Friday 27 January 2012

i cannot compete with you, jolene

Bazı kelimeler var ki, onları duyduğum zaman kullanan kişi gözümde puan kaybediyor. Yüzeysel olmaktan nefret ediyorum, ama maalesef öyle. Bu kelimeleri kullanan insanların ideal insan modelime uymaları kesinlikle mümkün değil. Kelimelerim de zamanla değişiyor.

Şu anda özellikle sinir olduğum kelimeler ve deyişler:

- "Falan" yerine "felan"
- "Atar yapmak", "atarlı"
- "Falan filan" anlamında "kem küm"
- "Geyik yapmak"
- İnci Sözlük konseptli, kadını/eşcinselleri vs. aşağılayan tüm ifadeler (başta içinde "orospu" ve "ibne" kelimeleri geçen laflar ve "amk" olarak kısaltılan, tekrarlaması bile midemi kaldıran ifade olmak üzere)
- "Sosyete" yerine "cemiyet"
- "Eşi" yerine "karısı" ve hatta "hanımı"
- "Kadın" yerine "bayan", "hanım"
- "Şarj" yerine "şarz"
- "Mütemadiyen" ve benzeri kelimelerin genç nesil tarafından kültürlüyüm havası vermek için kullanılması
- "Laik" derken a'yı uzatmak
- "Eyvallah", "bilader", "hacı", "hoca" ve türevleri
- "Çok şükür", "Allah kısmet ederse" gibi dini ifadeler
- Genel olarak bozuk Türkçe

Üzgünüm, ama kendime engel olamıyorum.



Tuesday 24 January 2012

kitsch object

Vizem sonunda çıktı. 15 gün sonra falan Londra'ya dönmek üzere uçak biletimi aldım. Londra'da ev arkadaşı arayan ve Zone 1 içinde yaşayan birini tanıyorsanız, çok sevinebilirim.

Çok mutluyum, vizemde bir sorun çıkmadığı için ve Londra'ya, oradaki sosyal hayatıma kavuşacağım için çok seviniyorum. Justice ve Marina and the Diamonds konserine yetişeceğim için de. Ama ev arama, bulunca oraya taşınma ve genel olarak o evi çekip çevirme düşüncesi beni strese sokuyor. Kedimi, ailemi, her şeyin armut-piş-ağzıma-düş modunda olduğu güzelim evimi bırakıp gideceğim için bir an kendime "Salak mıyım ya ben" sorusunu soruyorum.

Şu anda kafam o kadar dolu ve düşüncelerim o kadar hızlı bir şekilde oradan oraya atlıyor ki, daha fazla yazamayacağım.

Monday 23 January 2012

patience comes to the ugly, not me

Vizeye başvuralı daha 4 iş günü olmasına rağmen başvurumla ilgili kararı bugün vermişler. Elçiliğin sitesinde benim başvurduğum vize tipi hakkında verilen kararlar için 5-10 iş günü arası görünüyordu, o yüzden hiç beklemiyordum bu kadar erken. Laf olsun diye başvurumu takip edeyim dedim, bir de baktım ki "Kuryeye verildi" yazıyor. Bu kadar erken karar vermiş olmaları beni paranoyalara sürükledi. Yarını bekleyemeyeceğim ve gözüme bütün gece uyku girmeyecek gibi geliyor. O gelen zarfı nasıl açacağım, sonuca nasıl bakacağım merak ediyorum. Sanırım şu ana kadar hayatımın tüm önemli zarflarını açtığı gibi bunu da annem açacak, benim düşündükçe bile içim gidiyor çünkü.

Fena halde sabırsızlanıyorum. Kötü ihtimalleri düşünmek bile istemiyorum şu aşamada.

**

Ekim sonu Paris'te yapılacak olan Xena convention'ına biletimi aldım. Açıklanan ilk konuk Joxer. İki isim daha açıklanacakmış. Lucy'nin geleceğini pek sanmamakla beraber, obsesyon derecesinde sevdiğim Xena'nın son zamanlarına katılacak olmaya değer.

**

Sonunda bugün Zenne'yi izledim. Salon gayet doluydu ve saçma sapan davranan izleyiciler yoktu. Zaman zaman biraz sıkılmama rağmen sevdim. Zenne karakterine bayıldım. Pek çok kez ağladım. Tavsiye ederim.


the 'gay lifestyle'

Boş vakitlerimde deli gibi hikaye okuyorum son 4-5 yıldır. Her gün mutlaka biraz okumam gerek, yoksa daralıyorum. Gerçek hayattan uzaklaşmak, mutlu sonlarla dolu dünyalara adım atmak bana acayip bir zevk veriyor. Hiç evden çıkmadığım günlerde 2 kitap bitirdiğim oluyor (fiction okuduğumu da ekleyelim, yanlış anlaşılmasın. Akademik yazına gelince okuma hızım maalesef yüzde ona falan iniyor).

Çocukluğumda önüme gelen her şeyi okurdum. Asla tür ayırmazdım kitaplar konusunda. Ama son zamanlarda beynimin ADD tarafından ele geçirilmesi yüzünden sadece aşırı derecede ilgimi çeken konulara sahip kitaplara uzun süre konsantre olabiliyorum. Bunlar da ya tarih/seyahatle ilgili non-fiction türü kitaplar, ya da sonsuza-kadar-mutlu-yaşadılar temalı romcom'lar oluyor genelde. İkinci kategoride de asla ve asla heteroseksüel insanları konu alan kitapları okumuyorum. Ama sınırlarım orada da bitmiyor. Hangi yazarların erkek oldukları halde kadın takma adı kullandıklarını tabii ki bilemem. Ama asla bir erkeğin elinden çıkmış bir lezbiyen aşk hikayesi okumam. Hatta hetero kadınların yazdıklarını da okumamaya çalışıyorum. Erkeklerin ya da straight kadınların iki (ya da daha fazla) kadının aşkını anlatması ağzımda cinsel yönelimimi fantezi unsuru haline getirip kirletiyorlarmış gibi bir tat bırakıyor. Ayrıca insanın hiç yaşamadığı bir şeyi ancak tek bir boyutuyla anlayabileceğini düşünüyorum.

Ama bu öykü yazan gay kadınların da zaman zaman aynı tek boyut hastalığına yakalanmasını önlemiyor. Özellikle belli bir yaşın üzerindeki (45 ve üstü diyelim) Amerikalı yazarlarda eşcinselliği bir "yaşam tarzı" olarak niteleme problemi var. "X'in ailesi lifestyle'ını kabullenmiyordu" falan filan. Ya da eşcinsellik için "alternative lifestyle" demek mesela. O lifestyle kelimesini ne zaman böyle bir anlamda kullanılırken görsem, gerçekten yüzüm ekşiyor. Yaşam tarzı, sonradan edinilen, insan yaşamı boyunca bilmem kaç kere değişebilen ve çoğunlukla insanın bilinçli olarak oluşturduğu, seçtiği ve benimsediği bir şeydir. Eşcinsellik sonradan edinilen, büyük oranda bilinçli olarak seçilen ve insanın gömlek değiştirir gibi çıkarıp yenisini giyebileceği bir şey, ya da kısacası bir yaşam tarzı değildir. Ya da "alternatif" kelimesinin ima ettiği gibi "Heteroseksüellik bana uymadı, bari eşcinselliği deneyeyim" denilen bir seçenek değildir. "Benim eşcinsel bir yaşam tarzım vardı, ama artık bu yaşam tarzını bırakıp karşı cinsle birlikte oluyorum, yani artık eşcinsel değilim" gibi idiotik bir zihniyeti ima ediyor bu kelime grubu. Dolayısıyla öykülerinde bu tür ifadeleri kullanan eşcinsel yazarların içten içte homofobik olduklarını ve kendi cinsel yönelimlerini kabullenemediklerini, kendilerini heteroseksüellerden aşağıda gördüklerini düşünüyorum. Sanki eşcinsel oldukları için özür dileme ihtiyacı duyuyorlar gibi.

Bunu da belirttikten sonra şimdi o kelimeyi gördükten sonra yarıda bıraktığım hikayemi okumaya devam edeceğim.

Sunday 22 January 2012

en apesanteur

Dün gece 10'da dışarı çıktığım halde geceyarısı eve dönmeye karar vererek eve erken dönme dönemimin rekoruna imza attım. Birlikte çıktığım arkadaşlarım artık "Yeter lan" deyip beni tokatlayacak hale geldiler eminim. Ama gerçekten elimde değil. Yüzlerce insanın göt kadar yerlere tıkıştığı, fosur fosur sigara içtiği, gereksiz gereksiz muhabbetler yaptığı, insanlara "cool kid'liğini" gösterme amaçlı gece gezmeleri gerçekten çok sıktı beni artık.

Dün de böyle bir mekandaydım. Annemin "Eski kilona dönersen sana 10 bin TL vereceğim" sözünden sonra Herbalife'a yeniden başlamam nedeniyle bütün gün yemek yememiş ve sadece shake içmiştim. Dolayısıyla imza günü olan bir tanıdığımızı kutlamak için yediğimiz yemek, haftalardır neredeyse tamamen sıvıyla beslenen mideme fena halde ağır geldi. Bunun üzerine bir de yemekte içilen şarap ve sonra gittiğim mekanda içtiğim cin eklenince daha fazla içemeyeceğimi, içersem de geceyi tuvalette sonlandıracağımı anladım. Mekanda yer olmadığından barda bir sandalyede oturuyordum, dibime girme derecesinde yakınımda olan ve deli gibi sigara içen, barmenlere sesini duyurup içki almaya çalışan, bağıra çağıra konuşan bir sürü insan vardı. Birden bayılmak üzere gibi hissetmeye başladım kendimi, o kadar çok insanın varlığı nasıl üstüme üstüme gelmeye başladı; kalkıp kalabalıktan uzak bir yerde hava almayı ya da sessiz, sakin bir yerde olabilmeyi ne kadar istedim anlatamam. Tam "Keşke buradan çıkabilseydim, ama gitmeye kalkarsam arkadaşım ağzıma sıçacak" diye düşündüğüm anda arkadaşım yüzüme baktı ve "Sen yine gitmek istiyorsun, değil mi" dedi. "Evet" dedim. Her çıktığımızda erken döner hale geldiğim için bana kızdı. Evden çıkarken kendimi "Bu gece eğleneceğim, erken dönmeyeceğim" diye milyon kere şartlasam da bu ruh haline engel olamadığımı ve böyle hissetmeye başlayınca o mekanı terk etmezsem fiziksel olarak kötüleştiğimi, bayılacak gibi olduğumu ona anlatamadım.

İngiltere'de o kadar yakın arkadaşlarım olmadığı için böyle durumlarda telefonla konuşmaya gider gibi dışarı çıkıp eve gittiğimi, biri sonradan "Nereye kayboldun" derse diye acil bir durumu haber aldığım bahanesini hazırladığımı, ancak şu ana kadar kimsenin bana o soruyu soracak kadar yokluğumu önemsemediğimi hatırladım. Bir yandan "Keşke şimdi de kimseye bir açıklama yapmadan çıkıp gidebilsem" diye düşündüm, bir yandan da önemsenmek beni mutlu etti.

**

Ekim'in son haftası Paris'te Xena Con var. Gelecek olan ilk konuk yarın açıklanacak ve biletler ondan hemen sonra satışa çıkacak. Konuk olarak Lucy Lawless açıklanırsa paraya kıyıp 300 euroya VIP bilet almayı planlıyorum. VIP bilete konuklar ile özel akşam yemeği falan dahilmiş.

Nolur Lucy gelsin.