Saturday 23 October 2010

look what you do to me

Garip şeyler oluyor hayatta bazen. Tesadüf olamayacak kadar inanılmaz, nedensellikle açıklanamayan şeyler.

Jung'un senkronisite kavramından burada daha önce bahsettiğimi hatırlıyorum. Bilmeyenler için, yukarıdaki tür olaylar bu kavramın örnekleri oluyor.

Dün okula giderken iPod'umda seçtiğim şarkı bitti, alfabetik sırayla ardından gelen Yelle-A Cause des Garçons çalmaya başladı. İstanbul'daki parti kızı yıllarımdan beri (3 yıldır) dinlemediğim bir şarkıydı. Akşam gideceğim mekan olan First Out'ta kendimi o şarkıyı dinlerken hayal ettim bir ara nedense, ama sonra "Çalmaz ki burada bu şarkı" diye düşündüm.

Sonra o dönem çok dinlediğim şarkılara gitti kafam; "ne çok Destroy Everything You Touch, I'm So Excited falan dinlerdim" dedim kendi kendime, "ama çok yıllar öncesinde kaldı o şarkılar, bir mekanda duymamın imkanı yok".

Aynı günün akşamı First Out'da double Jack Daniels ve diyet kolamı yudumlarken birden A Cause des Garçons başladı. Hemen ardından Destroy Everything You Touch, 2-3 şarkı sonra da I'm So Excited.

Hayat ne garip, vapurlar falan..

Bu "tesadüf" deyip geçemediğim kadar garip olayı normalde o gece çalışmıyor olması gereken D'nin birden ortaya çıkıp yanıma gelmesinden hemen sonra gerçekleşmesi nedeniyle ilahi bir işaret olarak algıladığımdan bahsetmiyorum bile.

lip service

BBC'nin yeni dizisi Lip Service'e sarmış durumdayım bu aralar. Bilmeyenler için, The L Word'ün Glasgow versiyonu denebilir dizi için. BBC sitesinde izlenebiliyor (en azından İngiltere'den izlenebiliyor, Türkiye'yi bilmiyorum), 2 bölümü var şimdilik, kesinlikle tavsiye ederim. İskoç aksanı duyunca ?!?! diye kalan biri olarak gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki pek aksanlı konuşmuyorlar.




Eve internet sonunda bağlandı. Lisa'dan da eşyalarımı aldım. Dün tanıdığım ama muhabbetim olmayan bir sürü insanla konuştum, yeni insanlarla tanıştım; social butterfly olma konusunda emin adımlarla ilerliyorum.

Dün gece D'nin çalıştığı yerdeydik. Hala onu gördüğümde kalp atışlarım hızlanıyor ama o takıntı halini üzerimden atmış bulunuyorum tamamen. Onun çalıştığı yere gittiğimde ona takılıp kalıyordu gözlerim 2-3 haftadır, gayet mutlu bir şekilde fark ettim ki yeni potansiyelleri görebiliyorum artık.

Aynı barda çalışan arkadaşlarından biri beni bir ara bir şeyler içmeye çağırdı. İlginç.

Tuesday 19 October 2010

i'm not going down on my knees begging you to adore me

Okuldaki dersim ve aksam gidecegim Bar Wotever arasinda zaman gecirmek icin okulda kutuphanede takiliyorum. PC'ler dolu oldugundan kullanmakta oldugum Mac'e sinir oldum, ne gereksiz sey bu. Neyse.

Dun Nevralar'la D'nin calistigi yere gittik. Her zamankinden daha cok konustum onunla, ve anladim ki kendisi sadece asiri arkadas canlisi ve biraz da acayip bir insan; yani bana olan ilgisi tamamen ondan ibaret. Bilmiyorum, spesifik bir olay olmadi, hatta bana her zamankine kiyasla cok yakin ve sicak davrandi (sigara icmeye ciktigimda kosa kosa pesimden gelip bana sigaranin sagligima zararli oldugunu soyleyip sigara birakma kitabini gosterdi falan) ama ben tamamen arkadas bir vibe aldim ondan. Eger ilgileniyorsa da hayatimin su doneminde kafamin kaldirmayacayi kadar dengesiz ve garip davraniyor. Daha fazlasi yok. Olmayacak islerin olmasini umarak kendini sinir eden tipte bir insan olmadigimdan yeni ufuklara ve daha yesil cimlere yelken acmaya karar verdim kisacasi. Bu kararim dogrultusunda az sonra Londra'da bulup bulabileceginiz en queer mekan olan Wotever'a gidecegim bu aksam.

Sozluk'e baktigimda birisi Depeche Mode-Shake the Disease entry'min sarkiyi her dinlediginde aklina geldigine dair bir mesaj atmisti. Mutlu oldum. Soyle yazmisim yillar once:

depeche mode tarihinin en karanlık, en başka yerlerde hissettiren şarkısı. nakaratında başlayan çaresizlik hissi, martin l gore'un "understand me" deyişiyle doruğa ulaşır. insan o anda anlaşılmayı bırakın, duyulmayı bile başaramayacakmış, bütün cümleleri boşunaymış gibi hisseder. öncesinde ya da sonrasında dinlenebilecek başka bir dm şarkısı daha yoktur, tek başınadır her zaman bu şarkı.

Ne kadar hisli bir insanmisim eskiden ve ne kadar ozlemisim bu sarkiyi. Kapali Londra havasina, kalabaliklar arasinda yalniz gecirilecek bir Sali aksamina ve olen platonik askima gelsin.

I'm not going down on my knees begging you to adore me
Can't you see it's misery and torture for me

Here is a plea from my heart to you
Nobody knows me as well as you do
You know how hard it is for me to shake the disease
that takes hold of my tongue in situations like these

Understand me.