Saturday 14 June 2008

my pretty little angel

Annemin belki gazete okuma alışkanlığı kazanırım diye ısrarla her gün koltuğun yanına bıraktığı gazeteye nedense bugün bakasım geldi. Cumartesi ekinin kapağını elime aldığım anda gördüğüm ve daha sonradan Selma Ergeç olduğunu öğrendiğim kadının fotoğrafını görünce oha'dan başka diyecek şey bulamayıp ilerleyen 4-5 saat boyunca birkaç dakikada bir gazeteyi tekrar elime alıp fotoğrafa bakmak için çok güçlü bir dürtü hissettim nedense. Bakır rengi saç, beyaz ten ve çil takıntısına sahip birisi olarak bir de gözlerindeki masum ve hüzünlü bakışları görünce yıldırım platonik aşk beslemeye başladım galiba kendisine. Gidip "Neyin var, neden üzgünsün?" diye sorup sarılmak istedim birden. Of, fena.




Bir de puzzle aldım bugün, saatlerdir onunla uğraşıyorum. Puzzle süper birşey.

Thursday 12 June 2008

yeter lan artık manifestosu

Still, every day I'm forced to add another name to the list of people that piss me off. Actually, make it two. Sanırım insanların doğasında var bu, orospu çocukluğu yapmadan duramıyorlar.

Daha önce de binlerce kez yazmış olduğum gibi arkamdan konuşan eziklerden tiksiniyorum, laf taşıyıp kimden duyduğunu söylemeyenlerden daha çok tiksiniyorum.

Umursamaz görünmeyi cool sanan özgüvensizlerin minik sanal dünyalarından gerçek hayata adım attıklarında yiyecekleri tokadı düşündükçe onlara acıyorum.

Arkadaş seçimlerimdeki özenli başarısızlığım her gün beni daha da şaşırtıyor. Ne kadar sorunlu, gereksiz ya da mal insan varsa hepsini kendime çekme eğilimim inanılmaz büyük.

Deniz'le ilgili hata yaptığımı biliyorum, ama yeterince özür dilediğimi ve onun abarttığını düşünüyorum artık. Hatta fazlasıyla özür dilemiş olduğumdan eminim.

Kimseye bir kötülük yapmıyorum, kimsenin dedikodusunu bile yapmıyorum hatta, o kadar kendi halimde bir insanım son 1 yıldır. Neden hala insanlar arkamdan konuşma gereği duyuyorlar anlamıyorum, o kadar mı sahip olmak isteyip olamadığınız herşeye sahip ve önemli bir insanım? Celebrity gibi hissettiriyorsunuz bana.

Benimle ilgili pek önemli yorumlarınızı ya da yaptığımı iddia ettiğiniz şeyleri oldukça bol olduğunu düşündüğüm zamanınızı geçirmek/kendinizi önemli hissetmek/beni kırmak/arkadaşlarınız arasındaki popülerliğinizi artırmak ya da herhangi bir nedenle arkamdan ona buna anlatmak yerine, bir dahakinde lütfen Myspace, Facebook, msn ya da türevi yollardan bana ulaşarak yüzüme belirtin. Ukalalık gibi gelmesin ama yıllardır içinde bulunduğum her türlü ortamda o ya da bu sebepten bir şekilde dikkat çeken birisi oldum, hakkımda o engin yaratıcılığınızı ve vaktinizi kullanarak edebileceğiniz her türlü lafı zaten mutlaka önceden duymuşumdur ve şu ana kadar hakkımda konuşan, kimliğini bildiğim yaklaşık 50 kişiden tek bir tanesinin bile -gerçi bir tane vardı, teşekkür ediyoruz Erhan'a- o lafları yüzüme söylemeyi götü yemedi. Bari bir farkınız olsun, ilk olun, adam olun, beni ilgilendiren düşüncelerinizi direk bana söyleyin. Karşılığını almaktan korktuğunuz lafları ise hiç etmeyin en iyisi.

chemical dependency for sanity


Hello what the hell am I doin' here
That's a really nice suit
This is a really comfortable chair

See I don't know if you can help me or not
Cause I don't feel sick
But the pains in my head have almost put me underground

I don't really care if I'm healthy or not
Just clean my head up doc
I'll give you anything you want

See I don't know why I don't fall in love
Well maybe I know why and maybe you could make it stop
Then we'll cut it up and bury it and leave it underground

Just give me medicine prescribe me anything
Just knock me out and walk me through the door
I have no desire to see through my own eyes anymore

I see I'm boring you, maybe I bore myself too
That's why I need help..
Çok fazla ilaç alıyorum sanki. Azaltıyorum ama baya. I'm medicated, how are you?

Wednesday 11 June 2008

release me from your spell

I look at you
And before my eyes it's true
The girl of my dreams
Is not quite what she seems

Open your door
Turn on the light
Show me some more
Tell me it's alright

Heaven is inside you
Heaven when I ride you
Heaven do you want me
Is heaven just in my mind ?

I look at you
At everything you do
The words in your head
Still remain unsaid

Open your eyes
Inflatable girl
Lose the disguise
Release me from your spell


Kötü değilim. Mutsuz değilim. Sadece boşum, sen yoksun çünkü. Vücudumun tam ortasında kocaman yuvarlak bir boşluk var ve tüm yaşadıklarım bana dokunmadan oradan geçip gidiyor gibi. Senin içimden çıkıp giderken bıraktığın boşluk. Artık ağlamıyorum, içmiyorum, mutlu bile oluyorum bazen. Her yerde, her şeyde sen varsın. Kafamı boşaltmak için okuduğum moda dergilerinde parfümünün reklamlarını görüyorum, yürürken yolda önünden geçtiğim markete bile senin adını vermişler, sevdiğin şarkılar var her yerde, alışverişe gittiğimde son buluşmamızda giydiğin şey karşımda. Uyanmak istemiyorum çünkü o gün seni görebilme ihtimalim yok, biliyorum. Dışarı da çıkmıyorum bu yüzden, çünkü senden başka kimseyi görmek istemiyor canım. İnsanlarla konuşurken senin konun açılsın diye çabalıyorum, seni tanımayan insanlarla hiç görüşmüyorum artık, senden bahsedemem diye. Sevdiğim yerlere gitmez oldum, seninle gidemeyeceksem ne anlamı var ki? Sahip olduğum her şeyimle, nefes aldığım her an, tüm hücrelerim acıyarak özlüyorum seni.

Tuesday 10 June 2008

dream crow black dream

Şu aralar pek garip rüyalar görüyorum. Concerta'yı doktor kontrolü dışında bırakma çabalarımla alakası var sanırım.

Rüyamda bir kitap okuyorum, ama kitabın baş kahramanı benim. Kızıl-kahve upuzun dalgalı saçlarım var ve şu anki halimden 5 yaş falan daha büyüğüm. İstanbul'da Göztepe taraflarında bir özel lisenin mezuniyet törenine gidiyorum. Giyinme odası şeklinde bir yere gidiyorum, mezun olacak kızlar giyinip makyajlarını falan tazeliyorlar. Ben de sevgilim mezun olacağı için orada duruyorum, evet liseli sevgilim var. Saçları açık kahverengi, uzun ama benden daha kısa. Benden daha küçük görünüyor -doğal olarak, daha liseli tabi- ve çok fena Sena'ya benziyor yüzü. Sürekli yanıma gelip sarılıyor bana, odadaki diğer kızlar garip garip bakıyorlar, ben rahatsız oluyorum, sevgilimi biraz ittiriyorum. Sonra adamın teki gelip "Sen Yeditepe'de okuyormuşsun, burada ne işin var, ayrıca çantana bakmam lazım" diyor, çantamı karıştırmaya başlıyor. "İçinde sizi ilgilendiren birşey yok" diyorum, "O zaman burada duramazsın, çık git buradan" diyor adam. Sinirleniyorum. Birkaç dakika geçiyor. Ben eşyalarımı toparlayıp ayağa kalkıyorum, "Bana sen diye hitap etme hakkı yok ki o herifin, gerizekalı." diyorum. Herkes sessiz. Arkama bakıyorum, adam orada duruyor, duymuş dediklerimi. Kalkıp çıkıyorum, taksiye binip "Şaşkınbakkal'a" diyorum. iPod'umda 2 şarkı dinliyorum, sonra eve geliyoruz. Adam beni Marks and Spencer'ın önünde indiriyor, taksimetreye bakıyorum, 37 tutmuş. "Nasıl olabilir ki, normalde 27 tutardı hep" diyorum, ki aslında Göztepe-Şaşkınbakkal arası 10 bile tutmaz sanırım. Adama cebimdeki son 50 milyonu veriyorum, iniyorum, adam "Bir dakika" diyor, bana 40 YTL geri veriyor. "Acıdı herhalde halime adam" diye düşünüyorum, Bağdat Caddesi'nde yürümeye başlıyorum. Eve gitmeden bir Mango'ya uğramaya karar veriyorum. Süper bir çanta beğeniyorum, tam o sırada taksiciyi Mango'da görüyorum. Adam paramın olduğunu anlasın istemiyorum, çantayı bırakıp eve gidiyorum. Odama gelip yatağıma uzanıyorum. Kitabı açıp okumaya başlıyorum ve birden tekrar kitabın içindeyim. Sıkılıp son bölüme geçiyorum direk aradakileri atlayıp. Son bölümde ben, sevgilim ve okul arkadaşları bir trenle dağlar ve ormanlarla dolu bir yerlerden geçiyoruz. 19. yüzyılın Avrupa'sını hatırlatan şeyler giyiyoruz hepimiz. Onlar Avrupalı zengin ailelerin yatılı okul öğrencileri, ve ben hizmetçilerden biriyim. Herkese bir hizmetçi veriliyor. Sevgilim beni istedi kendi hizmetçisi olarak, onun odasına gittik. O soyundu, benim de üstümdekileri çıkardı, ben odadan kaçıp kapının önünde soğuk yere oturarak ağlamaya başladım. Yanıma gelir diye bekledim, ama gelmedi. Atladığım bölümlerde ne olmuştu da ilişkinin üstün ve peşinde koşulan tarafı benken birden herşey tersine dönmüştü anlamadım. Sinirlerim bozuldu, uyandım.

"Don't look don't look" the shadows breathe
Whispering me away from you
"Don't wake at night to watch her sleep
You know that you will always lose
This trembling
Adored
Tousled bird mad girl... "

But every night I burn
But every night I call your name
Every night I burn
Every night I fall again

"Oh don't talk of love" the shadows purr
Murmuring me away from you
"Don't talk of worlds that never were
The end is all that's ever true
There's nothing you can ever say
Nothing you can ever do... "

Still every night I burn
Every night I scream your name
Every night I burn
Every night the dream's the same
Every night I burn
Waiting for my only friend
Every night I burn
Waiting for the world to end