Friday, 11 February 2011

you are just too old to feel an earthquake, too cool to even care

Üyesi olduğum forumlardan birinde Secret Valentine diye bir başlık var. Her yıl birisi seçiliyor, insanlar o kişiye hoşlandıkları insana söylemek istedikleri şeyleri mesaj atıyorlar, mesajlar sevgililer gününde anonim olarak yayınlanıyor.

Ben son birkaç aydır birinden hoşlanıyorum. Annem yaşında olması umrumda değil. O Yeni Zelanda aksanınına bayılıyorum özellikle. Çok, çok, çok etkileniyorum.

Bu bahsettiğim insanın en az kendisi kadar hoşlanılası 12 yıllık bir sevgilisi var. Ondan da etkileniyorum, ama o kadar abartı seviyede değil.

Facebook'taki durumları in an open relationship olmasa bu konu bu kadar kafama takılmazdı.

Bu şarkı kiwi platoniğime gelsin:

Conforming on a monday
Too often and too cold
But you aren't even listening
Because you are just

Too old to feel an earthquake
Too cool to even care
But you aren't even listening
So why should I?

You are
A natural disaster
And I've wanted you too much
And now I'm gonna lose
I've wanted you too much
And now I've gotta choose

You're the cause of all this
And I'm sick of trying to please you
And you're gonna feel my emotions coming
Because you're the world


Diğer yandan son 2-3 haftadır biriyle çıkıyorum. Birlikteyken çok eğleniyorum, ama haftada 1-2 günden fazla görmek isteyeceğim biri değil. Görüştüğümüz günler dışında hayatıma dahil olmasını istemediğimi biliyor. Bu kiwi'den hoşlandığımı da (ki arkadaşı oluyor bu hoşlandığım insan, bizi o tanıştırdı). Bunu söyleyebilme özgürlüğüne sahip olmak süper şey. Polyamory rules.

Tuesday, 8 February 2011

queer nedir?

Bugünlerde queer kavramı hakkında çok düşünüyorum. Değişik zamanlarda değişik insan grupları için taşıdığı farklı anlamlar hakkında.

Benim için queer cinsel ya da cinsiyet kimliği heteronormatifin dışında olan, ya da kadın-erkek, gay-straight gibi ikili-karşıtların (binary işte, siz anladınız) dışına çıkanları kapsıyor. Aynı zamanda benim için queer politik anlamlar da taşıyan bir kavram. Queer Theory'nin büyük kısmını oluşturduğu bir bölüm olan Gender Studies okuyan, vaktinin çoğunu (hatta hepsini) kendini queer olarak tanımlayan insanlarla kendini queer olarak tanımlayan mekanlarda geçiren bir insan olarak gayet rahat bir şekilde söyleyebilirim ki çevremdeki herkes queer'i bu şekilde tanımlıyor; akademisyen, Gender Studies öğrencisi, kendini queer olarak tanımlayan insan, kim olurlarsa olsun şu ana kadar bu tanımı reddeden birini görmedim. Sadece queer'in politik olması konusuna katılmayan bir kaç insan tanıyorum, bundan da birazdan bahsedeceğim.

Dün yazdığım FAGtr post'u sayesinde oluşumun kurucusuyla konuşmuş bulundum. Kendisi bana aynı anda kendimi kadın ve queer olarak tanımlamamın çelişkili olduğu türünde bir laf etti. Değil.

İnsanların queer'in ne olduğuna dair yanlış inançları var gördüğüm kadarıyla. Queer olmak için genderqueer olmak gerekmiyor, ikisi farklı şeyler. Dolayısıyla şu an kendimi "kadın" olarak tanımlıyor olmamın aynı zamanda queer olarak tanımlamamı engellemesi gibi bir durum yok. Onu geçtim, "kadın" da dahil olmak üzere tüm cinsiyet kimliklerine sürekli bir performativite örneği olarak baktığımdan "kadın" olmayı fiks bir kimlik olarak görmüyorum. Ama dediğim gibi, öyle olarak görsem bile bu queer kimliği taşımamı çelişkili yapmıyor.

Daha somut konuşacak olursam, benim için aşağıdaki insanlar queer'dir (kendilerini öyle görüyorlarsa tabii ki):

- Cinsel ve cinsiyet kimliği ne olursa olsun tek eşli olmayan insanlar (aldatanları falan kastetmiyorum tabii ki, poly olmaktan bahsediyorum),

- Cinsel ve cinsiyet kimliği ne olursa olsun BDSM'le uğraşan insanlar (uğraşmaktan başka Türkçe fiil bulamadım, kusura bakmayın),

- Aseksüeller,

- Cinsiyet kimliği zaman zaman ya da her zaman kadın ya da erkek'ten farklı bir şey (ya da şeyler) olanlar,

- Cinsiyet kimliği kadın ve erkek arasında gidip gelen ya da ikisi birden olanlar,

- Cinsel kimliği heteroseksüelin dışında olanlar,

- Cinsel kimliği heteroseksüel olmasına rağmen cinselliği heteronormatif olmayan bir şekilde yaşayanlar (i.e. "Erkek kadının içine girer"den farklı, mesela tam tersi şekilde seks yapanlar; şu anda aklıma başka örnek gelmedi ama siz anladınız).

Benim için bu üsttekilerden biri olan, kendine queer diyen ve queer politikaya ucundan da olsa değen bir insan queer'dir.

Politika kısmının altını çizmek istiyorum.

Son zamanlarda çevremde biseksüel ya da panseksüel olan ve kendini queer olarak tanımlayan bir sürü kadın var. Bir yerde bir kadınla birlikte görülünce kendilerine lezbiyen denmesine fena sinirlenip "Ben biseksüelim/panseksüelim" falan diye düzeltiyorlar. İlgileri %80 kadınlara yönelik olmasına rağmen lezbiyen ortamlara dahil olmak istemiyorlar. LGBT (evet, TT değil, tek T) hareketle en ufak bir alakaları yok, LGBT kültüründen ve tarihinden de tamamen uzaklar. Bu benim için çok apolitik bir davranış biçimi. Queer apolitik değildir, queer'in kesinlikle siyasi bir yönü vardır her zaman bana göre. O yüzden bu bahsettiğim insanların kendine queer diyor olması bana biseksüellik/panseksüellikle eşleştirilen önyargı/stigmalara maruz kalmama çabasından kaynaklanıyor gibi geliyor. Queer etiketi bile moda oldu yani anlayacağınız.

Yine de tabii ki kim kendini nasıl etiketlemek istiyorsa etiketler. Kimse de queer olmak için benim yukarıdaki kriterlerime dahil olmak zorunda değil. O yazdıklarım sadece benim fikrim.

O yüzden özellikle bir LGBT grubun başında olan birinin başkalarının kimliklerini çelişkili olarak etiketleme hakkını kendinde görmesi bana şaşırtıcı geldi.

Doğru düzgün imlanın, fag gibi seksist bir kelime yerine queer gibi nötr bir kelime kullanılmasının, ve transgender'ın transseksüel ve travestiyi de kapsayan şemsiye bir terim olmasının hastasıyım, bu arada.

Bu kadar queer muhabbetinden sonra Stella'mı içip queer performans mekanı olan Wotever'a doğru yola çıkıyorum, fellow queer'lerimle birlikte olmak için. Ve inanır mısınız, aralarında kendini kadın olarak görenler bile var. Adios.

Monday, 7 February 2011

FAGETTEtr

"Kelime seçimi çok önemli". Bugünkü Rhetoric dersimin konusu buydu.

Alize'nin Facebook duvarında FAGtr adlı bir oluşuma denk geldim. Fikir süper, bu tür şeyleri sonuna kadar destekliyorum. Hatta duyurun çevrenize.

Ama:

1- Post'lar yazım hatası dolu.

2- Cinsel baskı ve şiddete "ayy yeter artık" gibi camp gay erkek klişesinin altını çizen bir şekilde cevap vermek istiyor muyum emin değilim.

3- Oluşumun QUEERtr gibi gender-neutral bir ismi olabilecekken erkekler için kullanılan bir kelime olan fag'in seçilmiş olması kadın bir queer olarak bana bunun erkek egemen bir oluşum olduğunu düşündürüyor.

4- Yandaki ankette lezbiyen, travesi falan Türkçe yazılmışken biseksüel ve transseksüel bisexual ve transsexual olarak yazılmış. Neden ki?

5- "LGBTTQİH" bireyleri kapsıyorlarmış. H neye denk geliyor merak ettim. Ally kelimesinin H ile başlayan bir Türkçe karşılığı aklıma gelmediğinden ne olabileceğine dair en ufak bir fikrim yok. Keşke bir açıklasalarmış (ya da ben görmedim, ilk sayfanın ötesindeki post'ları okumadım).

Sonradan gelen edit: Hetero imiş.

6- Bu FAGtr'ye özel bir eleştiri değil. Travesti ve transseksüel ayrımı sadece Türkiye'de yapılıyor, LGBTT şeklinde. Bunu çok, hem de çok garipsiyorum. Hadi transgender'ı alt kategorilere ayırıyoruz transseksüel, travesti falan gibi, bu ikisinin dışındaki alt kategorilere ne oldu? Nerede kendini belli bir cinsiyete ait görmeyenler, kendini genderqueer ya da gender fluid olarak tanımlayanlar, falan filan? Keşke o 2 T'nin yerini tek bir T halinde transgender, kısaca trans alsa.

Bence FAGtr süper bir adım, riot grrrl aktivizmini hatırlattı bana. Bu tür şeylere Türkiye'de fena halde gerek var. Kötülemek olsun diye söylemedim bu dediğim şeyleri, sadece bunlara da dikkat edilirse daha çok insana hitap edeceklerini düşünüyorum.

Sunday, 6 February 2011

where are you, and i'm so sorry

Bugün güzel bir gün geçirdim. London Alternative Market vardı, oraya gittim, ilk kez toffee cider içtim, sevdiğim insanlarlaydım, çok eğlendim. Eve geldim, operaya ucuz gidebilmemi sağlayan Access All Arias kartımın geldiğini fark ettim, daha da mutlu oldum. Sonra birden aklıma aklıma gelmesini istemediğim biri geldi.

İkimiz de artık msn'e pek girmiyoruz, Facebook'ta yoksun, tanıştığımız sitede de yoksun artık. Bir gün sana ulaşmak istersem ulaşamamaktan, geçmişimde kaybolup gitmenden korkuyorum. Bugünlerde seni çok özlüyorum. Ama şu anda hayatımda olmayışın işime geliyor bir yandan da. Böylece seni kafamda hatırladığım gibi canlandırabiliyorum, istediğim insan oluyorsun. Şu son 2 gündür çok aklımdaydın, ve ne zaman seni düşünsem rüyama giriyorsun, sabah ruhum ağır bir şekilde uyanıyorum. Bugün rüyama girme, lütfen.

Rüya demişken, sabah rüyamda hastanemsi bir yerdeydim. Ameliyat masası gibi bir şeyin üzerinde yatan çıplak bir kadın vardı, acı çekiyordu, bacağı acıyordu, ama acısını azaltacak bir şey vermiyordu nedense ona kimse. Kadın ani bir hareketle masanın yanında duran testeremsi bir şeyi eline alıp kendi bacağını kesmeye başladı. Herkes şok oldu. Birden uyandım. Neden böyle bir şey rüyama girdi, bilmiyorum.

Şu son 2-3 gündür acayip bir ruh halindeyim. PMS beni fena depresif ve nostaljik yapıyor, son post'larımda görebildiğiniz gibi. Öyle ki, Blink 182 şarkısı alıntılayacağım şimdi.

Hello there, the angel from my nightmare
The shadow in the background of the morgue
The unsuspecting victim of darkness in the valley
We can live like Jack and Sally if we want
Where you can always find me
We'll have Halloween on Christmas
And in the night we'll wish this never ends
We'll wish this never ends

Where are you and I'm so sorry
I cannot sleep I cannot dream tonight
I need somebody and always
This sick strange darkness
Comes creeping on so haunting every time
And as I stared I counted
Webs from all the spiders
Catching things and eating their insides
Like indecision to call you
and hear your voice of treason
Will you come home and stop this pain tonight
Stop this pain tonight

Don't waste your time on me you're already
The voice inside my head

I miss you, I miss you

Şu anda bu şarkı sözlerini kelimesi kelimesine hissediyor olduğumu söylememe gerek yok herhalde.

you make me lose my buttons, oh yeah you make me spit, i don't like my clothes anymore

Bu akşam fena nostaljik bir ruh halindeyim. Biraz da depresif, önceki post'umda bahsettiğim insanın aklıma gelmesi yüzünden.

Interpol-The Specialist uzun zamandır dinlemediğim bir şarkı olarak aklıma geldi dün. İlk kez 17 yaşındayken dinlemiştim, üniversiteye ilk başladığımda Yeditepe'nin yurdunda kaldığım o dönemi hatırlatır bana hep o yüzden. Şarkıyı bilgisayarımın My Received Files kısmında bulmuş ve bana Doruk'un yolladığını sanmıştım, ama daha sonra ona şarkıdan bahsettiğimde bilmediğini söylemişti. Hala bilmiyorum kim bana yolladı bu şarkıyı.




All I want is to be the very best for you
All I want is to do the very best by you

Circle around me now baby it’ll be ok
Cause we all go downtown sometimes
Somehow baby we’ll beat this mess
It’s the time fuck the surface to meet the specialist

Time away from me will get you down
I love the way you put me in the big house

If I get there early will it be the right time?
Our heaven is just waiting
So put your hand into mine
If I get too surly will you take that in stride?
Our boat is just there waiting
So put your little hand in mine

If you're frustrated then go

Bu cümleyi çok seviyorum: If you're frustrated, then go.

PS. İzmir'de deprem olmuş şimdi. Korkutucu.