Saturday 13 December 2008

taking on, 7 years

Seven years you assured me
that I'd be fine if I complied
only push the way off to fight you
Now I'm sorry, I'm sorry, I'm not sure
Getting off my chest
the story ends

I would find a way without you

That mistake was gold
I know that without you
is something that I could never do

Don't treat me like I'm to blame
Don't treat me like I ever accused you


Sabah uyandım, sen geldin aklıma nedensiz. İlk aşkım. Hayatımda 2 önemli dönüm noktası oldu benim için, herşeyi tamamen değiştiren kararlar. İlki sendin. 6 Ağustos 2001, 7 yıl geçmiş ilk konuşmamızın üzerinden. En son Rock'n Coke'tan beri görmedim seni, değişmiştik ikimiz de. İlk hayal kırıklığım, 2 yıl boyunca adını her duyuşumda ağlamam, buluşmalarımızdan önce ellerimin titreyişi, midemin ağzıma gelişi, senin bir melek olduğuna ciddi anlamda salakça inanışım, sen artık benim için ulaşılır hale geldikçe aslında ne kadar sıradan bir insan olduğunu anlayışım, ve gitmene izin vermem. Sana hiç teşekkür etmedim, sen farkında bile değildin ama bugün olduğum insan oluşumun tek nedenisin. Hala Polo Sport kokusu duyduğumda, yağmurlu bir öğleden sonra Alsancak'ta olduğumda ya da aklıma karamel geldikçe seni hatırlıyorum, minik melek. Hayatımın en huzurlu anı yıllar önce gördüğüm bir rüyadaydı, seninle Kordon'da güneş batarken el eleyiz, sadece ikimiz, İzmir bomboş. Geri dönebilsem keşke.

I have found a way without you.

Friday 12 December 2008

cookie little brown eyes

Facebook'ta okulun LGBT event'lerindeki attending listesi arasında gördüm ilk kez seni. Son derece stalker bir şekilde o andan itibaren her hareketini takip ettim demek isterdim, çok romantik olurdu, ama öyle değil. Birkaç kez gördüm ismini Facebook'ta gezinirken, 2 ortak arkadaşımız varmış. Aynı okuldayız ama hiç görmedim seni. Attending görünsen de hiç gelmedin LGBT partilerine. Gaydar'da konuşmuştuk ben buraya taşınmadan önce, aylar geçti üzerinden, hatırlayacağını hiç sanmıyordum. O sitedeki götü kalkmamış az sayıda insandan biriydin. Dün gece yine çıktın karşıma, "what the hell" dedim, "ne olacaksa olsun", ekledim seni. Normalde asla tanımadığım birini eklemem, hiç konuşma denemesinde bulunmadan bunu yapanlara da aşırı uyuzumdur, ama yaptım işte. 10 dakika sonra bir notification gördüm, düşünmeden açtım, bu kadar çabuk cevap beklemiyordum senden. Her türlü reddedilmeye hazırdım, kabul etmene değil. Midemde bir ağırlıkla, nefesimi tutarak bekledim profilinin açılmasını. 500 bilmemkaç fotoğrafına baktım saatlerce, hala açıp bakıyorum arada. Sonra bir ilki daha gerçekleştirerek mesaj attım sana, cevap geldiğinde yine midem taklalar atıyor, korkarak açtım mesajını. Bu kadar sıcak, bu kadar cici bir insan olduğunu düşünmemiştim, çok güzelsin çünkü, ukala ve ters olmayı hak edecek kadar güzel. Tonlarca fotoğrafın bir tanesinde bile mi çirkin çıkmaz bir insan? Seni tanımlayabilecek tek kelime "meleksi" benim için, fotoğraf karesine girebilsem, eline dokunsam benimkinden bile yumuşak olacağını hissediyorum birden. Sesini, gülüşünü duyuyorum içimde, aslında hiç duymadım henüz, ama başını arkaya atıp kahkahalarla gülüşünün nasıl olacağını bildiğimden garip bir şekilde eminim. Saatlerdir mesaj atmanı bekliyorum kendime itiraf etmekten hoşlanmasam da, senden başka şey düşünemiyorum. Dün gece uzun zaman sonra ilk kez gülümseyerek uykuya daldım.

I see her,
on the cover of a magazine.
All dressed up,
and her hair has caught a healthy sheen.
And no one knows,
She's got all the things I wanna be.
In my dreams,
She's the king I wanna be her queen.

In my life,
All the ladies want a piece of me.
But all I want is the baby on the TV screen.

She's got cookie little brown eyes.

Thursday 11 December 2008

better know your hanky code tonight

Better know your hanky code,
Before you go and shoot your load.

Excuse me, what's that hanging out of your pocket?
Do you actually know what that means?
Are you a left?
Or are you a right?
Or are you switching,
Just for tonight,
I don't even know all the codes,
But baby you better find out before you go.


Herşeyi anlayabiliyorum ama 2-handed fistee? Seriously? Fisting'e diyecek bir lafım yok ama 2-handed'e ne gerek var? Ve menstruating women? Fuckin hell.

Wednesday 10 December 2008

possessed and undressed

Pek sevgili Lisa'nın New York'a tatile gitmesi nedeniyle yapayalnızlık hissim yüze katladı kendini. Hiç üşenmeden beni 1 saatten biraz daha uzak olan evime bırakan, ve Christmas ışıklarını bana veren hanfendinin arabası evimin sokağında gözden kaybolduğunda ağlayasım geldi birden. Ona sarılarak uyumanın hissini düşündüm, 1 hafta o histen uzak kalma düşüncesi gerçekten, fiziksel anlamda, içimi acıttı. Cumartesi gecesi giyinip süslenip şehrin tüm clublarını gezebilme potansiyelim bile boş görünüyor gözüme, o olmadan eğlenesim yok. Beyaz şeyleri parlak mavi gösteren -ultraviyole miydi bunlar?- minik ışıklarla dolu duvarım ve yine Lisa'nın evinden yürüttüğüm lava lamp'imle odamda son derece kitsch bir ortam yaratmış, boş boş oturuyorum. Sabah erken kalkmam gerekmiyor, tüm geceyi en sevdiğim hobim olan yatakta laptopumla takılmaya ayırabilirim istersem, ama yine de keyifsizim. Uyusam? Uykum da yok, ilaç kullanmak istemiyorum artık uyumak için, Kalms mı alsam diyorum, Kalms'ı Lisa'dan aldığım geliyor aklıma. Aman ben de kızcağızın herşeyini almışım galiba. Of.

hug me till you drug me, honey
kiss me till i'm in a coma.
hug me, honey, snuggly bunny,
love is as good as soma.

Her ne kadar düşük bütçeli ve dolayısıyla biraz kalitesiz sayılabilecek bir dizi olsa da Dante's Cove'a tekrar sardım bu aralar. İlk bölüme, theme song'una, ve tüm soundtrack'ine bayılıyorum. Ayrıca gizli platonik aşkım Michelle Wolff'un varlığı da bunda etkili olabilir belki.



When I first saw you
A feeling crept over me
You'd be my saviour
With one kiss, you'd set me free

I'm dying, dying to be with you

Tuesday 9 December 2008

basement ghost singing

Now I'm in your basement, I'm laying low to keep out of your way. I hear your footsteps move the floorboards above my head. I have my own routine now, I'm keeping busy in my own way. I'm learning ways to not feel like I'm down here forever. I hope you know that I'm down here just for you.


I sang a song to you through the floor to reach you upstairs. I thought I heard you call out for more, I know that's crazy. I'm pretty sure that I'm lost again. It won't get through to you, I won't get through.


I'm gonna close my mouth now, you don't need more noise in your life. I miss you more than you know, but I know time makes you move on. The lights are off. And I'm lost again.


awake, and unafraid.

Now I know
That I can't make you stay
But where's your heart?
But where's your heart?
But where's your...


Seninle bütün bir günü geçireceğimi, seninle uykuya dalıp seninle uyanacağımı bilmenin huzursuz mutluluğu içindeyim, huzursuz çünkü korkuyorum birşey olacak ve elimden kaçıp tekrar gideceksin diye. Bornova'da Candy açılmış, oraya gidiyoruz. "Bornova'yı sevmem ben" diyorum, "ne zaman oraya gitsem kötü birşeyler oluyor". Öyledir gerçekten de, İzmir'in en sevmediğim semtidir Bornova, nedensiz, hep başıma garip şeyler gelir ne zaman oraya gitsem, tek bir mutlu günüm geçmemiştir içinde Bornova olan. Giriyoruz içeri, Bigudi gibi, karanlık, Bigudi gibi, kadınlar sadece. Bara oturuyoruz, sen barmaid kızı tanıyorsun biraz, beni tanıştırıyorsun "sevgilim" diye, konuşuyoruz. Birden sana tarot falı bakmak istiyor kız, çıkarıyor kartları, açıyor masanın üstüne. "Seni çok üzecek" diyor beni kastederek, "çok kalbini kıracak senin, yanlış yapıyorsun, o değişmedi, aldatacak seni başkalarıyla". Bana bakıyorsun, "doğru mu" diye sorar gibi, üzgün gözlerle.

Ever get the feeling that you're never
All alone and I remember now
At the top of my lungs in my arms she dies
She dies

At the end of the world
Or the last thing I see
You are
Never coming home
Never coming home
Could I? Should I?
And all the things that you never ever told me
And all the smiles that are ever gonna haunt me..


Biliyorum doğru olduğunu, ama olmasın istiyorum, düşüncelerimi sıkmaya çalışıyorum kafamın içinde tarot bakan kız anlamasın, görmesin onları diye, sadık ve seni mutlu edecek, sana layık biri olabilmek istiyorum, ama biliyorum olmadığımı. O da biliyor, görebiliyor kafamın içini. Sadece sen bilmiyorsun. "Sana ne ki, sen kimsin, ne beni tanıyorsun sen, ne de onu, hem gay bar masası üzerinde tarot falı mı bakılır" diyorum kıza, kalkıp gidiyorum.

I'm trying, I'm trying
To let you know just how much you mean to me
And after all the things we put each other through and
I would drive on to the end with you..


Koşuyorum Alsancak'a kadar, Atatürk Lisesi'ne geliyorum. "Okulum" diyorum, huzur doluyor içime birden. Eskiden gizlice sigara içtiğimiz arka bahçeye gidiyorum, birden 13'ümden beri hissetmiş olduğum tüm korkular ordu gibi toplanmış üstüme doluşuyorlar. Soğuk bir his, rüzgar kaplıyor içimi. Bardaki kızın gülüşünü duyuyorum, hissediyorum, anlıyorum o anda. Başıma gelen herşeyin, tüm sorunların, tüm soğuk hislerin nedeni o kız aslında, o yollamış bana o kötü enerjiyi. Biliyorum, yapabileceğim birşey yok eğer ben ondan daha güçlü olmazsam, daha güçlü olup beynimi kapatmalıyım, korumalıyım kendimi. Kaçıyorum okulun bahçesinden, Lozan'a doğru yürüyorum. "Altay'ı mı arasam, biriyle konuşmaya ihtiyacım var" diye geçiyor aklımdan. "Saçmalama" diyorum kendi kendime sonra, "Altay diye birisi yok artık hayatında, unuttun mu, kaç ay geçti, bırak ne bok yerse yesin o". "Haklısın" diye cevap veriyorum iç sesime, evine doğru yürüyorum, seni bekliyorum, bir süre sonra sokağın başında görüyorum seni. Soruyorum sana, "Ayrıldık mı?" diye, nefesimi tutarak cevabını bekliyorum. "Hayır" diyor ve elimi tutuyorsun, gözlerin sevgi dolu ve ağlamak üzere gibisin. Rahatlıyorum, biliyorum ne kadar sana iyi gelmesem de seveceksin beni. Güneş batıyor Alsancak'ta, biz el ele yürüyoruz.

As lead rains will pass on through our phantoms
Forever, forever
Like scarecrows that fuel this flame we're burning
Forever, and ever
Know how much I want to show you you're the only one
Like a bed of roses there's a dozen reasons in this gun

And as we're falling down, and in this pool of blood
And as we're touching hands, and as we're falling down
And in this pool of blood, and as we're falling down
I'll see your eyes, and in this pool of blood
I'll meet your eyes, I mean this forever

O.B.S.E.S.S.I.O.N.

i’ve got your picture on my wall
i dream about you when i sleep
i go outta my way everyday
just hoping that i catch you walkin down the street

i know just where you went to school
i know the names of all your friends
i got it bad again, an O-B-S-E-S-S-I-O-N

i know your middle name
i got a lock of your hair
i'm just a little bit insane
coz i think i see you everywhere

my friends they just don't understand
they cannot see my point of view
they say it's gotten out of hand
and i'm obsessed with you


but i wanna get
next to you
yeah i love all the things you do
i wanna get close to you
you are my dream come true
i wanna have sex with you
your sweet caress won't do
coz i’m obsessed with you!

your smile sets my heart aflame
electrocute me with your eyes
the very mention of your name
my stomach fills with butterflies

your love is better than cocaine
i need you more than oxygen
i got it bad again, an O-B-S-E-S-S-I-O-N!!


Hello. I'm Zero and I'm a love-aholic. I have a new obsession now, god bless!!

Get this widget Track details eSnips Social DNA

16 days to go!!

spoiling the L word








Dylan + Helena ve Shenny!! Evet en azından Shane ve Jenny birlikte oluyorlar Jenny ölmeden. Mega yay!!

Monday 8 December 2008

fight me, try me, kiss me like you like me

Gece uyumaya çalışırken "!?'=!?!)^=(+= Omg yarın sabah presentation yapmam gerek" cümlesinin birden neon ışıklarla aklımda yanıp sönmeye başlaması, bu sabahın panik içinde başlayacağının kesin bir işareti olmalıydı benim için. O olmasaydı bile, sabah aniden uyandırılıp "5 dk içinde evden çıkmamız lazım yoksa treni kaçıracaksın ve bu havada tek başına beklemen gerekecek" cümlesini duymak günümün dandik geçeceği gerçeğini kafama tekmeleyerek sokacaktı zaten. Trenden indikten sonra kendime bir iyilik yapmaya ve şu presentation işine bir an önce başlamak için otobüs yerine taksiye binmeye karar vermiştim ki, cüzdanımda olması gereken 50 poundun yok olduğunu gördüm. IAMX'te sarhoş kafamla hala gidip tonlarca viskiye para döktüğüm için kendime küfrettim, cash point bulup para çekip eve geldiğimde presentation'ıma 2 saat kalmıştı. "Pressure groups, Yeditepe'de görmüştüm bunu ben, kolay bu biter 2 saatte" gibi salak kendime güvenimden sonra, 2 saatte ucu ucuna bitirdim gerçekten de, ama bu sefer printer'ım saçmaladı. Herşeyi son ana bırakma huyumdan nefret ettim bir an. "Gitmesem mi, birşeyler mi uydursam?" diye düşündüm, sonra aklıma o gün inbox'ımda bulduğum hiç-derslerinize-gitmemişsiniz-bu-sizin-için-bir-uyarı-eğer-gitmemeye-devam-ederseniz-okuldan-atılabilirsiniz mail'i geldi, yemedi gitmemek, kalktım gittim, laf olsun diye birkaç birşey konuştum, 6 haftadır derslere gitmemem konusunda Freshers Week'te öpücükleşirken mono kaptığıma dair şeyler uydurdum, 2 hafta kaldı okulun bitmesine zaten, 2 hafta gidebilirim her dersime, alt tarafı 7 gün kaldı, gidemez miyim yoksa? Ne çeşit bir insanım ben, nasıl bu kadar kayıtsız ve umursamaz kalabiliyorum bu duruma karşı? Neden panik yapmıyorum, neden kalacağımı bile bile hala her sabah "aman uyu gitmesen de olur" diyebiliyorum kendime? Normal endişe seviyesi ve dürtülere sahip olmamı sağlayacak bir ilaç var mıdır acaba? İlaçlar herşeyin çözümü mü, antidepresanlar işe yarıyor mu, yoksa hepimiz scientologist mi olmalıyız?

2 essayim var haftaya bitmesi gereken ve başlanmamış, siyasette feminist ideolojiyi beynimin her gri hücresine kazımam gerekiyor 18 Aralık'a kadar, bir de sınavım varmış haftaya, nerede peki o endişe?