Wednesday 12 January 2011

take lots with alcohol

TAPDK'nin yeni alkol satışı yönetmeliğini şimdi gördüm. Yok deniz kenarlarındaki restaurantlarda alkol satılamazmış, yok 24 yaş altının bulunduğu organizasyonlarda ve konserlerde alkol satışı yasakmış. Yakın gelecekte alkolü toptan yasaklamaya kalkarlarsa hiç şaşırmam. Böyle klişe bir muhabbet yapmak hiç istemiyorum; ama Türkiye'nin şu anki gidişatından da, böyle salak saçma şeylerle insanın sinirini bozan iktidar partisinden de, o partiye oy veren akıl fikir yoksunu insanlardan da ifade edemeyeceğim derecede tiksiniyorum. Bu yüzyılda hala böyle prehistorik düşüncelerin bu kadar geniş bir destek bulabilmesi Türkiye'de insanların gerçekten ne kadar eğitimsiz olduğunu gösteriyor (eğitimsiz dediğim insan grubu söz konusu partiye oy veren üniversite mezunu insanları da kapsıyor). Alkol bu kadar sinirinize batıyorsa içmeyin kardeşim, size ne başkasının alkol tüketiminden?

Geçen yılki referandumda çevremdeki yüzlerce insan arasında "Evet" oyu verdiğini söyleyen iki kişiyle karşılaştım. Birisi "Akepe iktidara geldiğinden beri daha çok para kazanıyorum"cu biriydi, ikincisi ise "Yetmez ama evet"çilerdendi. Bu zihniyeti "Akepeci olduğum için evet"çilerden çok daha fena buluyorum. Çünkü çoğu "You should know better" denesi derecede eğitimli, bilgi sahibi insanlar. Türkiye'nin "liberalleşiyor", "demokratikleşiyor" olduğunu bu ortamda insan nasıl düşünebilir aklım almıyor. Zaten demokrasi kavramında pek yokum, özellikle oyumun zamanını Fatmagül'ün Suçu Ne izleyen ilkokul mezunu tiplerle eşit sayılmasında ve dolayısıyla 21 yaşındaki halimle bile benden daha az kalifiye olan tiplerin beni yönetme hakkı sahibi olmasında hiç yokum. Meritokrasi ile yönetilen bir ülkenin hayalini kuruyorum.

Bu yasakların haberinin altına yazılan bir yoruma katılmadan edemedim:

"Durun bakalım daha yeni başlıyoruz... İstikrar arayanlar, "yetmez ama evet"çiler, II. Cumhuriyetçiler, liberal demokratlar hepinizin elbirliği ile batırıyoruz bu gemiyi..."

Tuesday 11 January 2011

of urban life and the gender binary

Essay yazma çabalarıma yardımcı olsun diye Ritalin'imi almış etki etmesini beklerken dün aklıma gelen ama yazmaya üşendiğim bir şeyi paylaşmak istedim. Londra'ya döneli 24 saat oldu, ve içimde yok edemediğim garip bir his var.

İzmir'e gidişimin birkaç hafta öncesine kadar "Londra'da yaşadığım için çok mutluyum, burada Türkiye'de hiç keşfetmeye fırsatım olmayan yönlerimi sonuna kadar ortaya çıkarabiliyorum, ruhen beni çok besleyen bir şehir" diye düşünüyordum. Mezun olunca ne şekilde olursa olsun bir yolunu bulup kesinlikle burada kalmaya niyetliydim. Ama o kadar sakin, huzurlu ve mutlu bir zaman geçirdim ki; ilk kez İngiltere'ye "Keşke dönmem gerekmeseydi bu kadar erken" diyerek döndüm. Ve şimdi İzmir'de geçirdiğim o 3 haftayı özlüyorum. Türkiye'nin kendisini özlemiyorum, yanlış anlaşılmasın. Her yerini bildiğim bir şehirde yaşamayı özlüyorum, annemle ve kedimle birlikte yaşamayı özlüyorum, çamaşır bulaşık fatura vs derdi olmadan yaşamayı özlüyorum, temizlikçimiz olmasını özlüyorum, her yere taksiyle gidip gelmeyi özlüyorum, yıllardır tanıdığım arkadaşlarımın olmasını özlüyorum, yılda bir taşınmamayı ve evime bağlanabilmeyi özlüyorum, "Seneye ne yapacağım, nerede yaşayacağım" sorusu olmamasını özlüyorum, bunların hepsini özlüyorum evet. Bunlar mekana bağlı özlemler değil. Keşke bunların hepsini Londra'da elde edebilseydim, keşke annem ve kedim burada olsaydı en azından. Hayat kusursuz olurdu o zaman.

Şimdi böyle diyorum ama, uzun süre Türkiye'de kalınca da Londra'yı özlüyorum. Şu anda bu kadar melankolik bir ruh halinde olmamın nedeni yeni gelmiş ve essaylerim yüzünden odama hapsolmuş bir şekilde Londra'nın sevdiğim yönlerinden uzak yaşıyor olmam. Buradan Türkiye'ye döndüğümde de, oradan buraya geldiğimde de ilk birkaç gün büyük uyum zorluğu çekiyorum. Her şey çok sürreal görünüyor gözüme. Sonra alışıyor, içinde bulunduğum şehrin tadını çıkarıyorum, özlemim çok nadiren kendini gösteriyor. En kısa zamanda hayatıma o "normallik" hissi geri dönsün istiyorum.

Facebook'ta arkadaşlarımdan birinin I Reject the Gender Binary türü bir gruba üye olduğunu gördüm az önce. Sanırım kendisinin gender binary'nin ne olduğuna dair ciddi yanılgıları var. Zira "Kadın dediğin kadın gibi görünmeli, butch'lar erkek gibi görünmeye çalışıyorlar, bence iğrençler" türü laflar gender binary'i reddetmek değil gidip orta yerine kurulup oturmak oluyor.

Bu bahsettiğim insanı severim, ama o tür laflar ettiğine denk geldiğimden beri ona bakışım değişti. Ayrıca Facebook'ta wall'una bir şeyler yazdığımda ve altına hiç tanımadığım halde bana laf atmaya çalışan eziklerin yorumları doluştuğunda bunları silmemesiyle de alakalı olabilir bu. Yorumu atan kişi ne kadar yaranmaya çalıştığım, beni sevsin istediğim biri olursa olsun ben birisi arkadaşımın duvarıma yazdığı bir şeye abuk subuk kavga çıkarmaya çalışıcı yorumlar atsa bunları kesinlikle silerdim. Ağzının payını da verirdim o insana, ama bu insanlardan çok şey beklemek oluyor galiba.

Sevdiğiniz insan sizin fikirlerinize çok ters düşen laflar etse (ölümüne faşist olsa mesela), ona olan sevginiz azalır mıydı?

Monday 10 January 2011

on my way to london i see all kind of freak

10 saatlik yorucu ötesi bir uçak yolculuğundan sonra (thank you British Airways.. NOT!) Londra'ya adım atmış bulunuyorum sonunda tekrar.

British Airways'in direk Londra-İzmir rotası iptal edildiğinden bu sefer THY ile gidip gelmek zorunda kaldığımı yazmıştım. Londra'dan İstanbul'a gelişimden ne kadar memnun kaldıysam bu dönüş yolculuğunu da o kadar sevmedim.

Geçen sefer bindiğim her koltuğun arkasında kendi ekranı olan, her sırası 8 koltuklu, koltuk araları 1 km genişliğindeki süper uçağa kıyasla bugün bindiğim İstanbul-Londra uçağı dökülüyordu. Ondan önce bindiğim İzmir-İstanbul uçağı bile daha lükstü cidden. Dökülüyordu dediğim uçak benden yaşlıydı koltuklar bildiğiniz dipdibeydi, uzun boylu biri olsaydım herhalde bacaklarım ölmüş olarak inerdim uçaktan. Ayrıca içi çok pisti, insan uçuşlar arasında bir temizler. 500TL'ye tek yön Londra bileti satan bir havayolu olarak bunlara dikkat etmeliler en azından.

İşin en fena kısmı dünyadaki bütün öküzlerin benim koltuğumun etrafına toplanmış olmasıydı. İzmir'den aktarma yaptığımdan uçağa koştura koştura ucu ucuna yetiştim. O yüzden çoğu insan benden önce binmişti. Koridorun diğer ucunda oturan gerizekalılar hem kendi baş üstü dolaplarını, hem de bizimkileri doldurmuşlardı; o yüzden 4 saatlik uçuş boyunca o daracık koltuk aralığını bir de ayaklarımın dibindeki laptop çantam ile paylaşmak zorunda kaldım.

Önümde koltuğunu sonuna kadar arkaya yatıran, yemek verilirken bile "Rahatsız oluyorsanız kaldırayım" deme görgüsüne sahip olmayan iki öküz oturuyordu. O rahatlık yetmemiş olacak ki sürekli arka koltuğa kadar gerinip el-kollarını beynime sokmaya çalışıyorlardı. İnişte bile normalde yasak olmasına rağmen o koltuklar kalkmadı, ve bunu görmediği için hostese de sinir oldum. O da değil, herifler daha uçak durmadan telefonlarını açıp konuşmaya başladılar. Tiksinç.

Yanımda ne İngilizce, ne Türkçe konuşabilen; ve fena halde duş alması gereken bir adam oturuyordu. O da değil, geldiğimde kendisi benim cam kenarı koltuğuma oturmuştu, kalkmasını istemek zorunda kaldım. Başkasının yerine oturanlara sinir oluyorum.

Son olarak arkamda tüm yol boyunca çevresinde oturan ve tanımadığı herkesle konuşan bir adam oturuyordu. Korkunç bir Türk aksanıyla İngilizce konuşuyordu üstelik, yanında oturan Türk kadınla bile. Arada da dönüp diğer yanındaki İngiliz kadına o kulaklarımı tırmalayan aksanla "Siz İngilizler" ile başlayan tiksinç espriler yapıyordu. Hani birileri kendini çok utanç verici bir konuma düşürür de siz onun adına utanırsınız ya, öyle bir durumdu. Anladım ki ben Türk biriyle İngilizce konuşan Türkler'e sinir oluyorum. Hani 3-4 cümle konuşursun, araya birkaç kelime tıkıştırırsın, onu ben de yapıyorum da, "Bak ben İngilizce biliyorum" amacıyla sürekli olarak bunu yapanlar gerçekten komik duruma düşüyorlar. Genelde de aksanları çok fena oluyor.

Neyse, sonunda evime ulaştım. Dolapta bira ve cider dışında bir şey olmadığından aşağıdaki kebab shop'a gidip bir burger aldım. Onu yedim, nette bakınıyordum ki "Lisede 45 cm'lik haremlik-selamlık kuralı" başlıklı bu haberi gördüm. Ülkemde ne acayip, ne kafasız insanlar var gerçekten. Bence kızların sadece erkeklere yaklaşmasını değil, toptan herkese yaklaşmasını yasaklasaymış bu müdür. Eşcinsellik diye rezil bir yola düşüyormuş bazıları, ona da çare olur hem.

45 cm nedir ayrıca, yuvarlak hesap 50 yapsaymış. Elinde mezurayla ölçüyor falan mı ne?