Thursday 2 August 2007

hello, i'm neurotic

Fashionalism yazım için Volcom'un sitesine bakarken çok sevgili Volcom t-shirtümü kaybettiğimi fark ettim. Sadece onu elde etmek için Paris sokaklarında tek başıma elimde metro haritasıyla 4 saat boyunca 10 cümleden ibaret Fransızca'mla skateshop arayan ben, pek değerli t-shirtümü en kısa zamanda bulmalıyım evet. Tabii bulabilmek için önce kendi odasını kendi toplayan bir insan olmam gerekirdi. İstanbul'a taşınana kadar hayatında yatağını toplamamış bir insan olduğumdan bahsetmiyorum bile. Hatta hayatımdaki ilk çarşaf değiştirmemi, o özel deneyimi İlke'yle paylaşmış olmam yüzümde "ah anılarr" tarzı bir gülümsemeye neden oluyor. Anılar dediğim de bu senenin başı evet. İşte o kadar dağınık bir insanım. Ve konuyu da dağıttım sanırım. Neyse, İlkecim aylar sonra o çarşafları geçen haftaki İstanbul'a gidişimde değiştirdiğimi bilmeni istiyorum. Hem de tek başıma başardım bunu.

Bugün çok hastayım. Grip, boğaz ağrısı ve üstüne bir de ruh halim birleşince hiç de katlanılabilir bir kombinasyon olmadı malesef. Bütün gün oturduğum yerden toplam sadece 20 dakika falan kalkmış olabilirim. Hiçbirşey yapmak istemiyor canım. Benim gibi son derece ortam çocuğu bir insanın Alsancak'a bile gitmek istememesi gerçekten dandik bir durum. Evet gerçekten eğlenemiyorum. Gerçekten.

Bu arada bugün Fransa, Almanya, Lüksemburg, Belçika ve Hollanda'da hiç Topshop olmadığını öğrendim. Birden onlara acıdım.

this will make you love again

Image Hosted by ImageShack.us

i'll kill her

so, of course, you were supposed to call me tonight. you were supposed to call me tonight. we would have gone to the cinema and, after, to the restaurant, the one you like in your street. we would have slept together, have a nice breakfast together and then a walk in a park together, how beautiful, and then you would have said "i love you" in the cutest place on earth where some butterflies are dancing with the fairies .
i would have waited like a week or two, but you never tried to reach me no, you never called me back. you were dating that bleach-blonde girl. if i find her, i swear, i swear... i'll kill her, i'll kill her. she stole my future, she broke my dream. she stole my future when she took you away.
i would have met your friends, we would have had a drink or two. they would have liked me, 'cause sometimes i'm funny. i would have met your dad, i would have met your mom. she would have said "please, can you make some beautiful babies?". so we would have had a boy called tom and a girl called susan, born in japan.
i thought it was a love story, but you don't want to get involved. i thought it was a love story, but you're not ready for that ... me neither.
she's a bitch you know, all she's got is blondeness. not even tenderness, yeah, she's cleverless. she'll dump your ass for a model called brandon, he will pay for beautiful surgery 'cause he's full of money.

Wednesday 1 August 2007

human after all

Her zamanki gibi sıkıcı geçen bir başka Alsancak akşamından sonra eve gelmiş bulunmaktayım. The Pub'da 4 kız oturup erkek problemlerimiz hakkında konuştuğumuz 3 saatten sonra, başıma geldiği için kendimi suçladığım şeylerin aslında erkeklerin değiştirilemez, defolu yaradılışından kaynaklandığını fark ettim. Evet bütün erkekler çok beğenip aldığım, giydikten sonra bir yerinde bir delik olduğunu fark ettiğim ancak etiketini çoktan çıkarmış olduğum için geri veremediğim bir t-shirt gibiler. Umarım bundan sonra bir t-shirt beğendiğimde acele etmeyip etiketini çıkarmadan önce denememi söyleyen içimdeki mantıklı minik sesi dinlemeyi unutmam.

nobody move, nobody get hurt

2 saattir boş boş ekrana bakıyorum. Sinirliyim, neye olduğunu bilmiyorum. Ama öyleyim işte. Ve kendimi çok güçsüz hissediyorum. Ipod'umdaki şarkıların hepsi silindi, ve bu aşırı derecede sinir bozucu bir durum. Günlerdir hiçbirşey yapmadan sadece evde oturup düşünüyorum. Birazdan giyinip vapura binip Alsancak'a gittiğimde göreceğim aklımdan geçenler hakkında en ufak bir fikri olmayan ve "aa naber?" yapacağım insanlar daha da garip gelmeye başlıyorlar. Onları ve eskiden değer vermiş olduğum insanları düşünüyorum. Ya da şu anda seviyor olduğum insanların kaçını "eskiden sevmiş olduklarım" listesine sokacağımı. Hayatımda o kadar çok liste var ki. En sık güncellediğim liste sanırım nefret ettiğim insanlar listesi, aynı zamanda ruh halime göre "the list of the cunts i'd send to hell" adını da verebiliyorum bu listeye. Listede ilk 3'e oynayan kişiler genelde pek sık değişmese de, nerdeyse hayatımın her günü bu listeye bir isim daha eklemek zorunda kalıyorum. İnsanların düşüncesiz ve basit davranmaları üzüyor beni, "ne kadar yazık" diyorum, listeme ekliyorum. Eğer birgün herşeyi bırakıp gidecek olursam, o listeyi arkamda bırakmayı planlıyorum. Böylece intikamımı alabilirsiniz. Three Cheers for Sweet Revenge'in hikayesi gibi olmayı istemiştim hep zaten.

üçüncü gün-beautiful people do ugly things

Artun ve İlke'nin olduğu çılgınca rüyamdan telefonumun alarmının çalmasıyla uyandım. Kafamda Kasabian-Shoot The Runner çalmakta olduğunu fark ettim. Yataktan kalktım, televizyonu açtım, Fashion House'un başlamasını bekledim. Ne de olsa onu izlemek için yaz tatilinin ortasında her sabah 12de kalkıyorum. İlaçlarımı içtim, bugün reflünün etkisini fazlasıyla hissedebiliyorum boğazımın ağrısı nedeniyle. Midem de kendisini hiç hoş hissetmiyor 2 gündür. Kendimi gayet herşeyden bıkmış hissediyorum. Bütün gün Shoot The Runner dinlesem kendime gelir miyim? "I'm a king and she's my queen, bitch" diye şarkı söylesem?

Tuesday 31 July 2007

obstacle 1

Zero olma yolundaki ikinci günümün akşam saatlerindeyim. Henüz duygu seviyemde sıfıra doğru kayda değer bir yaklaşma hissetmemekle birlikte, alışılmadık bir umursamazlığın tadını alıyor gibiyim sanki birazcık. Obsesif kişiliğim hala başıboş geziniyor. Kendisi eve giriş saatinin ailesi tarafından kısıtlanmadığı ilk gününü yaşayan bir çocuk havasında. Her an birşeylerin bokunu çıkarabilir yani. Obsesyonumun nesnesi hakkında kafamda oluşmaya başlayan fikirler beni korkutuyor. Her zaman en olmaması gereken şeylerin olmasından nefret ediyorum.

ikinci gün

Tamamen rahat bir şekilde başladığım güne aslında rahat olmaktan hoşlanmadığımı fark ederek devam ediyordum ki birden Interpol-Obstacle 1 dinleyerek o rahatlığımın içine etmeye karar verdim. Artık rahat olmadığım için mutlu muyum bilmiyorum ama kendimi boş hissettiğimden eminim. Ciddi anlamda takıntı haline getireceğim birine ihtiyaç duyuyorum. The Decemberists-We Both Go Down Together dinlerken ve "oh my love, we both go down together" diyebileceğim birine sahip olmadığımı anlarken, bu konuda ne yapmam gerektiğini düşündüm. Bilemiyorum. İzmir'de klima bağımlısı bir hayat sürdüğüm süre içinde buna bir çözüm bulmalıyım. Yıllardır ilk kez kendimi bu kadar rahat, özgür, ve sorumluluksuz hissediyorum. Ama bundan çok hoşlanmıyorum.

Fazlasıyla boş gibi. Bilmiyorum ki. Of.
Bugün dışarı çıkmamaya karar verdim. Hiç giyinip evden çıkasım yok. Aslında şeftali kokulu Nivea güneş kremi sürüp Miss Selfridge bikinimle güneşin altında saatlerce yatıp soğuk birşeyler içebilirim. Evet bunu yapsam iyi olabilir yakın zamanda.

Günlerdir sadece Digitalism-Pogo dinliyorum. Myspace profilimde uzun süre kalacak gibi o şarkı. Bu arada myspace'teki o fake çocuğa "fotolarındaki çocuk çok taşmış, kim o" dedim, biraz sinirlendi galiba.

Gece 1'de CSI ve The Bachelor var, hangisini izlesem bilemiyorum. Çakışan tv programlarından nefret ediyorum.