Thursday 27 March 2014

sadness the name of the spike that took me

Bu hafta annem buradaydı, bugün Türkiye'ye yolcu ettim. Şansıma işyerim onu havaalanı otobüsüne bindirdiğim yerin dibindeydi, annem gittikten sonra işe gitmem gerekiyordu. Otobüs saatinin gelmesini beklerken zaten kendimi zor tutuyordum, otobüs kalkıp da arkamı dönüp yürümeye başlayınca sokak ortasında birden hüngür hüngür olan insan modeline dönüştüm. Bütün öğleden sonra işyerinde depresif, dokunsan ağlayacak bir moddaydım. İşten çıktım, eve geldim, sabah annemle birlikte çıktığım evde tek başıma oturuyor olmak hala içimde ağlama isteği uyandırıyor.

Anneme çok bağlıyım, her ayrılışımızda (ki 2006 yılında İzmir'deki evimizde yaşamayı bıraktığımdan beri birkaç ayda bir "ayrılıyoruz") içimi bir hüzün kaplıyor. Ailem İngiltere'yi çok sık ziyaret etmediğinden giden insan genelde ben oluyorum. Giderken insanın amaçları, umutları, peşinden koşturacağı hayalleri, sabırsızlıkla beklediği anları oluyor; bütün bunlara kafa yorarken insan geride bıraktığı şeyleri düşünmüyor. Arkada bırakılmak çok daha sinir bozucu, geride kalmayı çekici kılan hiçbir şey yokken özellikle.