen sahip olamadığına, elinden kaçırmaktan korktuğuna, kaybetme düşüncesine dayanamadığına aşık olur insan; her telefon konuşmasını Seni Seviyorum'la kapatan monoton sevgiliye değil. Takıntıdır aşk, arkadaşlarının sana delirdi-bu gözüyle bakmasına neden olacak şeyleri heyecanla yapmaktır daha fazla sevilebilmeye dair ufacık bir ihtimal için, rahatlık değildir, güvenli ya da huzurlu hiç değildir. İnsanların 2 gündür tanıdıkları tiplerle "ahhh aşkım seni ne kadar da çok seviyorum" olmasına, bunu her yerde elini tutup dibine yapışarak ve nette orda burda comment atarak dünyaya duyurma merakına uyuz oluyorum. Bari adına aşk demeyin.
Saturday, 23 August 2008
Friday, 22 August 2008
acayip hayvan
"51 ekranlara benziyirsen" şeklindeki sözleriyle sansasyon yaratan Acayip Hayvanlara Benziyirsen adlı başyapıtın bahsettiği Acayip Hayvan'ın kimliği sonunda ortaya çıktı. Lemurmuş kendisi.
ask for answers
Cevabını çok merak ediyor olduğum ve büyük ihtimalle asla öğrenemeyeceğim birkaç soru var:
-Kedilerin mırıldama olayı nasıl oluyor? Nerelerinden çıkarıyorlar o sesi, ve tam olarak neden?
-2 yıl önce çantamdan çıkan Avea simcard kimindi, ve neden benim çantamdaydı?
-Çantamı hangi orospu evladı çaldı?
-Sevgililer Günü'nde İlke'yle beraber buluştuğumuz o gözlüklü kız neden beni bir daha hiç aramadı?
-En son eski sevgilimle neden ayrıldık?
-Ben neden depresyondayım? İlaçlarımı bırakırsam daha mı kötü olurum?
-Curve neden profilimi fake olduğu gerekçesiyle sildi? Fake mi duruyor fotolarım?
-Ölümden sonra ne oluyor? Nereye gidiyoruz?
-Hayatın anlamı ne? Bu sorunun cevabı gerçekten 42 olabilir mi?
-Neden hep kaçırılma ya da bir yere hapsedilme rüyaları görüyorum haftada bir?
-Brandon Lee gerçekten öldü mü, kim onu neden öldürdü?
-Bizim kadar şanslı olmayan insanlar bu İzmir sıcağında klimasız ve suları kesik olarak nasıl yaşamlarını sürdürebiliyorlar?
-Bu ülkede birine yumruk atmanın cezası yok mudur? Ben şimdi gidip birine kafa atsam elimi kolumu sallayıp gidebilir miyim?
-Teröristler neden Alsancak, Taksim gibi yerler dururken sabahın körü ya da gecenin bir yarısı gibi abuk saatlerde Güngören ya da Şirinyer gibi o kadar da merkezi olmayan yerlere bomba koyuyorlar?
-Vapurun açık havasında sigara içilmemesinin mantığı nedir?
-Neden İstanbul'daki otobüslerde telefonla konuşulabiliyorken İzmir'de gayet aynı model otobüslerde telefon yasak?
-Yolda kadınlara laf atan kırolar gerçekten de bir şansları olduğuna mı inanıyorlar?
-Pasamed diye birşey gerçekten var mı, yoksa kim oturup böyle birşeyi neden uydurdu acaba?
-Bu blog nasıl 16000 bilmemkaç tane hit alabiliyor?
-Durup dururken bana sataşan insanların benimle alıp veremedikleri ya da kendi problemleri ne?
-Karma diye birşey gerçekten var mı?
-Caddebostan sahilde çimler böcek doluyken nasıl Alsancak Kordon'da hiç böcek olmuyor?
-The L Word'deki Papi'ye ne oldu? Nereye kayboldu?
-Colleen Thomas nasıl öldü?
Give up this fight, there are no second chances.
This time I might ask the sea for answers.
These bonds are shackle free,
wrapped in lust and lunacy,
Tiny touch of jealousy, these bonds are shackle free.
-Kedilerin mırıldama olayı nasıl oluyor? Nerelerinden çıkarıyorlar o sesi, ve tam olarak neden?
-2 yıl önce çantamdan çıkan Avea simcard kimindi, ve neden benim çantamdaydı?
-Çantamı hangi orospu evladı çaldı?
-Sevgililer Günü'nde İlke'yle beraber buluştuğumuz o gözlüklü kız neden beni bir daha hiç aramadı?
-En son eski sevgilimle neden ayrıldık?
-Ben neden depresyondayım? İlaçlarımı bırakırsam daha mı kötü olurum?
-Curve neden profilimi fake olduğu gerekçesiyle sildi? Fake mi duruyor fotolarım?
-Ölümden sonra ne oluyor? Nereye gidiyoruz?
-Hayatın anlamı ne? Bu sorunun cevabı gerçekten 42 olabilir mi?
-Neden hep kaçırılma ya da bir yere hapsedilme rüyaları görüyorum haftada bir?
-Brandon Lee gerçekten öldü mü, kim onu neden öldürdü?
-Bizim kadar şanslı olmayan insanlar bu İzmir sıcağında klimasız ve suları kesik olarak nasıl yaşamlarını sürdürebiliyorlar?
-Bu ülkede birine yumruk atmanın cezası yok mudur? Ben şimdi gidip birine kafa atsam elimi kolumu sallayıp gidebilir miyim?
-Teröristler neden Alsancak, Taksim gibi yerler dururken sabahın körü ya da gecenin bir yarısı gibi abuk saatlerde Güngören ya da Şirinyer gibi o kadar da merkezi olmayan yerlere bomba koyuyorlar?
-Vapurun açık havasında sigara içilmemesinin mantığı nedir?
-Neden İstanbul'daki otobüslerde telefonla konuşulabiliyorken İzmir'de gayet aynı model otobüslerde telefon yasak?
-Yolda kadınlara laf atan kırolar gerçekten de bir şansları olduğuna mı inanıyorlar?
-Pasamed diye birşey gerçekten var mı, yoksa kim oturup böyle birşeyi neden uydurdu acaba?
-Bu blog nasıl 16000 bilmemkaç tane hit alabiliyor?
-Durup dururken bana sataşan insanların benimle alıp veremedikleri ya da kendi problemleri ne?
-Karma diye birşey gerçekten var mı?
-Caddebostan sahilde çimler böcek doluyken nasıl Alsancak Kordon'da hiç böcek olmuyor?
-The L Word'deki Papi'ye ne oldu? Nereye kayboldu?
-Colleen Thomas nasıl öldü?
Give up this fight, there are no second chances.
This time I might ask the sea for answers.
These bonds are shackle free,
wrapped in lust and lunacy,
Tiny touch of jealousy, these bonds are shackle free.
Tuesday, 19 August 2008
i hate everything about you
“Dead as dead can be,” my doctor tells me
But I just can’t believe him, ever the optimistic one
I’m sure of your ability to become my perfect enemy
Wake up and face me, don’t play dead cause maybe
Someday I will walk away and say, “You disappoint me,”
Maybe you’re better off this way
Leaning over you here, cold and catatonic
I catch a brief reflection of what you could and might have been
It's your right and your ability
To become my perfect enemy…
Go ahead and play dead
I know that you can hear this
Go ahead and play dead
Why can't you turn and face me?
Why can't you turn and face me?
Why can't you turn and face me?
Why can't you turn and face me?
You fucking disappoint me!
Kinci bir insanımdır. Kolay kolay kin tutmam, ama gerektiğinde ufacık birşeyin hesabını 2 yıl sonra sorduğum bile olur. List of Cunts I'd Send To Hell adlı bir listem var evet, ve o listede 30'a yakın isim var, ama bunlar içinde gerçekten kin duyduklarımın sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Zaman zaman bu listeye bir isim daha eklemek zorunda kalırım, birileri yine kaşınmış ve salak saçma bir davranışta bulunmuş ve beni o an için sinirlendirmiştir. Birkaç gün sinirli kalır, unutur ve o kişiyi gördüğümde sadece görmezden gelirim. İşte listemin çoğunluğundaki insanlar bunlardan ibarettir.
Arada bazıları olur, ve onlara karşı gerçekten özenle kin beslerim. Bunun sebebi o kişilerin bana yaptıkları mallığın boyutuyla değil, yaptıkları mallık öncesi hayatımda ne boyutta bir değere sahip olduklarıyla ilgilidir. Sevdiğim ve güvendiğim birinin tek bir yanlış hareketi ya da cümlesi, kafamda onunla yıllardır olan arkadaşlığımı ve paylaşmış olduğumuz bütün güzel anıları siler. Bunun geri dönüşü olmaz genelde, zaten tek istisnası da Oğuz'dur bu durumun. Saçmalamış olan bu insan hayatımın odak noktası haline gelir, birçoğunuz "Aman siktiret ya niye bu kadar ilgi gösteriyosun ezik işte boşver gitsin" dersiniz çünkü siz bunu asla anlayamazsınız. Gece rüyalarımda hep o vardır, otobüste Alsancak yolunda dinlediğim mp3ler birden senin-ölmeni-istiyorum-orospu-çocuğu konseptli şarkılardan ibaret olur, her konuşmamda, her dakikamda, her nefesimde ondan nefret eder ve bana yaptığını ödetmenin yolunu ararım. Yıllar sonra bile olsa alınan intikam bana zevkten çok, rahatlama verir. Artık hayatıma devam edebilirim.
But I just can’t believe him, ever the optimistic one
I’m sure of your ability to become my perfect enemy
Wake up and face me, don’t play dead cause maybe
Someday I will walk away and say, “You disappoint me,”
Maybe you’re better off this way
Leaning over you here, cold and catatonic
I catch a brief reflection of what you could and might have been
It's your right and your ability
To become my perfect enemy…
Go ahead and play dead
I know that you can hear this
Go ahead and play dead
Why can't you turn and face me?
Why can't you turn and face me?
Why can't you turn and face me?
Why can't you turn and face me?
You fucking disappoint me!
Kinci bir insanımdır. Kolay kolay kin tutmam, ama gerektiğinde ufacık birşeyin hesabını 2 yıl sonra sorduğum bile olur. List of Cunts I'd Send To Hell adlı bir listem var evet, ve o listede 30'a yakın isim var, ama bunlar içinde gerçekten kin duyduklarımın sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Zaman zaman bu listeye bir isim daha eklemek zorunda kalırım, birileri yine kaşınmış ve salak saçma bir davranışta bulunmuş ve beni o an için sinirlendirmiştir. Birkaç gün sinirli kalır, unutur ve o kişiyi gördüğümde sadece görmezden gelirim. İşte listemin çoğunluğundaki insanlar bunlardan ibarettir.
Arada bazıları olur, ve onlara karşı gerçekten özenle kin beslerim. Bunun sebebi o kişilerin bana yaptıkları mallığın boyutuyla değil, yaptıkları mallık öncesi hayatımda ne boyutta bir değere sahip olduklarıyla ilgilidir. Sevdiğim ve güvendiğim birinin tek bir yanlış hareketi ya da cümlesi, kafamda onunla yıllardır olan arkadaşlığımı ve paylaşmış olduğumuz bütün güzel anıları siler. Bunun geri dönüşü olmaz genelde, zaten tek istisnası da Oğuz'dur bu durumun. Saçmalamış olan bu insan hayatımın odak noktası haline gelir, birçoğunuz "Aman siktiret ya niye bu kadar ilgi gösteriyosun ezik işte boşver gitsin" dersiniz çünkü siz bunu asla anlayamazsınız. Gece rüyalarımda hep o vardır, otobüste Alsancak yolunda dinlediğim mp3ler birden senin-ölmeni-istiyorum-orospu-çocuğu konseptli şarkılardan ibaret olur, her konuşmamda, her dakikamda, her nefesimde ondan nefret eder ve bana yaptığını ödetmenin yolunu ararım. Yıllar sonra bile olsa alınan intikam bana zevkten çok, rahatlama verir. Artık hayatıma devam edebilirim.
Monday, 18 August 2008
if only i could freeze us both in time..
You can erase someone from your mind. Getting them out of your heart is another story. Evet, öyle gerçekten de. Gözden ırak olan gönülden de ırak olabilse keşke her zaman, gerçi çoğunlukla oluyor evet, ama bazen geceleri geliyorlar bana. Öyle bir geliyorlar ki, tüm eski aşklarım, takıntılarım, arkadaşlarım, pişmanlıklarım ve hatalarım sırayla üzerime binip tepiniyorlar sanki. Uzun zamandır pek olmuyor bu, ama İstanbul'da evde yalnız başıma sabahladığım haftaiçi gecelerinde bazen öyle kötü olurdu ki, sabaha çıkamayacağımı sanırdım, uyumam gerekirdi düşünmemek için, uyuyamazdım da ilaçsız. Garip birşey şu gece. Gündüz Vassaf'ın Cehenneme Övgü'sündeki gibi.
Balkona çıktım az önce, Ay'a baktım, küçülüyor yavaş yavaş dolunay. Etrafına sarı bir ışık yayılıyordu, daha güçlenmiş hissettim kendimi. Gezegenimi -ay gezegen değil evet- rahatlıkla görebilen 2 şanslı burçtan biri olduğum için mutlu oldum.
Nette bir sitede uzun zamandır yazdığı hikayeleri son günlerde manyaklık derecesine ulaşmış bir hayranlıkla okuduğum bir yazar vardı. 50 kadar hikayesinin hepsini bitirdikten sonra 2006'dan beri yeni birşey yazmamış olduğunu fark ettim, bir süredir sürekli onu ve hikayelerini düşünüyordum. Kendime bu kadar yakın bulduğum hiç bir yazar olmamıştı ondan başka bugüne kadar. Google'da adını arattım bugün, 2006 Haziran'ında daha 35 bile olmadan öldüğünü öğrendim. Ağlamak istedim, çok moralim bozuldu onunla hiç konuşamamış olduğum için. Bugünlerde çok ölüm var etrafımda.
İstanbul'u ve eski insanları düşünmemeliyim çünkü düşündükçe hemen başka bir düşünceye atlamazsam içim gerçek anlamda acıyor. Gerçekten acımaya başlıyor düşününce. Geçmişe bakmamalı sanırım, en iyisi.
I, I still remember
How you looked that afternoon
There was only you
You should have asked me for it
I would have been brave
You should have asked me for it
How could I say no?
And our love could have soared
Over playgrounds and rooftops
Every park bench screams your name
I kept your tie
I would've gone wherever you wanted
And I can see our days are becoming nights
I could feel your heartbeat across the grass
We should have run
I would go with you anywhere
I should have kissed you by the water
Evrenin başka bir yerlerinde ya da belki boyutunda, sen ve ben, hep o aynı yerde oturup birbirimizin elini tutuyor olacağız, yüzünde o masum gülüş var senin.
Balkona çıktım az önce, Ay'a baktım, küçülüyor yavaş yavaş dolunay. Etrafına sarı bir ışık yayılıyordu, daha güçlenmiş hissettim kendimi. Gezegenimi -ay gezegen değil evet- rahatlıkla görebilen 2 şanslı burçtan biri olduğum için mutlu oldum.
Nette bir sitede uzun zamandır yazdığı hikayeleri son günlerde manyaklık derecesine ulaşmış bir hayranlıkla okuduğum bir yazar vardı. 50 kadar hikayesinin hepsini bitirdikten sonra 2006'dan beri yeni birşey yazmamış olduğunu fark ettim, bir süredir sürekli onu ve hikayelerini düşünüyordum. Kendime bu kadar yakın bulduğum hiç bir yazar olmamıştı ondan başka bugüne kadar. Google'da adını arattım bugün, 2006 Haziran'ında daha 35 bile olmadan öldüğünü öğrendim. Ağlamak istedim, çok moralim bozuldu onunla hiç konuşamamış olduğum için. Bugünlerde çok ölüm var etrafımda.
İstanbul'u ve eski insanları düşünmemeliyim çünkü düşündükçe hemen başka bir düşünceye atlamazsam içim gerçek anlamda acıyor. Gerçekten acımaya başlıyor düşününce. Geçmişe bakmamalı sanırım, en iyisi.
I, I still remember
How you looked that afternoon
There was only you
You should have asked me for it
I would have been brave
You should have asked me for it
How could I say no?
And our love could have soared
Over playgrounds and rooftops
Every park bench screams your name
I kept your tie
I would've gone wherever you wanted
And I can see our days are becoming nights
I could feel your heartbeat across the grass
We should have run
I would go with you anywhere
I should have kissed you by the water
Evrenin başka bir yerlerinde ya da belki boyutunda, sen ve ben, hep o aynı yerde oturup birbirimizin elini tutuyor olacağız, yüzünde o masum gülüş var senin.
Sunday, 17 August 2008
dream endless
to do list: fabsugar, sakin, facebook profil, itunes, hallelujah, 40ytl, tapas, toefl.
Son zamanlarda benim için önemli olan çok şey kaybettim, ve mutsuz değilim. Hayatımda artık olmayan şeyler ya da kimseler aklıma geldiğinde o düşünce sanki hiç olmamış gibi beynimin derinliklerine geri gönderiyorum. En ufak bir mutsuzluk belirtisi taşıyan şarkıları dinlemiyor, kötü şeyler düşünmek için kendime izin vermiyor, bana mutsuz şeyler hatırlatacak olan her türlü ortam ve insandan kaçınıyorum. İzleyeceğim filmlerin senaryosunu önce netten okuyor, mutsuz bitecekse izlemekten vazgeçiyorum. Bindiğim takside Emre Aydın çalmaya başlarsa iniyorum. Engelli listeme atmış olduğum konular başkaları tarafından açılmaya çalışıldığında, kalkıp gidiyorum. Zorla mutlu ettim kendimi bir süredir. Bu kalıcı mı olacak, yoksa geçen seneki Prozac maceramdaki gibi birden gülerek geçirdiğim her dakikanın acısını 3 katıyla çıkaracak derecede bir patlamayla yine depresyona girecek ve en dibe vurmak deyimindeki "en dip"in de aslında daha bir dibinin var olabildiğini mi keşfedeceğim, bilemiyorum.
Dün gece her zamanki rüyalarımdan daha garip olan bir rüya gördüm. 17 Ağustos olmasından etkilenmiş olabilirim. Rüyamda lisedeki en yakın 2 arkadaşımla Taksim Tünel'e gidiyorduk. Garip olan tünelin gerçekten bir tünel, hatta mağara gibi bir yer oluşuydu. Forgotten Realms'de drowların yaşadığı Underdark gibiydi hatta. Yürürken Göksu Lisesi adlı -huh??- bir lisenin önünden geçtik, ben simsiyah mağaranın tavanına baktım başımı kaldırıp, bir gariplik vardı ama şu anda ne olduğunu hatırlamıyorum, rüyadayken mantıklı gelmişti. "Birşeyler olacak, gitmemiz lazım" dedim Ece'ye. Tam o anda mağara çökmeye başladı, ayaklarımızın altındaki zemin yok oluyordu, koşmaya başladık. Tramvay durağı tek güvenli yerdi, oraya kadar koştuk. Diğer arkadaşımı arkamızda bırakmıştık. Tramvay'a binip Taksim'e gidiyorduk, tramvayın şoförü sarışın bir kadındı. Taksim birden Alsancak halini aldı. Tanıdık bir yere gelmiş olmanın rahatlığıyla uyandım.
Ayrıca gay kanka istiyorum ben. Gay olmasa bile gayet fashionista ve güzel görünen, mümkünse feminen, çok az Marlboro Light içen, süper bir kanka arıyorum kendime evet. İzmir'de yaşasın bir de ama ortamınız-için-fazla-cool-olduğum-için-evden-çıkmıyorum modunda olsun.
Son zamanlarda benim için önemli olan çok şey kaybettim, ve mutsuz değilim. Hayatımda artık olmayan şeyler ya da kimseler aklıma geldiğinde o düşünce sanki hiç olmamış gibi beynimin derinliklerine geri gönderiyorum. En ufak bir mutsuzluk belirtisi taşıyan şarkıları dinlemiyor, kötü şeyler düşünmek için kendime izin vermiyor, bana mutsuz şeyler hatırlatacak olan her türlü ortam ve insandan kaçınıyorum. İzleyeceğim filmlerin senaryosunu önce netten okuyor, mutsuz bitecekse izlemekten vazgeçiyorum. Bindiğim takside Emre Aydın çalmaya başlarsa iniyorum. Engelli listeme atmış olduğum konular başkaları tarafından açılmaya çalışıldığında, kalkıp gidiyorum. Zorla mutlu ettim kendimi bir süredir. Bu kalıcı mı olacak, yoksa geçen seneki Prozac maceramdaki gibi birden gülerek geçirdiğim her dakikanın acısını 3 katıyla çıkaracak derecede bir patlamayla yine depresyona girecek ve en dibe vurmak deyimindeki "en dip"in de aslında daha bir dibinin var olabildiğini mi keşfedeceğim, bilemiyorum.
Dün gece her zamanki rüyalarımdan daha garip olan bir rüya gördüm. 17 Ağustos olmasından etkilenmiş olabilirim. Rüyamda lisedeki en yakın 2 arkadaşımla Taksim Tünel'e gidiyorduk. Garip olan tünelin gerçekten bir tünel, hatta mağara gibi bir yer oluşuydu. Forgotten Realms'de drowların yaşadığı Underdark gibiydi hatta. Yürürken Göksu Lisesi adlı -huh??- bir lisenin önünden geçtik, ben simsiyah mağaranın tavanına baktım başımı kaldırıp, bir gariplik vardı ama şu anda ne olduğunu hatırlamıyorum, rüyadayken mantıklı gelmişti. "Birşeyler olacak, gitmemiz lazım" dedim Ece'ye. Tam o anda mağara çökmeye başladı, ayaklarımızın altındaki zemin yok oluyordu, koşmaya başladık. Tramvay durağı tek güvenli yerdi, oraya kadar koştuk. Diğer arkadaşımı arkamızda bırakmıştık. Tramvay'a binip Taksim'e gidiyorduk, tramvayın şoförü sarışın bir kadındı. Taksim birden Alsancak halini aldı. Tanıdık bir yere gelmiş olmanın rahatlığıyla uyandım.
Ayrıca gay kanka istiyorum ben. Gay olmasa bile gayet fashionista ve güzel görünen, mümkünse feminen, çok az Marlboro Light içen, süper bir kanka arıyorum kendime evet. İzmir'de yaşasın bir de ama ortamınız-için-fazla-cool-olduğum-için-evden-çıkmıyorum modunda olsun.
Subscribe to:
Posts (Atom)