Saturday, 2 April 2011

are you having a laugh

Dün okulda İngiliz politikacı David Willetts'in feminizmin işçi sınıfı erkeklerin iş bulamamasına neden olduğu türü bir laf ettiğini duydum sınıf arkadaşımdan, ikimiz de "Yok artık, 1 Nisan şakası bu herhalde" diye düşündük ilk önce. Ders arasında Google'ladıktan sonra öğrendik ki şaka değilmiş, gerçekten dünyada bu kadar idiot insanlar varmış.

Söz konusu insan demiş ki, toplumsal hareketliliğin önündeki en büyük engel feminizmmiş. Çünkü feminizm olmasa "ev hanımı" olacak olan kadınlar üniversitelerdeki kontenjanları ve iyi para kazandıran işleri kaparak azim sahibi işçi sınıfı erkeklere yer kalmamasına sebep oluyorlarmış.

Bunun üzerine arkadaşımın "deli Katolik" olarak tanımladığı gazeteci Cristina Odone ise şöyle bir yorum getirmiş: Willetts feministlerin işçi sınıfı erkeklerin bu bahtsız duruma düşmesine sebep olduğunu söylemekte haklı, ama bunu işlerini ellerinden alarak yapmıyorlar. Bugünkü baskın feminizm anlayışına sahip olan feministler bütün erkeklerin harcanabilir olduğuna inanıp onların ayağını kaydırmaya çalışıyorlar. Willetts'in bu cesaretini takdir ediyorum, çünkü bu feministler korkutucu insanlar. Eleştiriyi kabullenemeyen bir şey haline geldi feminizm. Oysa benim feminizmim rekabeti değil, işbirliğini teşvik ediyor.

Böyle beyinsizce lafları kendini feminist olarak tanımlayan bir kadından duymak bence ne dediğini bilmeyen adamın tekinden duymaktan çok daha içler acısı bir durum.

Dünden beri kadın erkek kiminle konuştuysam herkes bu laflara sinir olmuş durumda.

for fuck's sake

Üyesi olduğum forumlardan birinde "Poly ve mono arasında geçiş yapabiliyor musunuz" türü bir başlık vardı. Poly olduğumu ve hiç bir zaman tam anlamıyla tek eşli bir ilişki yaşamamış olduğumu; çok aşık olursam tek bir insanla birlikte olabileceğimi ama ilgimi uzun süre üzerinde tutabilecek biriyle tanışmaya pek ihtimal vermediğimi yazdım.

Birisi bana "Senin gibi ilişkilerin güllük gülistanlık olmasını bekleyen, bir sorun çıkınca hemen kaçıp gidenler yüzünden bugün ilişkiler bu durumda; sevgilin kötü bir ruh halinde olsa ve seni sinir etse hemen 'artık ilgimi çekmiyorsun' diye ayrılacak mısın?" diye cevap attı.

Ona mono ya da poly olsun tüm ilişkilerin kötü süreçlerden geçebileceğinin farkında olduğumu ve ilişki kötü gidiyor diye asla arkamı dönüp gitmeyeceğimi, "ilgimi üzerinde tutmak" derken kastettiğimin birlikteyken gözümün dışarı kaymayacağı biri olduğunu söyledim. Ne zaman tek eşli bir ilişkide olsam istisnasız her seferinde gözüm başkalarına kayıyor maksimum 1-2 ay içinde, ilişki ne kadar süper ve mutlu gidiyor olursa olsun. Kendimi kapana kısılmış hissetmeye başlıyorum. Bundan sonra sadece tek bir insanla birlikte olabilmem için fena halde aşık olmam gerek diye düşünmemin nedeni bir insana o derece aşık olursam gözümün dışarı kaymayacağına inanıyor olmam. Kendimi deliler gibi aşık ve çok eşli bir ilişki içinde göremiyorum; o kadar aşıksam başkalarına zaten ilgi duymam diye düşünüyorum.

Neyse, ben bunları söyledikten sonra başka biri daha cevap attı. "Bu dediklerin çok incelik yoksunu ve aptalca" şeklinde. Neymiş, o aynı anda poly ve aşık olabilirmiş; poly olmak onun için kendisiyle ilgili bir şeymiş, başkalarıyla değil; o yüzden yeni biri hayatına girdi ve ona "çok aşık" oldu diye değişecek bir şey değilmiş.

Herkesin benimle aynı düşüncelere sahip olması gerekmediğinin tabii ki farkındayım, ama herkeste aynı farkındalık mevcut değil, görünen o ki.

Birinin düşünceleri hoşuna gitmiyor diye onun dediklerine "aptalca" deme hakkı var mı insanların?

Başkalarını kırıcı bir şey diyor olsam, evet. Birilerine karşı nefret içeren ya da onları küçümseyen bir şey diyor olsam, evet. Saçma sapan genellemeler ya da sosyal tespitler yapıyor olsam, evet. Başkalarını kapsayan varsayımlarda bulunsam ya da teoriler üretsem, evet. Mesela "Poly olmak en iyisidir" türü bir yargıda ya da "Poly ilişki içinde olanlar aşık değildir" türü bir genellemede bulunuyor olsam birilerinin cevap verme hakkı doğar.

(Tam olarak anlatabiliyor muyum emin değilim, anlatabiliyor muyum biri yorum yoluyla belirtsin lütfen. Zaten bu aralar o kadar yorumsuzum ki kendi kendime konuşuyormuşum gibi hissediyorum.)

Ama alt tarafı "Bu konudaki tecrübeleriniz/düşünceleriniz nelerdir" türü bir soruya cevap olarak kendi tecrübelerimi yazmışım yahu (bu kelimeden nefret ederim ama cuk oturdu).

Benim o konu ile ilgili düşünce, his ve tecrübelerim onlar. Ne başkasıyla ilgili bir şey diyorum, ne birilerine laf ediyorum, ne de en ufak bir genelleme yapıyorum. Yazdıklarımda başkalarına dair en ufak bir bahis yok. Hepsi tamamen kişisel deneyimlerim ve bu deneyimler sonucu kafamda oluşan izlenimler.

Bunun nesi aptalca?

Hoşuna gitmeyebilir, saçma bulabilirsin; "Ben bunu asla yapamazdım", "Nasıl böyle bir şey düşünebilirsin" diyebilirsin. Aynı anda poly ve aşık olamayacağıma inanmam senin neden bu kadar sinirini bozuyor ki seninle en ufak alakası olmayan, tamamen kişisel bir şeye "aptalca" deme hakkını kendinde görüyorsun?

Bunu yapan da 45 yaşında bir kadın üstelik. Literally, annem yaşında.

İnsanlar bir ilginç diyorum inanmıyorsunuz.

Friday, 1 April 2011

the queer x show

London Lesbian and Gay Film Festival dün başladı. Bu akşam pro-sex feminism'e ayrılmıştı, arka arkaya Mutantes (Punk Porn Feminism) ve Too Much Pussy: Feminist Sluts in the Queer X Show gösterildi.

Mutantes heteronormatifin dışında kalan, tamamen queer pornolarda oynayanları tanıtması açısından süperdi. Lynnee Breedlove sahneleri süperdi özellikle, herkes gülmekten öldü sanırım. Breedlove'ı 2 yıl önce falan Bar Wotever için Londra'ya geldiğinde izleme şansı bulmuştum, ilgi çekici biri kesinlikle. Cinsellik ve cinsiyet teorileriyle, feminizmle ve queer aktivizmle ilgilenen herkese bu filmi tavsiye ederim (ama malesef nette çok aradım ve bulamadım, bulursanız bana haber verin).

Mutantes'in ardından Too Much Pussy'nin yönetmeni filmden bahsedip birkaç soru cevapladı, daha sonra film gösterildi. Pro-sex feminism'e şüpheci yaklaşan bir insan olmama rağmen hayatımda hiç bu kadar ilham verici bir film izlememiştim. Eğer filmdeki kadınlar kadar süper bir vücuda sahip olsaydım, her fırsatta açıp gösterirdim kesinlikle. Filmi izledikten sonra "Pornoda oynamak, sahnede izleyiciler önünde seks yapmak, sokaklarda soyunup gezmek kadını güçlendiren feminist eylemlerdir" argümanına hak verebiliyor insan; ancak filmde kadınların önünde soyunduğu/seks yaptığı izleyici kitlesi 10 farklı mekanın 9'unda sadece kadınlardan oluşmaktaydı. İşin sokakta soyunma kısmını çıkarırsak "erkeğin bakışının hedefi olmak" şeyi tamamen ortadan kalkmıştı, ve sanırım bu "yaptıklarımız kadını aşağılamak yerine güçlendiriyor" bakış açısına sahip olmayı daha kolay hale getiriyordur. Ama dediğim gibi, baştan aşağı sadece kadın cinselliğini konu alan, onu tabu olmaktan çıkaran inanılmaz ilham verici bir filmdi. Mutantes'i izlemeseniz olur, ama feminizmle ilgilenen herkes kesinlikle bu filmi izlemeli.




Goddess, grant me the serenity to accept the sex I cannot have,
Courage to have the sex I'm afraid to have,
And wisdom to know the difference.

Tez konuma çok yakıştı bu filmler, ikisini de (özellikle Too Much Pussy'i) bulmak istiyorum nette ama hiç bir yerde bulamadım. Bulabilen varsa çok mutlu olurum.

Thursday, 31 March 2011

naked but safe and lifelessly yours

Ülkem dyke kültüründeki aktif-pasif muhabbetine sinir oluyorum. Fena halde, kendine o tür etiketler yapıştıran insanları 500 metreden yakınımda istemeyecek kadar sinir oluyorum.

Bu tür bir muhabbeti hayatımda sadece Türkiye'de gördüm. Avrupa'nın ya da Amerika'nın hiç bir yerinde böyle bir şey yok.

İnsanlar anladığım kadarıyla "Kadınsı görünüyorsa pasif, butch görünüyorsa aktif" moduyla yaklaşıyorlar bu konuya. Sonra ortaya maço erkekler gibi takılan "aktif"ler; sekste ve hayatta her şeyin karşılıklı olması gerektiğinden bihaber pillow princess "pasif"ler çıkıyor.

Bana göre aktif/pasif olmak sadece yatakta ya da hayatın her alanında dominant/submissive olmaktır. Ve BDSM'le alakalı bir kavramdır, vanilla (BDSM'le alakası olmayan) ilişkilerde bu tür partnerler arasındaki "güç" farkına dayanan bir dinamik olmayabilir. Bir de aktif/pasif olmanın insanın tipiyle falan alakası yoktur, butch ya da femme olmakla ya da bunlardan farklı bir şey olmakla alakası yoktur. Birisi son derece dominant ve "feminen" olduğu kadar, gayet butch ve submissive de olabilir.

Sekste kendine dokundurmamak "Aman tanrım çok aktifsin" olma belirtisi değil, stone butch olma belirtisidir.

Sekste "Sen bana zevk ver ama ben sana dokunmam" mantığında olmak "Aman tanrım çok pasifsin" olma belirtisi değil, ya tokatlanası derecede bencil ya da heteroluktan çitin diğer tarafına geçici bir süreliğine atlayan bir pillow princess olma belirtisidir.

Ayrıca kendinizi aktif ya da pasif olarak tanımlamak da benimle asla o aktifliğinizi ya da pasifliğinizi uygulama şansınızın olmayacağının belirtisidir. Having said that, kendinizi dom/top ya da sub/bottom olarak tanımlıyorsanız fotoğraflarınızı bana email atabilirsiniz.

Şu aktif/pasif kelimelerinden nefret ediyorum ya gerçekten. Cümle içinde kullanırken kendime sinir oldum.

PS. Bu arada IAMX'in çoğu şarkısında BDSM referansları var. Eskiden hiç fark etmemiştim çoğunu, şimdi yeni bir gözle dinleyince "Evet, bariz var" diyorum.

Tuesday, 29 March 2011

you bite, you bite to excite yourself.

Your Joy is my Low.

Bu şarkıyı ne zaman dinlesem aklıma seks geliyor. Bana her seferinde istisnasız bunu yapan 3-4 şarkıdan biri.

4 yıl önce falan (oha zaman ne çabuk geçiyor) o zamanlar Sosyomat'ta tanıştığım sarışın, Lizbon'da yaşayan Murat adlı biriyle de karşılıklı gece-dışarı-çıkma-öncesi-içkimizi (o şarap, ben vodka) içerken "Ne seksi şarkı değil mi" muhabbeti yaptığımızı hatırlıyorum.

Bu insanın nickini hatırlayamıyorum bir türlü, ortak arkadaşlarımızın Facebook ve last.fm listelerine baktım, bulamadım. Kafama takıldı. Sosyomat hesabını herkes kapatmış zaten, oradan da bulamam. Neyse.



Bu şarkı bende birilerini ısırma isteği uyandırıyor. Birini ısırdıktan sonra oluşan mor ısırık izlerine bakmak kadar zevkli az şey var hayatta.

get over it



Şu ana kadar karşıma çıkan tüm LGB hakları sloganları arasındaki favorim açık ara bu: Some people are gay. Get over it!

Stonewall internet sitesinde sloganın poster ve sticker'larını bedava olarak almak mümkün. Haftaya Türkiye'ye döneceğimden ve bu tür bedava yollanan şeylerin gelmesi genelde 1-2 haftayı bulduğundan boşuna sipariş vermek istemedim, ama Londra'ya döndüğümde kesinlikle bir dünya sticker alıp Türkiye'de karşıma çıkan her yere yapıştıracağım.

Geçen gün birisi bana neden okul bittikten sonra Türkiye'ye dönmek istemediğimi sordu. Türkiye'deki seksizm ve homofobinin benim için dayanılmaz boyutlarda olduğunu söyledim. "İngiltere'de homofobi hiç mi yok? Hem ülken için bir şeyler yapmayacak mısın, senin gibi insanlar değiştirmeye çalışmazsa bu toplum nasıl değişecek?" diye cevap verdi.

Öncelikle, İngiltere'de homofobi tabii ki var. Ama İngiltere'de eşcinsellere değil, homofobiklere "Iyy kafayı mı yedin sen" tepkisi veriliyor. Homofobikler azınlıktalar ve zaten toplumun geneli tarafından "ayıplanıyorlar". İngiltere'de bunlar çoğunlukla aşıldı, most people are "over it".

Türkiye'de homofobikler çoğunlukta ve ayıplanan eşcinseller ile onların temel haklarını destekleyenler.

İkinci olarak en ufak bir "ülkem için" kavramı yok kafamda. Üzerinde doğduğum toprak parçasının tarihin şu anında "Türkiye" olarak adlandırılıyor olması benim ne bu ülkeye, ne de tesadüfen benim gibi "sınırları" içinde doğmuş olan insanlara bir bağ hissetmem gerektiği anlamına gelmiyor. Bunu söylediğimde bahsettiğim insan "Ama toplumumuzun değerlerini reddediyorsun sen" falan filan dedi bana. Toplumun değerleri klitimin ucunda değil çok pardon ama. Benim kendi değerlerim var (her ne kadar biraz toplumdan etkilenmiş olsa da), varlığı sırf bir toprak parçasında doğmuş olmaktan kaynaklanan hayali bir toplumun değerlerine ihtiyacım yok. Benim Türk toplumu mensubu çoğu insanla değerlerim ve hayata bakışlarım en ufak bir yerinden uyuşmuyor, neden o insanla ortak bir "Türklük" paylaşayım ki o zaman? Zaten queer, kinky, poly, feminist ve daha kim bilir başka ne olarak Türk toplumunun değerlerine aykırı davranıyor sayılıyorum. Neden beni toplumun köşelerine iten bir değerler bütününü sahipleneyim ki? Bu bahsettiğim gayet eşcinsel olan kadının böyle "değerlerimiz" bilmemne modunda olması bana komik geldi o yüzden.

(Alakasız not: Milliyetçiliğe o kadar çok alerjim var ki, anlatamam. Milliyeti ne olursa olsun, biri "Ülkemle gurur duyuyorum" moduna geçtiği an benim için tüm çekiciliğini kaybediyor. Sadece arkadaş olarak bu konu açılmayacaksa tolere edebilirim, ama ötesi olarak hayır.)

Son olarak, benim bana baskı uygulayan, ayrımcılık yapan insanı eğitme gibi bir sorumluluğum yok. Bana baskı uygulamayı, ayrımcılık yapmayı bıraksın diye onun "daha iyi bir insan" olmasına yardım etme sorumluluğum yok. Herkes kendisini eğitmekle, daha iyi biri haline getirmekle sorumlu. Dolayısıyla, "Bu insanlar homofobik ama onların suçu değil, siz onlara doğrusunu anlatmadığınız için" gibi bir mantığı saçma buluyorum. Cahil olmaya devam etmeyi seçmek tamamen birinin kendi suçudur. Bu insanlara zaten ne öğretilmeye çalışılırsa çalışılsın, çok büyük ihtimalle kaale bile almazlar. Benim bunlarla uğraşacak sabrım yok. Onun yerine insanların mümkün olduğunca sık bir şekilde eşcinselliğin var olduğu ve bir yere gitmeyeceği gerçeğiyle yüz yüze getirilmesi ve bunun gözlerine sokulması gerektiğini savunuyorum.

O yüzden bu sticker'ları aklıma esen her yere yapıştıracağım Türkiye'de. Türk insanının da bunları "aşması" gerek çünkü.

what would xena do?



Hayallerimin kadını diyerek bile tanımlayamayacağım insan ötesi varlık Lucy Lawless'in doğumgünü bugün. Son 4 yılda boş zamanımın %95'ini Xena izleyerek, Xena'dan yola çıkan şeyler okuyarak ya da hayal dünyamda bir über-Xena ile tanıştığımı hayal ederek geçirdikten sonra eminim ki benim hayatta uzuuun boylu, koyu renk saçlı birisi dışında biriyle mutlu olmam mümkün değil. Mahvettin beni Lucy.



Monday, 28 March 2011

cupcakes, queers and marines



London Lesbian and Gay Film Festival başlıyor Perşembe günü. Festivalde gösterilecek filmlerden biri olan A Marine Story'i izledim bugün. Orduda kadın ve eşcinsel olmak oldukça güzel işlenmiş, biraz sert belki, ama beklenmedik derecede umut verici bir film. Tavsiye ederim.

Yukarıda filmin başrol oyuncularından birini görmektesiniz. 1.80 boyuyla ve güzelim saçlarıyla dikkatimi çeken bu güzel insan ağzını açtığı anda o derin, kalın sesiyle beni benden aldı. Öyle ki, klişe pick-up line'lar kullanan biri olsam derdim ki:

Are you a parking ticket? Cause you got FINE written all over you.

Ama demeyeceğim, tabii ki.

İşte bu seneki festival programım:

Sunday, 27 March 2011

the alternative

Dün Londra'da hükümetin kemer sıkma politikalarına karşı ülkenin her yerinden gelen yarım milyon insanın katıldığı bir protesto vardı. 800 otobüs dolusu insanın Londra'ya akın etmesine neden olan protesto 2003'teki Irak savaşı protestosundan beri yapılan en büyük protestoymuş ayrıca.

Tanıdığım çoğu insan dün protestodaydı (iki arkadaşım koltuk değneklerine falan aldırmadan gitti hatta). Ben ayağım fena durumda olduğundan ve zaten tezimi yetiştirme derdinde olduğumdan gidemedim. Gidenlerin söylediğine göre inanılmaz bir barış ve birlik içinde geçmiş yürüyüş; Oxford Street'te Topshop'u, HSBC'yi ve bir sürü diğer mağazayı, ve Ritz Hotel'i talan edenler yürüyüşle alakası olmayan azınlık bir grupmuş. Yakalanıp cezalandırılırlar zaten yakın zamanda. Geçen seferki öğrenci ayaklanmalarında olay çıkaranlar çok kısa bir süre sonra yakalanmıştı; İngiltere'de her sokakta 2482 tane mevcut olan CCTV kameraları, insanların çekip Youtube'a koyduğu videolar bilmemneler derken vandalism işine girenler anında yakalanıyor.















Dün iki insanla iki farklı konuda tartıştım. Gerçi taraflardan birinin bir kulağından gireni diğer kulağından çıkarmakta ve kendi düşüncesi dışında bir fikrin de hak verilebilir olduğuna inanmamakta ısrarlı olduğu bir duruma ne kadar "mantık çerçevesi içinde gerçekleşen bir fikir alışverişi" (yani "tartışma") denebilir bilmiyorum.

Sözlük'te trans bir kadının milletvekili aday adayı olmasıyla ilgili "Neden olmasın, mecliste bir sürü gizli eşcinsel vardır zaten, destekliyorum" türü entry giren biriyle tartıştım ilk olarak. "Pardon ama transseksüellikten eşcinselliğe nasıl geldiğini anlayamadım" dedim. "Transseksüeller de eşcinsel" dedi bana. Evet, gayet de bunu dedi. Ve anladığım kadarıyla kendisi de eşcinsel (bunu belirtiyorum çünkü hetero birinden bu kadar cahil bir şey duyduğuma inanabilirim ama eşcinseller de mi bu kadar dünyadan bihaber yaşıyor ya?). Gözlerime inanamadım.

Sözlükte çoğu insan bu bahsettiğim başlıkta transseksüellikten "cinsel yönelim" olarak bahsetmiş.

Transseksüellik cinsel yönelim falan değildir. Transseksüellik cinsiyet kimliğiyle ilgilidir, cinsellikle değil. Kadın, erkek, ikisi de, ya da hiç biri olmakla ilgilidir; heteroseksüel, biseksüel, homoseksüel vs. olmakla değil.

"Transseksüeller de eşcinsel" falan değildir ayrıca. Eşcinsel transseksüeller olduğu kadar, heteroseksüel olan da bir sürü transseksüel var. Bir sürü trans erkek arkadaşım var sadece kadınlarla birlikte olan. Onu geçtim, belki tanıyorsunuzdur, Bülent Ersoy diye birisi var son derece kadın olup erkeklerle birlikte olan. Sanıyorum kendisi heteroseksüel.

İkinci olarak Reglnet'te "Lezbiyenlerin neden gay erkek pornosu izlediğini anlayamıyorum" diyen biriyle tartıştım. Lezbiyenler neden bunu yapar? Çoğu gay erkek pornosu piyasadaki çoğu sözde lezbiyen pornosundan çok daha gerçekçidir. İki tane sahte tırnaklı, silikon göğüslü, solaryumlu sahte sarışını izleyeceğime son derece queer iki erkeği izlemeyi tercih ederim şahsen. Ama lezbiyen birisi kadın vücudundan etkileniyorsa kadın olmayan bir şeyi neden izlesinmiş. Dedim ki, lezbiyen olmak erkek vücudunu çekici bulmaya engel değildir, erkek vücudunu çekici bulmak onunla seks yapmak istendiği anlamına gelmez, gelse bile bu insanın lezbiyen kimliği taşımasına engel değildir.

Cevap: Erkeklerle seks yapan ya da yapmak isteyen birisi lezbiyen değildir bana göre.

Sen kimsin ki, lezbiyen polisi mi? Sana mı soracak insanlar "Ben kendime lezbiyen demek istiyorum, kriterlerine uyuyor muyum acaba, dememe izin veriyor musun" diye?

Bu tür lezbiyenler-asla-erkeklerle-birlikte-olmazlar mitleri çağa ayak uydurmuş zihinlerde ve toplumlarda çoktan aşıldı, klişe olmak istemem ama.

Kendini tamamen lezbiyen olarak tanımlayan, arada aklına esince tamamen cinsel isteğini doyurma amaçlı erkeklerle seks yapan o kadar çok insan biliyorum ki. Ve onlara gidip "Hayır, bence siz biseksüelsiniz" deme haddini kendimde kesinlikle görmüyorum. İnsan kendini nasıl istiyorsa öyle tanımlar, başka birinin aksini iddia etmek gibi bir hakkı yoktur.

İnsanlar hala cinselliğe bu kadar siyah-beyaz gözüyle bakıyorlar ya, çok sinirleniyorum. "Karşı cinsle birlikte oluyorsan heterosun, hemcinsinle birlikte oluyorsan eşcinselsin, ikisini de yapıyorsan biseksüelsin" gibi daracık bir mantığa tıkılı kalmış bazıları.

Daha önce bir kadınla birlikte olmamış bir kız arkadaşı olan lezbiyenlerin "Benim kız arkadaşım straight" türü muhabbetler yaptıklarına çok denk geliyorum. Arada sırada hemcinsiyle birlikte olan kadınlara heteroseksüel demeye devam etmekte bir sıkıntı görmüyor kimse. Neden aynı şeyi lezbiyenler yapınca hemen "Hayır, sen artık biseksüelsin" oluyor? Bu kadar mı korkuyoruz körü körüne bağlandığımız kimliğimizi sorgulamamıza yol açabilecek şeyler yapan insanlardan?

Çok dar düşünüyor insanlar, çok.

Böylelerine laf bile anlatmıyorum artık, dediğim gibi bir kulaktan girip diğerinden çıkıyor çünkü.