Friday 24 September 2010

i'm lonely, i'm lonely, oh

Sonunda yeni evime taşınmış bulunuyorum. Taşınmak derken, Türkiye'den getirdiğim valizlerimi odaya koyup çarşafları değiştirdim. Her gün geçtikçe daha da küfrettiğim eski sevgilimde kalan eşyalarımı nasıl alacağım bilmiyorum, ama çoğu eşyam onda.

Dün ev arkadaşlarımdan biri olan Amerikalı bir çocukla ve fena halde güzel olan annesiyle tanıştım. Fena halde güzel olan anne de en az benim kadar hijyen delisi bir insan galiba, çünkü anında "Evi şöyle temizlemeliyiz, bunu böyle yıkamalıyız, onu değiştirmeliyiz" moduna geçti eve girdiği anda. Aşırı derecede temizlik takıntılı olan ama kendisi temizliğin t'sini bilmeyen bir insan olarak fena halde güzel anneye güveniyorum.

Güzel annenin bana sorduğu "Dünyada gittiğin en uzak yer neresiydi" sorusuna "Tampa, Florida" cevabı vermem üzerine bana kendisinin de Tampalı olduğunu söylemesi hayatın ilginçliklerinden biriydi. Salı gecesi Wotever'da izlediğim filmi çeken kadının eski okulum University of Kent'te hoca çıkması da. Dünya ne küçük.

Bugün eski okulumdan transcript almak için Canterbury'e geldim. Freshers week dolayısıyla yeni öğrenciler çimlere yayılmış, okulun yollarını doldurmuş ve çok eğlenir bir haldelerdi. Çok kıskandım, keşke hala burada okuyor olsam ve şu anda bir fresher olarak okula başlıyor olsam diye düşündüm.

Yeni ev arkadaşlarımın hiç bir daha taşınmadı. Ev çoook büyük olduğundan ve tek kalan ben olduğumdan gece uyuyana kadar aklımdan korkudan milyon tane düşünce geçti diyebilirim. Sonra kafamı kaldırdığımda camdan hemen karşıya geçince olan Hilton'un göründüğünü fark ettim ve otelin güvenliğinde, insanların arasında uyuduğumu hayal ettim, bu bana kısmen de olsa huzur verdi.

Ben ne İstanbul'da, ne de Kent'te tek başıma yaşarken bile bu kadar korkmamıştım (ki İstanbul'un Londra'dan çok daha güvenliksiz bir şehir olduğu açık).

Bu sabah trenle Canterbury'e gelirken kafamda Lisa vardı. Bana o Facebook mesajını attığından beri ilk kez ağladım (bu yazdıklarımı hata var mı diye kontrol etmek için tekrar okurken bile gözlerim doluyor, o derece duygusalım bugünlerde). Ayrıldığımız için değil, onu özlediğim için değil; yalnız hissettiğim için. Onunla İngiltere'ye ilk taşındığım hafta tanıştığım için burada hiç yalnızlığımın farkına varmamıştım şimdiye kadar, arkadaş bulmakla uğraşmamış olmak sorun olmamıştı. Ama şu anda o kadar yalnız hissediyorum ki, 2 yıl önceki depresyonuma geri döneceğimi hissetsem ve omzunda ağlamak için birini aramak istesem öyle biri olmadığını fark etmek modunda yalnız.

Bu yalnızlığım konusunda bir şey yapmak istiyorum, ama nasıl arkadaş bulunacağı konusunda hiç bir fikrim yok. Arkadaşça davranmak ya da havadan sudan konuşmak, birinin halini hatrını sormak hiç bir zaman benim doğamda olmadı. Bunlar nasıl sonradan öğrenilir bilmiyorum.

Günün blog post'u: http://madiclara.blogspot.com/2010/09/rezalete-hazr-msn-osman-snav.html