Thursday, 16 August 2012

chariots of fire

Çok uzun zamandır yokum, farkındayım.

En son yazdığımdan beri bir sürü şey oldu, ama öyle bir "Gerçek hayattan olabildiğince uzun süre kaçmak istiyorum" modundaydım ki, gelişmeleri bildirme isteği bulamadım içimde. Bu 3 hafta boyunca yapmam gereken her şeyi ya tamamen geçiştirdim ya da geciktirdim, sorumluluklarımın çoğunu görmezden geldim. Aynı şekilde arkadaşlarımı da. Facebook mesajlarına ya da email'lere bazen okuduktan günler sonra cevap verme huyu olan biri olduğumu biliyor olabilirsiniz, ama bu dönem boyunca mesajlara cevap vermeme sürem "Yarın cevaplarım" diye diye neredeyse bir aya ulaştı. Mesaj attıysanız ve hala cevap vermediysem nedeni bu içimdeki daralma hissidir, çok özür diliyorum.

En son yazdığımdan beri neler oldu?

Ayrılmamıza rağmen D ile her gün konuşmaya devam ettik. İlk birkaç gün tamamen didişme/birbirini suçlama modunda geçtikten sonra ayrılmanın D için sandığım kadar kolay olmadığını, evini ve ailesini bırakıp kafa dinlemeye Manchester'daki bir arkadaşına gittiğini öğrendim. Onun da "aşk acısı" çektiğini bilmenin verdiği memnuniyetle nasıl olduysa verdiğimiz arkadaş kalma kararı, birbirimiz olmadan yapamadığımız kararına dönüştü. D'nin en kısa zamanda çocuğunun velayet durumunu halletmesine, kendisine bir ev bulmasına ve şu anki durum ne kadar boktan olsa da bunu atlatabileceğimize karar verdik. Eskisi kadar görüşemiyoruz, ama (eğer öyle bir şey mümkünse) kendimi eskisinden çok daha fazla aşık hissediyorum.

D'nin birlikte yaşadığı kız arkadaş (T) fena halde depresyonda. Hani intihar edebileceği gerekçesiyle hastaneye kapatılmasına ramak kalmış derecede bir depresyon. Birkaç haftadır D'ye bakıyorduk, ama T'nin iyice çıldırması ve D'nin çocuğu böyle dengesiz bir haldeyken T'ye emanet etmek istememesi nedeniyle ev işini bir süre ertelemeye karar verdik. Bugün T'nin psikiyatristiyle randevuları var, T'ye hastaneye yatma ya da   benzeri yoğun bir psikiyatrik yardım türü nasıl bir çözüm bulunabileceğini konuşacaklar. D ve T dün mahkemeye gidip velayet işi için gereken belgeleri teslim ettiler. T'nin de gerekli psikiyatrik desteği en kısa zamanda bulacağını ve ben Türkiye'den dönene kadar (1 ay var) bu işin hallolmuş olacağını umuyorum.

Biz tam barışma modundayken Olimpiyatlar başladı ve tüm mutsuzluğumu alıp götürdü. Canlı canlı iki voleybol maçı ve erkekler maratonunu izleme şansı elde ettim. 16 gün boyunca tüm hayatım Olimpiyatlar çevresinde döndü, abartısız her gün sabahtan akşama BBC'nin sitesinden Olimpiyatlar'ı izledim. Yüzme olduğu günler akşam finalleri kaçırmayayım diye arkadaşlarımı ektiğim bile oldu.

Olimpiyat yapılan bir şehirde yaşamak gerçekten bir başka oluyormuş. Londra Olimpiyatlar'da ne kadar güzeldi, hayat ne kadar dolu doluydu anlatamam. Her yer atlet ve turist kaynıyordu. Her evden çıkışımda mutlaka birkaç atlete denk geliyordum. Televizyonlar, gazeteler, her yer Olimpiyat doluydu. Olimpiyatlar'ı yayınlamayan bir pub'a ya da Olimpiyatlar'dan bahsedilmeyen bir sohbete denk gelmek imkansız gibiydi. Çoğu restoran/pub/dükkan Olimpiyat promosyonları yapıyor, hediyeler dağıtıyordu. Şehrin dört bir köşesine büyük ekranlar kurulmuştu. Hyde Park'ta 16 gün boyunca her gün bir sürü ekrandan o anda gerçekleşmekte olan tüm karşılaşmalar/etkinlikler izlenebiliyordu, ardından da bedavaya dünyaca ünlü grupları (Feeder, The Enemy, The View, Temper Trap, Noisettes vs) canlı izleyebiliyordunuz. Belli başlı sinemalar birer salonlarını Olimpiyatlar'a ayırmıştı, yine bedava her şey büyük ekranda izlenebiliyordu. Her gün bir sürü bedava konser, tiyatro, sergi, gösteri vs vardı. Şehrin turistik yerlerine dev Olimpiyat maskotları yerleştirilmiş, ünlü binaların önüne Olimpiyat halkaları dikilmişti. Maraton, bisiklet yarışı gibi şehir merkezinden geçen etkinlikler bedava izlenebiliyordu. Tüm şehre inanılmaz bir dostluk ve beraberlik havası hakimdi. Pub'da arkadaşınızla oturmuş içki içiyor ve Olimpiyat izliyorsunuz, bir bakıyorsunuz işten çıkmış takım elbiseli insanlarla dolu pub'daki herkes ayaklanmış, rekor kırıldı diye mutluluk çığlıkları atıyor. Öyle bir ortamdı. Hayatımın en güzel 16 günü ve kesinlikle benzersiz bir deneyimdi. Hayatta yapılacaklar listenize ne yapıp edip Olimpiyatlar'ın düzenlendiği bir şehirde bir ay falan yaşamayı ekleyin.

Bitti diye içimde nasıl bir boşluk var, anlatamam.