You are the girl I've been dreaming of ever since I was a little girl..
2 günlüğüne Lisa'nın evine gidip bütün haftayı orada non-stop Friends DVD'leri izleyerek geçirdikten sonra bu sabah evime döndüm. Her zaman favori Friend'im olan Joey'nin "How you doinnn'" repliğine daha da bir aşık oldum. Friends hayatta en sevdiğim dizilerden biriymiş ve 10 sezon yetmiyormuş bana, bunu farkettim.
Odam kısmen daha toplu bugün, Lisa hanfendi gelecek az sonra, ona güveniyorum toplar diye, evet. Ama gerçekten hayatta 10 dakikada bu kadar güzel oda toplayan insan görmemiştim. Tebrik ediyorum kendisini.
Hamster alıp adını Henry koyasım geliyor bu aralar, eve de pek uğradığım yok, ölür hayvancağız diye almıyorum. Lisa'ya gittiğimde yanımda götürsem vahşi kedisi Dylan yer onu zaten.
Haftasonu Londra'ya gideceğim yine, gidesim yok. Ondan sonraki haftasonu Brighton planladık Lisa'yla, bir yere bu kadar gitmek isteyip 2 saat uzaklıkta olmasına rağmen gitmemek garip oluyordu artık, gitmeliydik evet.
1 aydır Cumartesi gecesi dışarı çıkmadım, o 1 ay önceki çıkışımda da G-A-Y'de sıkıntıdan bayılıp 10'da eve dönmüştüm. Zaten sol ayağım tendon zedelenmesi nedeniyle çok felaket bir durumda 2 haftadır, su içmek için alt kata mutfağa inmek bile acı verici. Sakinlik iyi geliyor bana aslında, ama bazen "Salak mısın kızım, İngiltere'desin, kalk bir yerlere git, neden evdesin ki?" diye sormuyor değilim kendime. Ama tabii cimrilik faktörüm var bir de. Trenler aşırı pahalı.
Evimizin alt katında yine bir parti var seslerden anladığım kadarıyla, birisinin 18. doğumgününü kutluyorlar, kendimi yaşlı hissediyorum. Doğumgünleri okul zamanına denk gelenlere hep imrenmişimdir, yazın doğduğu için arkadaşları hep tatildeyken doğumgünü kutlayan biri olarak. Ve pek bir devrik cümle delisiyim bugün sanki. Oda arkadaşım Justice dinliyor şimdi, Justice'in ayağa düşmesine sinirleniyorum.
PS: Overreaction kelimesinin anlamı "karşındaki sustukça üstüne gitmek" değildir, "aşırı tepki vermek"tir. Birisinin yaptığı uyuzluklar başlı başına birer eylem olup, önceki bir eylemin sonucu olan birer tepki değildirler. Re-action=action'a verilen tepki, hence the word overreaction. Kişisel birşey değil asla, sevdiğim de bir insansın, doğrusunu bil istedim sadece.
PPS: Çarşamba omzumdaki dövme bir fairy ve "la bella vita" cümlesiyle cover up işlemine dahil oluyor.
“La bella vita” is the rich & posh lifestyle, it's a beautiful life indeed.
Saturday, 15 November 2008
Tuesday, 11 November 2008
there's a place in the sun, for anyone...
Nedensiz şekilde sabah 8'de uyandım, 9'daki dersime gitmedim, okul açılalı 2 ay oldu ve ben o derse daha hiç gitmedim, adını bile bilmiyorum hatta tam olarak. Saat 12 oldu (blogger saatimi İngiltere saatine göre ayarlamaya üşeniyorum) ve ben hala uyanığım, temizlikçi var evde, gürültü var, uyuyamıyorum, zaten uykum da yok. Fena halde 11-12'de yatıp 9'a doğru uyanan, öğlen de güzellik uykusuna yatan, tek işi gücü saatlerce aralıksız Friends DVD'leri izlemek olan bir şeye dönüştüm ben.
Odamın hali içler acısı. Geçen hafta yediğim şeylerin tabakları tavana doğru bir kule şeklinde uzanıyor, asıl amacı ders çalışmak olan masamın üstü 10 gün önce içtiğim içkilerin şişeleriyle dolu. Yerlerde ani bir hevesle aldığım ıvır zıvırlarla dolu olan ama 1 aydır içindeki şeyleri değil giymek, poşetinden çıkarmaya üşendiğim Urban Outfitters ve Topshop torbaları. Ebay'den aldığım bir ton şeyin ambalaj ve çöpleri. Aceleyle dışarı çıkarken aman-sonra-toplarım diye bırakıp gittiğim, çook uzun zamandır yerlere saçılmış olarak duran kolye ve bilekliklerim. Duvardan düşen, sonra tekrar yapıştırılmak üzere yerde bekleyen posterler. Bugün toplanması lazım bu odanın.
Cadbury Fingers kadar süper çok az şey var dünyada. Coca Cola Light bağımlılığımın yerini aldı kendisi. Hayatı boyunca evde çikolata bulundurmayan, tatlı krizi gelenlere garip bakışlar atan ben, bir çikolata bağımlısıyım artık.
Ve günün şarkısı:
As I live and breathe
You have killed me
You have killed me
Yes I walk around somehow
But you have killed me
You have killed me
And there is no point saying this again
there is no point saying this again
But I forgive you,
I forgive you
Always I do forgive you.
Odamın hali içler acısı. Geçen hafta yediğim şeylerin tabakları tavana doğru bir kule şeklinde uzanıyor, asıl amacı ders çalışmak olan masamın üstü 10 gün önce içtiğim içkilerin şişeleriyle dolu. Yerlerde ani bir hevesle aldığım ıvır zıvırlarla dolu olan ama 1 aydır içindeki şeyleri değil giymek, poşetinden çıkarmaya üşendiğim Urban Outfitters ve Topshop torbaları. Ebay'den aldığım bir ton şeyin ambalaj ve çöpleri. Aceleyle dışarı çıkarken aman-sonra-toplarım diye bırakıp gittiğim, çook uzun zamandır yerlere saçılmış olarak duran kolye ve bilekliklerim. Duvardan düşen, sonra tekrar yapıştırılmak üzere yerde bekleyen posterler. Bugün toplanması lazım bu odanın.
Cadbury Fingers kadar süper çok az şey var dünyada. Coca Cola Light bağımlılığımın yerini aldı kendisi. Hayatı boyunca evde çikolata bulundurmayan, tatlı krizi gelenlere garip bakışlar atan ben, bir çikolata bağımlısıyım artık.
Ve günün şarkısı:
As I live and breathe
You have killed me
You have killed me
Yes I walk around somehow
But you have killed me
You have killed me
And there is no point saying this again
there is no point saying this again
But I forgive you,
I forgive you
Always I do forgive you.
Monday, 10 November 2008
love always remains
Nasıl olduğunu bilmediğim bir şekilde ayağımdaki tendonu zedelemem sonucu 10 gündür topalımsı bir şekilde gezmekteydim ki bugün ayağımın iyileşmediğini, hatta artık üzerine basamadığımı fark ettim. Anladım ki yatakta ayaklarını uzatarak bütün bir gün geçmiyormuş, aynı pozisyon sıkıyormuş insanı -özellikle benim gibi yatarken bilinçsizce bacaklarını sallama takıntısı olanları-.
Günlerdir Lisa'da kalıyor olmam ve eve uğramayışım nedeniyle buzdolabında yalnızlığa terk ettiğim ve tarihi geçmiş olan noodle'ları bugün pişirmeliyim artık, ancak wok yıkamaya pek bir üşeniyorum.
Hava soğudu artık iyice, hep hep hep yağmurlu. Yağmurlu gri hava iyice eve kapanasımı getiriyor. Garip bir şekilde durgun ve huzurluyum tüm nostaljik havama rağmen. Bugünlerde hayatımın büyük bir parçası haline gelen trenlerin yağmur damlalarıyla kaplı camlarından dışarıdaki gri İngiliz kırsalına bakıp MGMT dinlerken -kırsal kelimesini hayatımda ilk kez kullandım-, bir gün istediğimi elde edeceğimi ve sadece sabırlı olmam gerektiğini bilmenin sakinliği içindeyim.
No one has to hear, the sound of people laughing at their fears, and the ocean and sun are always there, to make you happy if you're feeling scared of the darkness.
If I ever saw a ghost it'd change the way I think. I wouldn't gasp for air if ever I did sink. I wouldn't struggle, I'd just let it all out fast, and then start living in the past.
We'll never feel so safe again, but love always remains..
Günlerdir Lisa'da kalıyor olmam ve eve uğramayışım nedeniyle buzdolabında yalnızlığa terk ettiğim ve tarihi geçmiş olan noodle'ları bugün pişirmeliyim artık, ancak wok yıkamaya pek bir üşeniyorum.
Hava soğudu artık iyice, hep hep hep yağmurlu. Yağmurlu gri hava iyice eve kapanasımı getiriyor. Garip bir şekilde durgun ve huzurluyum tüm nostaljik havama rağmen. Bugünlerde hayatımın büyük bir parçası haline gelen trenlerin yağmur damlalarıyla kaplı camlarından dışarıdaki gri İngiliz kırsalına bakıp MGMT dinlerken -kırsal kelimesini hayatımda ilk kez kullandım-, bir gün istediğimi elde edeceğimi ve sadece sabırlı olmam gerektiğini bilmenin sakinliği içindeyim.
No one has to hear, the sound of people laughing at their fears, and the ocean and sun are always there, to make you happy if you're feeling scared of the darkness.
If I ever saw a ghost it'd change the way I think. I wouldn't gasp for air if ever I did sink. I wouldn't struggle, I'd just let it all out fast, and then start living in the past.
We'll never feel so safe again, but love always remains..
Subscribe to:
Posts (Atom)