Wednesday, 7 August 2013

taking steps is easy, standing still is hard

Cumartesi günü arkadaşlarımla Brighton'a gittik. Sabahın sekiz buçuğunda evden çıkıp gece bir buçukta eve döndüğüm uzuuun bir gündü.

Senelerdir gitmek istediğim, Avrupa'nın en büyük Pride organizasyonlarından biri diye bilinen Brighton Pride'ın yürüyüşü Londra'dakine kıyasla çok daha soluktu, hepimiz hayal kırıklığına uğradık. Ama yürüyüşten sonra Preston Park'ta düzenlenen etkinlik süperdi. Koca bir parkta on binlerce LGBT insan, bütün gün aralıksız canlı müzik ve DJ olan 6-7 farklı çadır, lunapark, güneşin altında çimlere uzanmak... Mükemmeldi.

Parktan sonra Brighton'ın (bildiğim kadarıyla) kadınlara özel olan yegane gay pub'ının önünde mangal ve sokak partisi vardı, oraya gittik. Kalabalık arasında içkimi yudumlarken uzakta biriyle göz göze geldim. Ben tuvalete gittim, önümde 10 kişilik falan sıra vardı. O sırada bu bakıştığım kadın geldi ve arkamda durmaya başladı. Ama durmak dediğim, yapışacak, o kadar yakın duruyor. Neyse, ben cesaretimi toplayıp kadına iki kelime laf edemeden sıra bana geldi ve çıktıktan sonra da trenimizi yakalamak için partiden ayrılmak zorunda kaldık.

Düşünüyorum da, böyle gay ortamlarda birileriyle bütün gece bakışıp durduğum, ama dibime bile gelseler korkudan donup kaldığım, sonra da bir şey yapmadan eve gittiğim için pişman olduğum çok oluyor bu aralar. Kadınlar nedense genelde hoşlandıkları insana dik dik bakıp duruyor ve ilk adımı atmıyorlar, baktıkları insan da bir şeyine sinir oldu diye mi bakıyor, beğendi diye mi bakıyor anlamıyor. Biri çok bariz flört etmedikçe jetonu düşmeyen biri olarak ben hiç anlayamıyorum, bir de üstüne genel olarak tanımadığı insanla muhabbete giremeyen yapım eklenince ortaya fena bir durum çıkıyor. Bunun üstesinden gelebilmek istiyorum, önerilere açığım.

**

Tanıdığım herkesin bahsedip durduğu yeni Netflix dizisi Orange is the New Black'i izlemeye Pazar günü sonunda başladım. Evde olduğum ve uyumadığım her dakikamı OITNB izleyerek geçirdim ve 1. sezonu bugün bitirdim. Uzun zamandır beni bu kadar saran, kalbimde kendine bu kadar yer bulan bir dizi olmamıştı. Bunda uzun boy, koyu renk saç ve kalın ses üçlemesiyle hayatımın kadını idealine cuk oturan Alex'in de rolü olabilir.



Mutlaka izleyin.

**

"Come be my little spoon"