Saturday 22 May 2010

if you like pina coladas and getting caught in the rain

Son birkaç gündür burada havalar süper. Süperden kastım 21 derece ve güneşli, dün ben dünyadan habersiz gayet hırkalı falan bir şekilde okula giderken gördüm ki insanlar ass cheek'lerini zor örten şortlar ve flip flop'larla sokaklara çıkmışlar. Okulda da insanlar bikinileriyle güneşleniyordu çimlerde. 1-2 saat önce Tesco'ya yiyecek bir şeyler almaya çıktım, yolda üstsüz yürüyen bir herif gördüm, Tesco'da da bikini + plaj elbisesi modunda geziyordu insanlar. Yok artık yani, hava 25 derece bile değil, kafayı yemiş bu insanlar.

Tesco'dan aldığım hazır ton balıklı salatalar, hazır cin + diyet tonikler, hazır Pina Colada ve mini donutlarla eve döndüm. Hazır yıkanmış salata malzemesi alıp üstüne sos dökmeye, cin ve toniği ayrı alıp birleştirmeye ne kadar üşendiğim buradan anlaşılıyor. Pina Colada hazırlamaya üşenmem normal ama sanırım.




Evimin sokağı genelde fotoğraf çeken turist gruplarıyla dolu oluyor. Karşıdaki eve bakıp duruyorlar. Ev de Tudor stili tarihi bir şey. Bir önemi var sanırım. Merak ediyorum.

Bir duvarımı paylaşan ve dolayısıyla her sesini evimin içindeymiş gibi duyduğum pub bugün 80ler takılıyor. Sabah Gary Numan'la uyanmak gibisi yok.

Note to self: Yarın dükkanlar açıksa çık kendine doğru düzgün babet al. Topshop hediye çeklerini bu ay harca, süresi dolacak.

PS. Bir şarap nasıl dominant olabilir?



Thursday 20 May 2010

i've seen you in a fight you lost

Terrorism and Political Violence sınavım var yarın. Yarınki günüm büyük ihtimalle 8'de kalkmak, duş almak, ders çalışmak, geçen gün gelen ve kapıyı çalmayan uyuz postacının geliş saatini beklemek, 2'de sınava girmek, çıkınca Tesco'ya gidip yiyecek bir şeyler almak ve eve gelip uber okuyarak zaman öldürdükten sonra Pazartesi günkü 4 saatlik Popular Culture sınavıma çalışmaya başlayarak geçecek.

Temmuz'da Yağmur'la Lesvos Adası'na gitmeyi planlıyoruz. İlginç bir şekilde adadaki otellerin %90'ı hiç bir internet sitesinden rezervasyon kabul etmediğinden email ya da telefon yoluyla rezervasyon yapmak gerekiyor. Günlerdir attığım ve cevap alamadığım maillerin haddi hesabı yok. Yarın da gelmezse Yağmur'a arayıp Yunan aksanlı yarım yamalak İngilizceli bir adama dert anlatma görevi düşecek sanırım malesef. Yağmur'u özledim, gelip bana deniz tarağı çorbası, fajita ve fındıklı vodka yapsa keşke :)

Ellie Goulding-Under the Sheets takıldı bugün kafama. Aynı okulda okumuş olduğumuzdan mı yoksa mega şirinliğinden mi bilmiyorum ama aşırı sempatim var bu hanfendiye. Sesi de bi değişik. Albümündeki bazı şarkılar fena Dawson's Creek havası taşısa da bu şarkı süper.

xoxo gossip girl


2-3 hafta önce NME'ye verdiği röportajda "İngiliz bir süpermodelle ilişkim oldu" şeklinde bir laf etmişti Courtney Love. "Süpermodel" denebilecek tek İngiliz kadın Kate Moss olduğundan bahsettiğinin o olduğu sonucuna varmıştım. Courtney Love duramamış ve tahminlerimi doğrulayarak ilişkisi olduğu İngiliz modelin Kate Moss olduğunu açıklamış.

Lindsay Lohan'in de yeni bir kız arkadaşı var sanırım. Indrani diye bir fotoğrafçıymış yeni "gizli" kız arkadaş. Gerçekten etkileyici bir kadın, evet, ama "Daha önce hiç bir kadınla birlikte olmadım ama ondan çok etkilendim" türü muhabbetlerden hazzetmiyorum. Bi-curious kadınlar = loads of drama.

Wednesday 19 May 2010

sorry, you were out

Uzun zamandır almak istediğim çantalardan biri olan yeşil Luella Baby Anouk geçenlerde gayet beklenmedik bir şekilde karşıma çıktı. Son birkaç gündür çantanın gelmesini bekliyorum, ama bugünlerde Royal Mail'e fena halde uyuzum ve çantamın elime geçmesi biraz daha sürecek gibi görünüyor.

Haziran'da gideceğim The L Word convention'ı L7'da dizi cast'ına herkesin bir şey imzalatma hakkı var, ama official olması gerekiyor. O yüzden zaten izlemiş olduğum ve Lisa'da olduğu halde yine de imzalatmak için kendi The L Word dvd'lerimi almaya karar verdim. Amazon'dan sipariş verdiğim dvdler Cumartesi gelmişler sabahın 10'unda, ama ben doğal olarak uyuyor olduğum için kapıya vurulmasını duymadığımı varsayarak Royal Mail'den bugün yeniden getirmelerini istedim. Bugün bütün gün postacıyı kulağım kapıda bekledikten sonra kapıdaki mektup boşluğundan bir şey düştüğünü duydum ve gidip baktım ki bir adet Sorry You Were Out kartı duruyor yerde. Postacı kapıya vurmaya zahmet etmemiş bile yani. Bazen paketleri yanlarında taşımamak için o kartları bıraktıklarını okumuştum bir yerlerde, gerçekten doğru sanırım çünkü bu olay 3. başıma geliyor bu sene. Royal Mail'e "Bu ne biçim rezillik" konseptli bir email attım, ona cevap bekliyorum (genelde "Çok çok üzgünüz böyle bi problem yaşadığınız için, araştırıcaz" modu cevaplar veriyorlar). Cuma gününe yine redelivery ayarladım, aynı şeyi 3. kez getiriyorlar mı bilmiyorum ama eğer Cuma gelmezse sayfalar uzunluğunda bir şikayet maili atmayı planlıyorum. Uyuz postacı.

Tuesday 18 May 2010

dyke karma works in mysterious ways

The L Word'deki Our Chart'ı biliyorsunuzdur büyük ihtimalle (bilmiyorsanız da Our Chart lezbiyen dünyasının ne kadar küçük olduğunu gösteren bir chart). Türkiye'de bir Our Chart yaratılsa, kimin kiminle birlikte olduğu açıkça görülebilse eminim dizidekinin benzeri bir tablo çıkardı ortaya. Eski sevgililerimin benden önceki sevgilileriyle birlikte olmak ya da hiç alakam olmayan, ülkenin öbür ucundaki insanların bile tanıdığım biriyle aralarında bir şey olması nedeniyle adını/yüzünü biliyor olmam gayet sık karşıma çıkan olaylar. Dün gece de bir arkadaşımla konuşuyordum, hem şu anki hem de bir önceki kız arkadaşıyla birlikte olan ve ikisini de delirtmiş olan bir kızdan bahsediyordu bana. Sonra "aa ben bu kızı Facebook'tan biliyorum" oldum ben de. Şimdi de okuduğum bir kitapta aşağıdaki paragrafı gördüm ve dedim ki, evet, I just have to write about life in the dyke world today.

"Originally I’d rented the condo with Liz. She worked as a dental hygienist and we were introduced through a mutual friend. After the first month of dating, we’d made the bad decision to move in together. A month later, I’d come to the conclusion that Liz and I had nothing in common, except that if we broke up, we’d both be single lesbians. This fact, along with our healthy sex drives, meant that we broke up several times and always made up after. We were better lovers than friends and finally figured that out. We stuck it out until our living situation got too complicated. She had issues about monogamy—mainly, she didn’t do it. I grew tired of the string of women that passed through our living room and asked Liz to leave. A big fight followed. Finally she moved in with another girlfriend. Her new girlfriend’s name was Cheryl. Cheryl worked as a go-go dancer. I had no idea that a month later I’d be dating the same go-go dancer. Dyke karma worked in mysterious ways."

Ve Google sağolsun şu an fark ettim ki bu anlatmak istediğim şey şu post'ta başkası tarafından gayet süper bir şekilde ifade edilmiş.

Sunday 16 May 2010

hello, i'm an MJ addict

Bir forumda designer çantalarla ilgili bir topic'te birisinin "orijinal marka çanta alanlara çok gülüyorum" modu bir post'una "neden" demem üzerine "kendisi üç kuruş etmeyen insanlar marka bişeyler giyince kendilerini bir bok sanıyorlar, ben bazıları gibi kim ne giyiyor diye kıçındaki etikete bakan biri olmadığımdan bu takıntıları bana komik geliyor" şeklinde bir cevap aldım.

Benim insanlarla ilgili ilk baktığım şey genelde ne giydikleridir. Moda blogu sahibi bir insan olarak insanların "kıçındaki etikete" dikkat etmeyen biri olmam saçma olur. Marka takıntım var mı? Evet, fazlasıyla var. Bazen aylarca para biriktirip o kalp atışlarımı hızlandıran kusursuz çantayı heyecanla aradıktan sonra sonunda bulup aldığımda hissettiğim tatmini bana hayatta başka hiç bir şey vermiyor. Commodity fetishist miyim? Gayet öyleyim.

Commodity fetishism denen olayı geçenlerde sınavlarımdan birindeki kültür endüstrisi sorusu için çalışıyordum, bu marka takıntısı denen şey oluyor kısacası, bir eşyayı fetiş objesi haline getirmek, insanların sahip oldukları şeyler üzerinden kendini tanımlaması, üstün görmesi vs. Ama bu olay her yerde. Bu "anti-designer çantacılık" da marka takıntısından farklı değil, anti tavır yüzünden kendini üstün görmekten ibaret. Parası var diye kendini bir şey sanan insanların ben de hastası değilim, ama tanımadığı insanı "kendisi üç beş kuruş etmez" kategorisine sokmak da parası var diye kendini üstün görmek kadar dar görüşlü ve sabit bir düşünce. İnsanın parası varsa onu istediği şeye harcamasında bir sakınca görmüyorum. Eminim bu "anti" insanlar da o çantaları alacak paraları olsa gayet alırlardı. Adım gibi eminim bundan. Kedi-ciğer meselesi gibi geliyor o yüzden bana bu tür şeyler.