Friday 16 December 2011

sic transit gloria (glory fades)

Çok, çok hızlı birkaç gün geçirdim yine. Çarşamba sabahın köründe kalktım, ojemi sürdüm, duşumu aldım, saçlarımı yaptım ve İstanbul'a gitmek üzere hazırlanmaya başladım. Tam arabaya binerken kimliğimi almadığımı fark ettim. Bütün evi aradım, bulamadım. Pasaportumu almak zorunda kaldım, o yüzden tüm İstanbul gezim pasaportum yerinde mi diye çantamı yoklayarak geçti. Bu kimlik koşuşturmacası sırasında havaalanına giden treni kaçırdım. Bir Türkiye klasiği olarak tabii ki bir sonraki tren olması gerektiği saatte gelmedi. Süperannem beni arabayla havaalanına bıraktı, uçağıma rahat rahat yetiştim. Arkadaşımın evine gittim, bir sürü Schweppes Mandalina + Smirnoff içtikten sonra Junior Boys konserine gittim. Vaktinde başlaması pek çok insan için beklenmedik bir şey olmuş olacak ki, sahneye çıktıklarında içeride 30 kişi falan vardı. Çok güzel geçen bir konserden sonra arkadaşıma gidip direk sızdım. Sabahı hiç hoşlanmadığım, ancak Starbucks'sızlıktan gitmek zorunda kaldığım Caffè Nero'da geçirdim. Oradan da staj yaptığım gazeteye uğradım, çok özlemişim. Orada yemek yiyip bir çay içtikten sonra yine havaalanına doğru yola çıktım. Uçakta tam yerime oturmuştum ki, arkada herifin teki "Kardeşim ben senin telefonla konuşmanı dinlemek zorunda mıyım" diye bağırmaya başladı. Bildiğiniz bağırıyor ama, abartmıyorum. Neymiş, önünde oturan kadın telefonla konuşuyormuş. Kendisi de kadına medeni bir biçimde "Kusura bakmayın, biraz sessiz konuşur musunuz" demek yerine, "Burası kıraathane mi, ben senin telefonla konuşmanı dinlemek zorunda mıyım" diye bağırmayı tercih etmiş. Sinir oldum. Ben de tanımadığı birine "Sen" diye hitap eden, onun telefonla konuşmasından 10 kat daha yüksek bir sesle kabadayı gibi bağırıp bütün uçağı ayağa kaldıran bir tipi dinlemek zorunda değilim çünkü. Asıl "kıraathane" davranışı bu olmuyor mu?

Bunu demişken, uçaktan inip trene bindiğimde yanımda oturan adam 10 dakika boyunca telefonla konuştu. 1- Gayet normal sesle konuşuyor, "Bu bir toplu taşıma aracı, herkes sessiz sakin takılıyor, bari alçak sesle konuşayım" da demiyor. Ya da konuştuğu insana "Şu anda dışarıdayım, acil değilse eve gidince arayayım" demek aklına gelmiyor. 2- Yanında oturan kadın, sıkılmış bir halde görüşmesini bitirmesini bekliyor. Bu nasıl bir kabalıktır? Zaten dışarıda telefonla konuşmayı (ya da genel olarak telefonla konuşmayı) hiç sevmem, biri bir arkadaşımın/sevgilimin vs. yanındayken beni ararsa da olabildiğince kısa keser, sonra da karşımda oturan insandan özür dilerim. Aynı şekilde buluştuğum biri karşımda bu kadar uzun süre telefonda konuşursa, bunun inanılmaz bir kabalık olduğunu düşünür ve "Demek ki bana saygı duymuyor, bana değer vermiyor" olarak algılarım. İnsanların mı algısında bir gariplik var, bende mi?

**

"Sing me something soft, sad and delicate" diye giden şarkı sözleri takıldı aklıma bugün. Lisedeyken çok dinlediğim bir şarkı olan Existentialism on Prom Night olduğunu hatırladım sonra. Taking Back Sunday ve Straylight Run çok dinliyordum o zamanlar.


Sonra aklıma Brand New geldi. O zamanlar en çok dinlediğim gruplar listesinde rahat ilk 3'e girer herhalde.


O zaman en en en çok dinlediğim grup ise kesin olarak Saosin. Deliler gibi dinlerdim bu şarkıyı. Myspace profilim açılınca çalmaya başlıyor, o güçlü davul sesi profilime bakanları deli ediyordu. Bir sürü insan "Nolur şu profil şarkını değiştir artık, profiline bakınca ürküyoruz" demişti hatta bu yüzden. Yine de seviyorum.