Fena halde koşuşturmacalı bir 2 gün geçirdim yine. Dün uçağım Londra'ya indikten sonra havaalanından otobüse binmiştim ki emlakçı aradı. Otobüste sessizlikte telefonla konuşmaktan hiç hazzetmeyen biri olarak, açmadım. Voicemail bırakmış, "Parayı hala yatırmadınız ve ev arkadaşının referansına ulaşamadık" şeklinde.
Türkiye'de hiç emlakçıdan ev kiralamadığımdan böyle bir şey var mı bilmiyorum, ama pek sanmıyorum. İngiltere'de referans denen bir olay var kiracılar için. İşvereniniz ve daha önce kaldığınız evlerin sahipleri aranıyor, onlardan referans alınıyor, "Kirayı hiç geciktirdi mi" falan türü. Neyse, ev arkadaşımın en son kaldığı evin sahibi olan emlakçı şirkete ulaşamamışlar. Bu sabah kontrat imzalamaya gittik, bir kez daha arandı ulaşılamayan emlakçılar, sonunda ulaşıldı. Ve "Şu anda referans veren kişi yok, 3-4 gün sonra gelecek" türü salak saçma bir cevap geldi. Referans gelmeden de taşınılamıyor. Ben 3-4 gün daha otelde kalıp bir 1000TL falan zarara girme düşüncesi üzerine paniklerden kendime panik beğenmeye başladım o sırada tahmin edebileceğiniz gibi. O referans olmadan evin anahtarlarını teslim almamız mümkün değildi, ama benim ağlamak üzere bir şekilde eğer bugün eve giremezsem evsiz kalacağımı söylemem üzerine emlakçılar "Bu eski emlakçı şu ana kadar konuştuğumuz en unhelpful insan, referans vermek görevi olduğu halde yapmıyor, sizin suçunuz değil" diyerek bize bir güzellik yaptılar ve ev arkadaşımın kirayı her ay zamanında ödediğini gösteren bank statement'larını gördükten sonra anahtarları teslim ettiler.
Birkaç saat önce yeni evime geldim ve odama yerleştim. En yakın markete gidip İngiltere'den uzak olduğum aylar boyunca canımın en çok çektiği iki şeyi aldım: Domuz jambonu ve Strongbow. Bu post'u sağolsun internetine şifre koymamış biri sayesinde ve buz gibi cider'ım eşliğinde yazıyorum. Dışarıda hava insanın nefesini kesecek kadar soğuk, gece de biraz kar yağmış, ama şu anda yağış yok.
Birazdan hazırlanıp Brixton Academy'e Justice'in NME Ödülleri konserine gideceğim.
Umarım şu internete şifre konmaz bizimki bağlanana kadar.
Friday, 10 February 2012
Wednesday, 8 February 2012
lebanese
Yarın Londra'ya dönüyorum. Bu seferki emlakçının şu ana kadar İngiltere'de denk geldiğim tüm emlakçılardan daha uyuz olması ve benim pasaportumla vizemi görmeden evi tutan arkadaşıma evin anahtarlarını vermemesi sebebiyle ilk gecemi eve 5 dakika uzaklıkta bir otelde geçireceğim. Sabah da ev arkadaşımla birlikte emlakçıya gidip anahtarları alacağız. Sonra o işe gidecek, ben de ev temizleme maratonuna başlayacağım.
Emlakçılar evleri temizletip teslim etseler bile ben asla o ev temizmiş gibi hissetmiyorum. Annesinden uzak yaşadığında odasının genelde dağınıklık ve pislik içinde olmasından ve haftalardır değişmemiş çarşaflarda yatmaktan en ufak bir rahatsızlık duymayan biri olarak başkasının pisliğinden fena halde tiksiniyorum. Mesela bir otelde kalacaksam okuduğum yüzlerce review içinde bir kere bile "Yerde, yatakta, banyoda vs. saç vardı" türü bir şey göreyim, asla ve asla orada kalmam. Ya da yeni bir eve taşındığımda duvarları, kapı kollarını, masaları, her şeyi mikrop öldürücü bir şeyle silmeden içim rahat etmez. Hele bir de eşyalı bir eve taşınıyorsam, evin koltuğu ne kadar temiz görünüyor olursa olsun, çıplak tenimi asla o koltuğa değdirmem, mutlaka aramızda bir örtü, giysi falan olması lazım. Özetle, cuma bütün gün temizlik yapacağım gibi görünüyor.
Cuma akşamı da Brixton Academy'de Justice konseri var. Dört yıl önce Londra'da Justice'i izlemek için gittiğim gece kulübünde izdiham çıkması sonucu konser başlamadan mekandan çıkmak zorunda kalmıştım, tam fenalık geçirilesi bir ortamdı çünkü. O günden beri Justice'i canlı izleme isteği içimde ukte kalmıştı. Gecenin bir yarısı başlayan ve binlerce kişinin birbirinin tepesine çıkarak izlediği konserlere tahammülüm kalmadı bir süredir, o yüzden bu sefer Brixton Academy gibi süper bir venue'nun balkonundan oturarak izleyeceğim için mutluyum.
Eve henüz telefon ve internet bağlanmadığı için muhtemelen önümüzdeki 3 hafta boyunca internete girişlerim telefonumdan ve ev yakınlarındaki Costa'yla Starbucks'tan ibaret olacak.
Günün kelimesi: Lebanese.
Emlakçılar evleri temizletip teslim etseler bile ben asla o ev temizmiş gibi hissetmiyorum. Annesinden uzak yaşadığında odasının genelde dağınıklık ve pislik içinde olmasından ve haftalardır değişmemiş çarşaflarda yatmaktan en ufak bir rahatsızlık duymayan biri olarak başkasının pisliğinden fena halde tiksiniyorum. Mesela bir otelde kalacaksam okuduğum yüzlerce review içinde bir kere bile "Yerde, yatakta, banyoda vs. saç vardı" türü bir şey göreyim, asla ve asla orada kalmam. Ya da yeni bir eve taşındığımda duvarları, kapı kollarını, masaları, her şeyi mikrop öldürücü bir şeyle silmeden içim rahat etmez. Hele bir de eşyalı bir eve taşınıyorsam, evin koltuğu ne kadar temiz görünüyor olursa olsun, çıplak tenimi asla o koltuğa değdirmem, mutlaka aramızda bir örtü, giysi falan olması lazım. Özetle, cuma bütün gün temizlik yapacağım gibi görünüyor.
Cuma akşamı da Brixton Academy'de Justice konseri var. Dört yıl önce Londra'da Justice'i izlemek için gittiğim gece kulübünde izdiham çıkması sonucu konser başlamadan mekandan çıkmak zorunda kalmıştım, tam fenalık geçirilesi bir ortamdı çünkü. O günden beri Justice'i canlı izleme isteği içimde ukte kalmıştı. Gecenin bir yarısı başlayan ve binlerce kişinin birbirinin tepesine çıkarak izlediği konserlere tahammülüm kalmadı bir süredir, o yüzden bu sefer Brixton Academy gibi süper bir venue'nun balkonundan oturarak izleyeceğim için mutluyum.
Eve henüz telefon ve internet bağlanmadığı için muhtemelen önümüzdeki 3 hafta boyunca internete girişlerim telefonumdan ve ev yakınlarındaki Costa'yla Starbucks'tan ibaret olacak.
Günün kelimesi: Lebanese.
Subscribe to:
Posts (Atom)