Zeynep'in "Gripin sever misin" sorusuna olan "Sensiz İstanbul'a Düşmanım ve Dalgalandım da Duruldum'dan başka şarkılarını bilmiyorum" cevabım bende o şarkıları dinleme isteği uyandırdı deli gibi. Normalde bu tür şeyler dinlemeyen ve dinleyenlere ıy gözüyle bakan biri olarak, kendime de ıy gözüyle bakılmasını takmamaya karar vererek buraya bunu yazıyorum. Şu 2 şarkı ağzıma sıçıyor benim. Burada bahsetmiştim, geçen sene benden daha sorunlu olduğuna inandığım son derece eksantrik bir insan olan psikiyatristimden çıktıktan sonra Caddebostan Migros'a girdim, Cansu'yla sahilde otururken onun yediği sandviçlerden aldım, onu aradım sonra oralarda mı diye, değildi, taksiye binip eve dönmeye karar verdim ben de, içimde bir buruklukla takside otururken trafik tıkandı tam Marks and Spencer'a çıkan yolda, radyoda Dalgalandım da Duruldum çalıyordu. O günü hatırladım yine, gayet mutlu bir şekilde günüme başlamışken eve ağlaya ağlaya döndüğümü hatırladım. O ev artık benim değil, Cansu artık yok, psikiyatristim bile yok. Bugünlerde depresif ruh halim hafif hafif geri dönmeye başladı, sebepsiz ağlamalar, ilacımın dozunu mu artırmalıyım diye düşünüyorum. Sinirlerim bozuldu kısacası.
Paramparça
Paramparça ne varsa kadınım
Yokluğunda kaç damla gözyaşı eder adın
Ne olur, gel, gel, gel, gel
Ben sensiz İstanbul’a düşmanım.
Şu sözlerin ne kadar doğru olduğunu hissetmek korkutuyor beni. Geçen seneki halime dönmekten, yine depresyona girmekten, yine öyle hissetmekten korkuyorum.
Sen de hala paramparça mısın kadınım?
Tuesday, 24 February 2009
Monday, 23 February 2009
never again alone in the dark
AFI dinleyesim geldi, Ezgi'yi, Lise 1'i hatırladım.
So I... I will paint you in silver, I will wrap you in cold
I will lift up your voice as I sink
Your sins into me
Oh, my beautiful one, now
Your sins into me
As a rapturous voice escapes, I will tremble a prayer
And I'll beg for forgiveness
Your sins into me
Don't waste your touch, you won't feel anything
Or were you sent to save me?
I've thought too much, you won't find anything...
Worthy of redeeming
Look what I've built, it shines so beautifully
Now watch as it destroys me
To... break down, and cease all feeling
Burn now, what once was breathing
Reach out, and you may take my heart away
I left it all behind, and never said goodbye
I left it all to die
I saw its birth, I watched it grow
I felt it change me
I took the life, I ate it slow
Now it consumes me
So I... I will paint you in silver, I will wrap you in cold
I will lift up your voice as I sink
Your sins into me
Oh, my beautiful one, now
Your sins into me
As a rapturous voice escapes, I will tremble a prayer
And I'll beg for forgiveness
Your sins into me
Don't waste your touch, you won't feel anything
Or were you sent to save me?
I've thought too much, you won't find anything...
Worthy of redeeming
Look what I've built, it shines so beautifully
Now watch as it destroys me
To... break down, and cease all feeling
Burn now, what once was breathing
Reach out, and you may take my heart away
I left it all behind, and never said goodbye
I left it all to die
I saw its birth, I watched it grow
I felt it change me
I took the life, I ate it slow
Now it consumes me
i lied my face off when i said that i would be okay
Şu geçirdiğim birkaç haftayı tanımlamak gerekirse, fazlasıyla garipti. Alkaline Trio konseri mükemmeldi, mükemmel ötesiydi. Olabilecek en kötü tesadüfler geldi başımıza. Lisa'nın Londra trafiğine girmek istememesi yüzünden trenle gidelim dedik, beni evimden aldı, ben o sırada birkaç Strongbow içmiştim zaten, yolda bir tane daha içtim, yarım saat falan sonra tam istasyona yaklaşmışken öküz gibi bir dankkkk sesi geldi arabanın sağ tarafından, kenara çekip baktık, jantlardan biri çıkıp arabanın yanına çarpmış falan filanmış anlamadım tam olarak. "Fak treni kaçırıcaz" paniklerimden sonra Co-op'a uğradık, ben bir 35lik viski aldım kendime trende içmek için. Tren istasyonunun otoparkına arabayı park ettik, bilet makinelerinin çalışmaması yüzünden 10 dk da orada kaybettik, benim paniklerim son noktaya ulaşmıştı ki biletleri evde unuttuğumu fark ettim. Kafamda kocaman ışıklarla "hasiktir" yazısı yanıp sönmeye başladı, evim 1 saat uzakta olduğu için geri dönme şansımız yoktu hiç. Lisa'yı yine de gitmeye ikna ettim, trende o viskiyi bitirdim, Lisa içmiyordu, ben onun yerine de içtim. Metroyla Camden'a gidiyorduk, tam o sırada İrlandalı herifin teki karşımızda oturan Müslüman çocuğa gayet ırkçı bir modda "Siktirsenize kendi ülkenize" muhabbetleri yapmaya başladı sarhoş ötesi kafasıyla, bize de "Ee kızlar siz ne diyorsunuz" modunda cevap bekleyerek bakıyordu, takmadık kendisini, biz inerken bana "You biatch" diyerek o da inip peşimize takıldı kendisi. "Siktir herif takip mi ediyor bizi" derken bir yerlerde kaybetti bizi. Koko'ya gittik, bilet gişesindeki kadına "Bilet aldım netten ama gelmedi bıdı bıdı" yaptım, kadın gayet inanılmaz bir şekilde hiç kontrol bile etmeden buyrun geçin yaptı. Oha dedik, içeri girdik, birkaç Jack Daniels sonrası ben kendimden geçer halde Alkaline Trio bekliyordum, tshirt aldım 2 tane, adama 10 pound yerine o kafamla 50 YTL vermişim, o da o kafasıyla onu 50 pound zannedip bana 40 pound üst vermiş yazık. Böylece 80 YTL falan kara geçmiş oldum durduk yere. Son trenle eve dönmüşüz, nasıldı hiç hatırlamıyorum, Lisa olmasa sokakta sızıp kalırdım sanırım. Eve geldik 1 gibi, uyuduk, 4'te uyanıp havaalanına doğru yola çıktık, o 1 saat karanlıkta gayet hungover kafamla Lisa uyumasın diye onu konuşturmaya çalışmak hayatımın en dandik deneyimlerinden biriydi. Bir daha sabahın körüne uçak bileti almak mı, 4'te kalkacağını bile bile 1 şişe viski bitirmek mi? Asla.
Sonunda İstanbul'a ulaştıktan sonra bütün günü uyuyarak geçirdik, Nevizade'ye gittik akşam. Ne kadar Türk yemeği varsa hepsini yedik sanırım 3 günde. O piuuu yapan sokakta yerde satılan minik elektronik kedilerden istiyorum bu arada, bana alıp yollamak isteyen varsa sonsuza kadar sevgimin sahibi olabilir.
İstanbul değişmiş yine, aynı insanlar, tavırları ve gittikleri mekanlar değişmiş. Geçen sene göt göte olduğumuz insanları bu sene cool kid tavırları içinde Taksim'de takılırken görmek midemi bulandırdı, tanıdığım birçok insan yanımdan geçerken kafamı çevirdim görmemiş gibi, konuşasım gelmedi hiçbiriyle. İlke, Gencer ve Cansu'yu gördüm sadece, zaten onlar ve Zeynep dışında başka da görmem gereken biri yoktu pek. Ben bilmemkaç bin kilometre uzaktan %40 onu görme amacıyla İstanbul'a gelirken Cansu hanfendinin önce beni 2 saat bekletmesi, ertesi gün yine saatlerce gelmemesi, gelince aramaması, ben arayınca "Bekle geliyorum" demesi ve ben soğukta götüm donarak beklemekten sıkılıp tekrar "Nerdesin" demek için arayınca "Yan sokaktayım ama gelemicem ben" yapması saçma geldi açıkçası. Kaba ötesi bir davranış olmasının yanında başkası bana onda birini yapsa siktiri çekeceğim şeylerdi. Ona o gün birşey dememiş olsam da bundan sonra o benimle konuşmak ya da beni görmek için fazlasıyla çaba göstermedikçe benden en ufak bir adım görmeyeceğini de burada belirtmek istedim.
Güzeldi İstanbul, şehrin büyüsünü hiç bu kadar hissetmemiştim orada yaşadığım süre boyunca. Hayatımın bir döneminde tekrar Cadde'de yaşamalıyım kesinlikle, gece Taksim'den dönerken dolmuştan Caddebostan'ta inip eve yürümeliyim iPod dinlerken.
It's not fair, it's not even close.
You fed me the sun,
Burned me up inside and watched me choke
On everything we did,
On everything we lived.
Let's see if I can live again.
I lied my face off when I said
That I would be okay.
It's never fine when you go away.
These cuts run deep,
These scars are permanent and always on display.
This makes things difficult for me.
Sonunda İstanbul'a ulaştıktan sonra bütün günü uyuyarak geçirdik, Nevizade'ye gittik akşam. Ne kadar Türk yemeği varsa hepsini yedik sanırım 3 günde. O piuuu yapan sokakta yerde satılan minik elektronik kedilerden istiyorum bu arada, bana alıp yollamak isteyen varsa sonsuza kadar sevgimin sahibi olabilir.
İstanbul değişmiş yine, aynı insanlar, tavırları ve gittikleri mekanlar değişmiş. Geçen sene göt göte olduğumuz insanları bu sene cool kid tavırları içinde Taksim'de takılırken görmek midemi bulandırdı, tanıdığım birçok insan yanımdan geçerken kafamı çevirdim görmemiş gibi, konuşasım gelmedi hiçbiriyle. İlke, Gencer ve Cansu'yu gördüm sadece, zaten onlar ve Zeynep dışında başka da görmem gereken biri yoktu pek. Ben bilmemkaç bin kilometre uzaktan %40 onu görme amacıyla İstanbul'a gelirken Cansu hanfendinin önce beni 2 saat bekletmesi, ertesi gün yine saatlerce gelmemesi, gelince aramaması, ben arayınca "Bekle geliyorum" demesi ve ben soğukta götüm donarak beklemekten sıkılıp tekrar "Nerdesin" demek için arayınca "Yan sokaktayım ama gelemicem ben" yapması saçma geldi açıkçası. Kaba ötesi bir davranış olmasının yanında başkası bana onda birini yapsa siktiri çekeceğim şeylerdi. Ona o gün birşey dememiş olsam da bundan sonra o benimle konuşmak ya da beni görmek için fazlasıyla çaba göstermedikçe benden en ufak bir adım görmeyeceğini de burada belirtmek istedim.
Güzeldi İstanbul, şehrin büyüsünü hiç bu kadar hissetmemiştim orada yaşadığım süre boyunca. Hayatımın bir döneminde tekrar Cadde'de yaşamalıyım kesinlikle, gece Taksim'den dönerken dolmuştan Caddebostan'ta inip eve yürümeliyim iPod dinlerken.
It's not fair, it's not even close.
You fed me the sun,
Burned me up inside and watched me choke
On everything we did,
On everything we lived.
Let's see if I can live again.
I lied my face off when I said
That I would be okay.
It's never fine when you go away.
These cuts run deep,
These scars are permanent and always on display.
This makes things difficult for me.
Subscribe to:
Posts (Atom)