Şu an çalıştığım yerdeki insan kaynakları formlarından biri için 6-7 yıl önce İstanbul'da yaşadığım evin adresi lazım oldu. Hatırlamadığımdan anneme sordum, o vesileyle yakın zamanda o binanın yıkıldığını öğrendim.
Ben mekanlara çok bağlanan bir insanım. Ne zaman okuduğum bir okuldan, çalıştığım bir işyerinden, yaşadığım bir evden ayrılsam çok fena hüzünlenirim, çıktığımda hep arkamı dönüp son bir kez bakasım gelir. Bunun da ötesinde hayatımın en önemli anlarının çoğu o evde geçti. İlk kez kendi ayaklarım üzerinde durmaya başladığım ve yalnız yaşamanın tadını aldığım, şiddetli bir depresyonla boğuştuğum, ilk kız arkadaşımla ilk tanıştığım gün onu getirip ilk kez öptüğüm, İngiltere'ye taşınma kararı verdiğim, cinsel yönelimimle ilk kez barıştığım evdi. Bunların hepsi karakterimi ve kimliğimi büyük ölçüde şekillendiren anlardı, ve onları o evle bağdaştırmıştım.
Geçmişe ve içimde hala ukte kalan ilk kız arkadaşımla olan ilişkime özlem duyduğumda o ev ve çevresinde yaşadıklarımı düşünmek beni rahatlatıyordu. Geri döneceğimden değil belki, ama aklımda şöyle çılgınca bir düşünce vardı: Bir yerlerde, paralel bir evrende benim o evdeki, o ilk kız arkadaşla olan yaşantım devam ediyor. Bu evrende yaptığım hataları yapmadığım farklı bir zaman diliminde benim farklı bir versiyonum hala orada, hala onunla, ve mutlu. Evin yıkıldığını öğrenmek beni çok sarstı o yüzden.
Keşke yerlere bu kadar bağlanmasam.