Thursday 14 February 2008

love is in the air.. or maybe not?

Sevgililer Günü'nü böyle hayal etmemiştim. 11'de uyanıp kendimi şımartarak 2 saat boyunca hazırlanmayı, ve sonra da dışarı çıkıp havadaki sevgi pıtırcıklarına gülümseyerek ve aşk kokusunu hissederek Taksim'e gidip 13.30da Deniz'le buluşmayı planlıyordum. Onun yerine, "Hasiktir abi" diyerek aniden uyandım. Cep telefonuma baktım, şarjı bitip kapanmıştı, alarmım da çalmamıştı doğal olarak. Televizyonu açtım, saatin 14.33 olduğunu gördüm, bir kez daha "Siktir ya" dedim. İlke ve Deniz'den gelen sinirli mesajlardan korkarak telefonumu açtığım anda İlke aradı. Vazo kırmış çocuk sesimle ağzımdan çıkan "Alo?"mun cevabı, son derece ağzıma sıçıcı bir anne ses tonuyla "Nerdesin sen İpek?" oldu. İlke'ye durumu açıkladıktan sonra, ben Southland Tales filmini kaçırmış, İlke de tek başına izlemek zorunda kalmış oldu. Daha sonra Deniz'e üzgünüm konseptli upuzun bir mesaj attıktan sonra, "Seninle bir daha konuşmak istemiyorum" cevabını aldım. Gerçekten çok çok üzgündüm aslında, çünkü onu görmeyi çok istiyordum ve kendimi affettirebilirdim de, ama hiç kimse için o kadar kendimi kasamam ben, üzgünüm, kendini ağırdan satan insanlardan hoşlanmıyorum. Ayşegül ve Ezgi'ye de söz verdim bugün, Taksim'e gidince onları aramam lazım. İlke'yle Starbucks yaptıktan sonra ararım. Ve sonra Itty Bitty Titty Committee'ye gideriz akşam.

Hayata tamamen sevgisel bir bakış açısından bakan ve hayatın anlamı ya da hayatta ulaşılması gereken ultimate hedef olarak gerçek aşkı gören birisi olarak, Sevgililer Günü'nün bu kadar yüzeysel geçmesi sinirime dokunuyor. Sahibi bulunduğum 4 dövmeden birinin Cupid, birinin kalp, ikisinin de hayatımın en büyük 2 aşkının simgeleri olduğunu düşünürsek, ne kadar hopeless romantic bir kişilik olduğumu anlayabiliriz sanırım. Sevgililer Günü, "naber aşkıooğmm" yapan salak sevgilimsilerin kendilerini büyümüş hissetmek için mum ışığında yemek yiyip birbirlerine klişe hediyeler aldıkları beyinsizlik örneği bir gün olmamalı. Sevgilisi onun evine geldiğinde bıraktığı saç tellerini toplayıp saklayanların, sakızlardan çıkan "Love is..." kağıtlarının 150sini birden biriktirenlerin, teknolojiye inat ısrarla aşk mektupları yazanların, Bright Eyes dinleyip ağlayanların, birlikte Kordon'da yere yatıp el ele tutuşarak yıldızlara bakan ve sevgilerinde boğularak ölen aşıkların günü olmalı.

i believe that lovers should be tied together
and thrown into the ocean in the worst of weather
and left there to drown
left there to drown in their innocence

i believe that lovers should be chained together
and thrown into a fire with their songs and letters
and left there to burn in their arrogance

i believe that lovers should be draped in flowers
and layed entwined together on a bed of clover
and left there to sleep
left there to dream of their happiness

Wednesday 13 February 2008

it's about love, not gender

Bugünlerde çok garip insanlarla tanışıp çok garip yerlerde çok garip muhabbetler yapıyorum. Son 2-3 günde yaşadığım gariplikler toplamını sanıyorum ki hayatımın herhangi bir döneminde daha önce görmemiştim. Toplumcu zihniyetten, "normal" anlayışından, heteroseksist insanlardan nefret ediyorum. Son zamanlarda erkeklerin %97sinden de iyice nefret eder oldum. Yolladıkları ve sadece okumanın bile midemi kaldırdığı derecede tiksinç mesajları eğer daha uygar bir ülkede yaşıyor olsaydım, direk yargıya yönlendirirdim. Kendilerinde bu hakkı nasıl buluyorlar bilmiyorum. Rezil şeyler. İnsan bile değilsiniz.