Friday, 29 April 2011
the royal post
Uzun zamandır beklenen kraliyet düğünü sonunda gerçekleşti. Normalde deli gibi trafik ve gürültü olan evimin baktığı ana caddede tören saati geldiğinde çıt çıkmıyordu. Yeminler edilene kadar sokaklarda hiç insan yoktu. Şimdi Londra'da hayat eski haline döndü.
Kate'in yemin ederkenki ses tonunu yerim ayrıca. Çok hafif ve etkileyici.
Koca düğünde en çok dikkatimi çeken şey Prenses Beatrice'in bu korkunç şapkası oldu. Cidden korkunç, gece karşıma çıksa korkarım.
Random bilgi: Beatrice ile aynı okulda okuyormuşuz.
squeeze me till i can't breathe
Neredeyse 1 aydır netten konuşuyor olduğum biriyle ilk kez buluşup bir drag king yarışmasına gideceğiz Pazar günü. Uzun zamandır biri beni bu kadar heyecanlandırmamıştı.
Fark ettim ki, nette tanıştığım ve içimi kıpır kıpır yapan birileriyle yılda bir kez tanışıyorum ben. Onlar hakkında her şeyi bilmek istiyorum, her cümlelerinde gizli anlamlar arıyorum, gece konuştuklarımız hakkında düşünürken uyuyakalıyor, sabah onları düşünerek uyanıyorum. Sonra buluşuyoruz, bu heyecan bir süre daha devam ediyor, ve genelde birkaç hafta sonra son buluyor. Seneye aynı döngü başka biriyle tekrarlanıyor.
Bu yılın insanı L galiba. Geçen dönem Londra'daki feminist gruplar hakkında yazdığım essay için araştırma yaparken o ve bir arkadaşının düzenledikleri bir club night'a denk gelmiştim. Sonra nette bir sitede karşıma çıkınca "Aa, o gecenin organizatörü sen misin" şeklinde muhabbet açıldı. Fena halde aynıyız. O da hardcore bir feminist, Goldsmiths mezunu, kedi sahibi, dövme insanı, okulun dibinde yaşıyor, müzik zevkimiz acayip uyuşuyor. Öyle ki, 1-2 hafta önce alakasız bir şekilde aklıma gelen, 12 yaşındayken dinlediğim bir grup olan JJ72'dan ve hayatımın insanı Brian Molko'dan geçen gün bir tweet'inde bahsettiğini görünce "Senkronisitenin bu kadarı da olmaz" diye geçti kafamdan. Çok ilginç tesadüfler.
Tesadüflerden bahsetmişken, geçen sene feminist teori dersimde olan ve sınıfta herkesin uyuz olduğu kız onun en yakın arkadaşı çıktı. Pfh.
Bu arada, yarın royal wedding var. Her yerde royal wedding ıvır zıvırları (tshirt, yastık, bardak vs) göre göre fark ediyorum ki Kate benim hayallerimin kadını tamamen tip olarak. İnanılmaz şirinlikte gamzeler, uzun boy, kahverengi saçlar. Tamamen mükemmel. *sigh*
Monday, 25 April 2011
probably because i've got a big lesbian crush on you
Az önce hiç bir dizi kanalında düzgün bir şey bulamadığımdan ve bir şey izlemeden yemek yemeyi sevmeyen biri olduğumdan Yemekteyiz'i izlemiş bulundum. Yıllardır duyduğum bir program olsa da şu ana kadar hiç izlememiştim. Her zaman böyle midir, bana mı denk geldi bilmiyorum da, ne kadar acayip insanlar var programda.
- Yemek yapan kadın bildiğimiz pilavı soğutup sebzelerle karıştırarak "Çin pilavı" şeklinde sundu. Benim bildiğim Çin mutfağında pilav buharda yapılır. Ayrıca "Çin pilavı soğuk sunulur" gibi bir şey dedi, şu ana kadar gittiğim hiç bir Çin restaurantında soğuk pilav yendiğini görmedim. Yeniyordur mutlaka, ama Çin pilavı genelde soğuk falan sunulmaz.
- Bu düşündüğümün aynısını programı sunan adam da söyledi, yemek pişiren kadın da "Ben zaten hiç Çin restaurantına gitmiyorum, sushi falan yemem öyle şeyler" dedi. Sushinin Çin değil, Japon mutfağına ait olduğunu Yemekteyiz programına katılan bir insanın bilmesi gerektiğini düşünüyorum.
- Anladım ki bir çok insan kalamar ve karidesi sürekli birbirine karıştırıyor. Hatta levrekten bahsederken "Neydi ya o balığın adı" diyen ve bana yuh artık dedirten bir adam vardı.
- Menüde levrek, karides ve kalamar olduğunu görünce masadaki neredeyse herkes "Bu Türk damak tadına uygun bir menü değil" tepkisi verdi. Birisi menünün fazla posh olduğunu iddia etti. "Ben yılda 1-2 kere balık yiyorum en fazla" falan dendi. Hadi Anadolu'nun orta yerinde yaşıyor olsalar neyse de, İstanbul'da yaşıyor bu insanlar. Ve sanıyorum ki fena halde kültürsüzler. Öncelikle deniz ürünü posh bir şey değildir, gayet salaş yerlerde de yenir. İkinci olarak deniz ürünü Batı Ege kültürünün çok büyük bir parçasıdır, Türkiye kadar büyük ve çeşitli yemek kültürleri barındıran bir ülkede belirli bir damak tadından bahsedilemez, "Türk damak tadı" derken büyük ihtimalle kastediyor oldukları kebap vs. türü şeyler İzmirli bir insan olarak şahsen benim damak tadımdan çok uzak. Hem ben, hem ailem, hem de çevremdeki çoğu insan en az haftada bir deniz ürünü yiyen insanlar olduğundan (ki elimde olsa her gün kalamar yerim), bana bu tür "Deniz ürünü Türk damak zevkine uygun değil bik bik bik" türü şeyler çok saçma salak geliyor.
- Snobluk gibi olmasın ama, "Iyy deniz ürünü mü, keşke bir sucuklu kuru fasulye yapsaymış, doyardık en azından" türü tepkiler veren birinden hayatını Michelin yıldızlı restaurantlarda geçiriyormuşçasına "Ama bıçak bu yöne bakmalıydı, düzenleme yanlış" cümlesini duymak komik kaçıyor. Aynı şekilde dünya yemek kültürüne dair en ufak bir görmüşlüğü (ya da yemişliği) olmayan insanların daha önce hiç denemedikleri halde "yabancı" buldukları şeylere önyargıyla yaklaşması da komik oluyor.
- Dolayısıyla "Burası Türkiye ve bu benim damak zevkime uygun değil, o yüzden yemiyorum" gibi laflara çok uyuz oluyorum. Tam bir yurtdışına gidip McDonald's, hatta kebapçı arayan insan lafı. Yabancı bir şehre gittiğimde en keyif aldığım şey şehrin gezilecek yerlerini görmekten çok, yerel tatlarını keşfetmektir benim için; o yüzden açık fikirli olmayan insanlardan hoşlanmıyor ve bu tür "damak tadımıza aykırı" muhabbetlerine fena halde sinir oluyorum. "Damak tadı" denen şey tamamen alışkanlıktan ibaret.
- Kalamar her türlü formuyla hayattaki en sevdiğim yemekler listemde ilk 3'e kesinlikle girer. Kim neden sevmez anlayamıyorum o yüzden. Öyle ki, deniz ürünü sevmeyen ve yemek konusunda yeni deneyimlere açık olmayan bir sevgilim, partnerim vs olsun istemem kesinlikle.
- Son olarak, kadının yaptığı kereviz çorbasına masadaki herkes "Kerevizi hiç sevmem" tepkisi verdi. "Türkiye'deki 10 insanın 9'u kerevizi sevmez" falan dedi biri hatta. Kerevizi sevmeyen bir tek insanla tanışmadım şu ana kadar. O 10 insanın 1'i hep bana denk gelmiş herhalde. İlginç.
Neyse.
Bu sabah Morhipo'ya bakınırken Lanvin bir ayakkabıya denk geldim. Ayağımdaki yıllardır geçmek bilmeyen stres kırığı yüzünden 2,5 yıldır topuklu ayakkabı giyemiyorum ve muhtemelen en az 1-2 yıl daha giyemeyeceğim ama o kadar ucuzdular ki almasam olmazdı. Bir süre dolabımda beklemek zorunda kalacaklar, ama çok güzeller.
Subscribe to:
Posts (Atom)