Wednesday 7 September 2011

we've no alternative

Blog'uma kim nereden geliyor bakarken aşağıdaki "şey"le karşılaştım. Üşenmeyin bakın, çok komik gerçekten.



Bazı insanların cinselliğe bakış açılarının ve genel olarak hayata bakışlarının kısıtlılığı içimde fena bir acıma hissi uyandırıyor hakikaten. Şimdi böyle bir soruyu kafasında kendi cevaplayamayan insana ne desek fayda eder ki?

"Lezler erkeklerle birlikte olabilir mi" diye sormuş arkadaş. Oradaki -abilmek kullanımı dikkatimi çekti. Olabilir tabii efendim, niye olamasın?

Kendine "lez" diyen gay bir kadın tanımadığımdan bu soruyu hetero birinin sorduğunu varsayıyorum. Lezbiyen fantezili hetero erkek havası var hatta bence soruda. O halde kendisine soruyu "Olabilir mi" değil yerine "Olur mu?" diye sormasını tavsiye ediyor, ve sorusunu "Senin gibilerle muhtemelen hayır" şeklinde cevaplıyorum. Çevremdeki arada sırada erkeklerle birlikte olan gay kadınların birlikte olduğu erkek profili gözlemlerime göre kendini queer olarak tanımlayan, yatakta queer bir dinamiğe açık, cinsel yönelim ve cinsiyet kavramları konusunda bilinçli, ve hatta çoğunlukla gay erkeklerden oluşuyor. Aklı başında hiç bir gay kadının kendisine "lez" gibi objeleştirici bir biçimde hitap eden ve eşcinselliğini fetiş unsuru haline getiren hetero adamın tekiyle birlikte olacağını da sanmıyorum.

Eğer bunu soran gay bir kadınsa, ki öyle olduğunu pek zannetmiyorum, medeni ülkelerde eşcinsel-kadınlar-arada-erkeklerle-birlikte-olursa-bu-onları-daha-mı-az-eşcinsel-yapar muhabbetleri 80'li yıllarda yeterince tartışıldı; ve modası da fena halde geçti. Go Fish'te süper bir monolog vardı hatta bu konuda. İzlenmeli.

Cinselliğe katı sınırlara sahip, değişmez bir şey olarak bakan kapalı zihinli insanlardan nefret ediyorum.

Tuesday 6 September 2011

i feel loved

Yeni evimize taşındığımızdan beri birbirinden garip rüyalar görüyorum. İlk gece aksiyon filmi olsa şaşırmayacağım derecede bildiğiniz senaryolu bir rüya gördükten sonra dün gece de rüyamda Harvey Nichols indirimindeydim. 5TL'ye (evet, oha dimi) çok şirin bir See by Chloe tshirt ve 300'e aylardır istediğim bir Marc by Marc Jacobs çanta bulmuştum. Tam kasaya ilerliyordum ki, sivrisinekler tarafından uyandırıldım. Çantamın keyfini rüyamda sürmeme bile izin vermedi leş yaratıklar. O yarı uyur yarı uyanık halimle geri rüyama dönmeyi denedim, ama olmadı. Çok üzülmüş olarak uyandım sabah.

Çantalardan bahsetmişken, boş zamanlarımda GittiGidiyor türü yerlerdeki sahte çantaları rapor etmeye bayılıyorum biliyorsunuz. Birkaç yıl önce GG'nin bu konuda bir şey yapmadığından yakınmıştım. Ama bu yaz bu konudaki tutumlarını fena halde değiştirmişler. Eskiden Balenciaga diye aratınca %99'u sahte 300 küsür sonuç gelirken artık 10 tane falan geliyor. Sahteleri de GG'ye bildirince anında kaldırıyorlar. Geçen gün 30 tane falan sahte rapor ettim, birkaç saat içinde "Bildirdiğiniz için teşekkür ederiz, hemen kaldırıp satıcılara uyarıda bulunuyoruz" diye bir cevap geldi ve gerçekten de hepsini kaldırmışlardı. Bir daha o satıcılara denk gelmedim de.

Tabii böyle hiç kanıt göstermeden her "Bu sahte" diyenin dikkate alınması da bazı gerçek ürün satanların arada kaynamasına sebep oluyordur muhtemelen. Ama GG'deki listelemelerin çoğu içler acısı hakikaten eBay'e kıyasla. eBay'de insanların çoğu designer ürün satarken 39279 tane fotoğraf koyup ekstra fotoğraf isterseniz yine de gönderiyor. GG'de insanların çoğu tek foto koyuyor, ekstra fotoğraf isterseniz cevap bile vermeye tenezzül etmiyor.

Bir çantanın sahte olup olmadığını anlamak için yok etiketinin bilmemneresi, yok fermuarının altı, yok logosunun şurası, yok sapının ucundaki çivisi falan onlarca fotoğraf gerekiyor. Ve ben şahsen insanlara mesaj atıp "Şunu, şunu, şunu, şunu çekip yollar mısınız" diye 40 tane şey saymaya üşeniyorum; çok büyük ihtimalle cevap alamayacağımı, alsam da muhtemelen yanlış fotoğrafları yollayacaklarını bildiğimden. Bir de açıkçası, bir insan 2.000TL'ye ikinci el çanta satmaya çalışıp ne akla hizmet tek fotoğraf koyar, anlayamıyorum. Gerçekten çanta tutkunu biri hangi fotoğrafları koyması gerektiğini bilir çünkü.

**

Çeşme'ye giderken yanıma yolda dinlemek için CD alayım dedim, ama asıl CD'lerimin olduğu kutular henüz açılmamış. Eskilerden bir şey seçmek zorunda kaldım o yüzden. Artık dinlemediğim, goth phase'imden kalma yüzlerce CD arasından Depeche Mode'un tüm albümlerinden oluşan bir CD çıktı. Exciter zamanında alıp 10 yıldır dinlememişim belki de.

Depeche Mode ile 10-11 yıl önce Exciter zamanında tanışmıştım. Placebo ile birlikte o zamandan beri hala aynı derecede (ama hayatta bulunduğum noktaya göre farklı şekillerde) sevmeye devam ettiğim, hala içimi kıpırdatan iki gruptan biridir Depeche Mode. Özlemişim.

I Feel Loved o albümdeki favori şarkımdı. Dünyada bu kadar seksi bir şarkı ya da Dave Gahan kadar süper kalça sallayan insan çok az bulunur. 02:47-03:03 arasına bayılıyorum özellikle.

Monday 5 September 2011

getting lost in the folds of your skirt

Bir haftadır yazamadım. Pazartesi tezimi teslim ettikten sonra ani bir kararla "Bayramda bir yere gitsek ya" şeklinde 15 dakikada bir Sakız tatili organize etmiştim. Bunun üzerine Salı Çeşme'ye gidip Çarşamba sabahı Sakız'a geçtik 2 günlüğüne. Feribot firması (Ertürk, spesifik olmak gerekirse) organizasyon seviyesi o derece yerlerde sürünüyordu ki, anlatamam. Sırf onlar da değil, genel olarak limanın hali de öyleydi. İzin verirseniz biraz söylenmeye ihtiyacım var bu konuda.

- Bayram günü binlerce kişinin Sakız'a gideceği bilinirken neden liman güvenlikçileri sıcak yataklarından bir saat erken çıkıp, limandaki feribot kısmını bir saat erken açıp 45 dakika süren güvenlik geçiş kuyrukları oluşmasını engellemiyorlar? Bilet sattıkları insanların telefonuna feribot firması neden bir mesaj atmıyor "Bayram nedeniyle çok yolcu olacak, normalden bir saat daha erken gelmenizi tavsiye ediyoruz" falan diye?

- Ne zaman Sakız'a gitsek hep Ertürk'le gidiyoruz ve her seferinde feribot geç kalkıyor. Bahane de "Kalkıştan önce gümrük belgelerinin teslim edilmesi gerekiyor, izin çıkmıyor yoksa" falan. O feribotun her sabah o saatte kalkacağı belli, yolcu isimleri belli, neden o liste önceki gece ya da sabahın erken saatlerinde hazırlanmıyor?

- "Yarın döneceğiz" diye özellikle söylememe rağmen biletime açık dönüş yazan görevliden anladığım kadarıyla dönüş biletlerini "açık" yazıyorlar hep. Öyle yapmasalar ya da insanlardan dönüş tarihlerini en geç 24 saat kala firma ofisine bildirmelerini isteseler, ve bildirmeyen ertesi günü beklemek zorunda kalsa, yolcu isimleri belli olur ve gecikmeler azalır. Yolcu sayısı da belli olduğu için dolmuş kaldırır gibi "Bu feribot doldu, yarım saat bekleyin bir tane daha gelecek" yaparak insanı enayi yerine koymaya çalışan görevliler kimsenin asabını bozmaz o kadar sıra beklemenin üzerine. Ve böylece 60 yaşında olduğuna utanmayıp iki kişi önce bineceğim diye izdiham yaratan, birbirini ittirip duran teyzelerin kurbanı olmayız.

- Bu Sakız gezisinde feribot öncesi ve sonrası o kadar sıra bekleyerek geçti ki, bin türlü sıra muhabbetine denk geldim. Ve bir kez daha emin oldum ki, Türk insanından daha görgüsüz bir millet tanımadım hayatımda (ki genellemelerden tiksinirim aslında). Sıraya kaynak yapanlar; onları görüp "Lütfen arkaya geçin, insanların önüne geçtiniz, ayıp" diyeceklerine "Sıraya kaynadılar ya terbiyesizler" diye duyulması için yanındakine yüksek sesle söylenenler; insanları ittire kaktıra öne geçip 10 kişilik ailesinin tamamını yanına çağıran edepsizler; doğru düzgün sıraya girilmediği için yanlışlıkla sıralar birleşip biz önlerine geçince yüzümüze "Pardon, önümüze geçtiniz" diyeceğine kulağımızın dibinde "Kıza bak ya hem kitap okuyor hem de çaktırmadan öne geçmeye çalışıyor" diye bağırıp tepemizi attıranlar; o sıkışıklıkta herkes stres olmuşken bağıra çağıra telefonla konuşup milletin suratına sigara dumanı üfleyenler, her türlü görgüsüzlük örneğine denk geldim resmen. Görgü kavramına aşırı takık bir insan olarak böyle toplum içinde nasıl davranacağını öğrenememiş mağara insanı modelleri çok fena sinirime dokunuyor, en ufak bir görgü yoksunluğu inanılmaz gözüme batıyor. Ben de aşırı takıntılıyım o konuda, farkındayım, ama insanların toplum içindeyken başkasının keyfini kaçırmaya hakkı yok. Ben kimsenin dedikodusunu, telefon konuşmasını dinlemek; sigarasını solumak; ailesini sırada önüme geçirmek zorunda değilim.

- Toplum içinde yüksek sesli konuşmaktan bahsetmişken, Cuma günü yazlığın havuzunda güneşleniyorduk. Tam uykuya dalmıştım ki, veledin tekinin kuzenime top atması ve ona çarpan topun suyunun üstüme gelmesiyle uyandım. Uyanınca fark ettim ki, veletlerin anneleri arkamızda oturuyor. Arkamızda dediğim, çok da yakınımızda değiller aslında. Ama kendi aralarında o kadar bağıra çağıra konuşuyorlar ki, dibimizde gibiler. Biri bildiğiniz bağırarak 59295 tane telefon konuşması yapıyor, biri taa havuzdaki çocuğuna bağırıyor, diğerleri de fena yüksek bir sesle salak salak şeylerden bahsediyor. Çok rahatsız olup gitmeye karar verdik. Kötü kötü bakışlarımızdan onlardan rahatsız olduğumuz için gittiğimizi anlamış olsalar ki biz giderken bize bakarak fısır fısır bir şeyler konuşuyorlardı. 40 yaşında kadınlar bu kadar görgüsüz olursa, çocuklarının havuzbaşında top oynanmayacağını düşünememesi normal tabii.

**

Yeni evimizde yaşamaya başladık bu haftasonu. Tüm eşyalar yenilendiğinden, evin içi şu anki tüm evlerimizden daha süper olduğundan ve odam oha boyuttaki havuza baktığından kendimi otelde kalıyormuş gibi hissediyorum. Düzgün bir otele gittiğimde odadaki rehber ve oda servisi menülerini, televizyonu, banyoyu, sağı solu keşfederek zaman geçirmek; sonra da o koca yastıklara gömülüp normalde evimizde olmayan bir kanalı izleyerek uyuyakalmak çok hoşuma gider. Nete mi girsem, köpük banyosu mu yapsam, kitap mı okusam, televizyon mu izlesem şaşırırım. Bunları evde de yapabilceğimi bilsem de otelde yapmak farklı bir tat verir. Şu anda öyle bir ruh halindeyim. Ev bana çok yabancı, ve her şeyi keşfetmek istiyorum. Haftalardır tezim yüzünden hiç boş zamanım olmadıktan sonra şimdi tüm zamanımın boş olması bana "Yapmak istediğim 482048 tane şey var, hangisini yapsam" diye düşündürüyor. Keşke zamanı durdurup günü uzatabilsem diyorum.