Friday 11 June 2010

you matter not

8 aydır başvuruma cevap vermeyerek beni sinir eden University of Sussex'ten MA Gender Studies bölümüne kabul geldi bugün sonunda. 2:1 istemişler koşul olarak, bu da eğer bir mucize eseri 2:1 ortalama tutturursam Goldsmiths ve Sussex arasında seçmem gerekeceği demek oluyor bu. Tutturamazsam da bunu Birkbeck'e gitmem gerektiğine dair bir işaret olarak kabul edeceğim.

Londra'da okusam bile acaba Brighton'da mı yaşasam diye düşünüyordum zaten (Sussex Brighton'a 8 km). Londra'yı Taksim gibi (daha düzenli, daha az karmaşık ve daha güvenli bir Taksim) düşünürsek, Brighton Alsancak gibi. Daha sakin, daha küçük, deniz kıyısında ve sayfiye yeri havasında, kitapçısından restaurantına kadar her yerin kapısında gökkuşağı çıkartmaları bulunan, elinizi sallasanız gay birine çarpacağınız, Londra'dan daha ucuz ve nedense pek bir sempati duyduğum bir şehir. Eğer ortalamam beklediğimden yüksek gelirse ve bu üçü arasında seçmem gerekirse ne yaparım bilmiyorum.

Artık beni tanımayan insanların hakkımdaki düşüncelerinin hiç kafamı meşgul etmediğini, sözlerinin üzerimden akıp gittiğini fark ettim. Geçenlerde Alternatip'te inci sözlük başlığına "abaza yuvası iğrenç yer" yazmam üzerinde birinin bana "çakma İngiliz asilzadesi, kompleksli ve kendi bir şey başaramadığı için inci sözlük'e saldıran insan" modu bir şeyler demesi ve çoğu insanın "aa süper laf koydu" demesi üzerine oldu bu.

-Bu edilen lafa konu dahilinde verilecek cevap bulamayınca karşındakinin kişiliğine saldırarak kendini tatmin etmek Türk insanında çok olan bir olay nedense.

-Bu bahsettiğim insanın inci sözlük'teki "Amk olm gideri yok bu orospunun" türü lafların bana kadınları aşağılayıcı olmadığını ısrarla iddia edip durmasından sonra cevap verme gereği duymadım. Bu bahsettiğim laflarla kendini ifade eden insanları, onları okuyup eğlenenleri ve dolayısıyla inci sözlük'ü ciddiye alınası bir yer olarak kabul etmem kesinlikle mümkün değil. O yüzden çocuğun yazdığı şeye oturup ciddi ciddi cevap vermemin bir şey değiştirmeyeceğini düşünerek cevap vermedim, buna da "süper laf koydu" tepkisi verdi insanlar.

-İşin komik yanı çocuğun bana "Ufuklarını genişletmeye çalışıyorum ben sadece" demiş olması. Lol gerçekten. O dediğim lafların sırf haksız olmamak için inatla kadınlara hakaret olmadığını iddia edecek kadar sabit fikirli bir insanın ufkumu genişletmesi imkansız, ufkum inci sözlük'teki aklı sikinde insan modellerine doğru genişlesin de istemem ayrıca.

-Her ne kadar herkes gibi benim de komplekslerim olsa da inci sözlük'teki insanlar gibi olmak isteyip olamadığımdan bok atıyor olmam gibi bir durum kesinlikle yok. O derece küçümsediğim, tiksindiğim bir zihniyete dahil olmak isteyip olamamam gibi bir şey olamaz yani. Ayrıca "asilzade"lik gibi olmasın ama, özellikle şu son 1-2 yıldır kendimi kesinlikle "bir şey başaramamış" bir insan olarak görmüyorum. İnsanın çaba gösterip hak ettiği şeyi başarması ve bundan gurur duyması ukalalık ya da asilzadelik değildir; ben çoğu insanın gösteremediği bir cesaretle 17 yaşımdan beri ailemden ayrı yaşayabildiğim için, kalkıp tek başıma kimseyi tanımadığım bir ülkeye taşınabildiğim için, bütün çocukluk ve ergenliğimi İngilizce'yle uğraşarak geçirip ana dili gibi kullanabilen biri haline gelebildiğim için, şiddetli bir depresyonun etkisinden tek başıma olduğum halde kurtulmayı başardığım için, üniversite yıllarıma denk gelen o depresyona ve dikkat eksikliği bozukluğuna rağmen 21 yaşında yüksek lisans sahibi bir insan olacağım için, hayatta her zaman kendi seçimlerini yapan ve en aykırı fikirlerini bile bas bas bağırarak açıklayan biri olduğum için kendimle gurur duyuyorum. Hiç bir başarısı olmadığı halde kendini herkesten üstün gören biri değilim. Gününü inci sözlük'te noktalama işareti yerine amk kullanarak geçiren birinin hakkımdaki fikirleri "kaale alınası eleştiriler" kategorimin uzağından bile geçemiyor bu yüzden.

-Bu olayın bana "Artık tanımadığım insanların sinirimi bozma çabaları kesinlikle işe yaramıyor" dedirten kısmı ise bunların hepsine kayıtsız kalışım, eskiden sinirimi bozacak bir olayken şu andaki tepkimin whatevsss oluşu oldu.

Thursday 10 June 2010

lgbt societies and italian bmts

Sıkıntıdan ne yapacağını şaşırmış bir insan olarak bu sonbaharda başlama ihtimalim olan Goldsmiths ve Birkbeck'in (ikisinden biri olacak, hangisi olacağı not ortalamam açıklanınca kesinleşecek) LGBT society'lerine bakmaya karar verdim. Goldsmiths'in LGBT grubu var, ama gayet şok edici bir şekilde Birkbeck'in olmadığını fark ettim az önce. Facebook'a bakayım dedim, Goldsmiths'in LGBT grubunda 276, Kent Uni'ninkinde 229 kişi var. Birkbeck grubundaki insan sayısı: 64. Oha denilesi gerçekten. Daha sonra okulun sitesine baktım, Londra'daki en iyi Gender and Sexuality programına (ki o bölümde okuyan insanların çoğunun bir tarafından queer olduğunu düşünüyorum) sahip olmakla övünen bir okulun nasıl resmi bir LGBT grubu olmaz? Nasıl Facebook'taki resmi olmayan grupta o kadar az insan olur? Bir de siteye University of London society'lerine üye olabilirsiniz yazmışlar (Birkbeck Uni of London'ın bir college'i olduğu için, hatta Goldsmiths de öyle). Ama işin daha da ilginç kısmı bünyesinde barındırdığı college'lerin bir kısmının ayrı ayrı LGBT society'leri olsa bile Uni of London'ın genel bir LGBT society'si yok. 19 okuldan oluşan, neredeyse 200.000 öğrencisi olan mega boyutlarda bir üniversitenin bir LGBT grubu olmaz mı ama? Çok üzücü bir durum gerçekten.

Kent'teki LGBT Society'nin buraya ilk taşındığımda gayet asosyal bir insan olarak bana ne kadar faydası olduğunu anlatamam. Okula ilk geldiğimde çekine çekine standlarına gidip tanışmıştım çoğuyla, okuldaki ilk arkadaşlarımın hepsi o klüptendi. Buradaki ilk yılımdaki LGBT Society çok güzeldi, partileri süperdi, iki haftada bir event organize ediyorlardı neredeyse. O seneki LGBT komitesi mezun olduktan sonra yerine geçenler malesef society'nin içine sıçtılar, hiç bir şeyin altından kalkamadılar, sene başındaki 1-2 parti dışında başka tek bir event bile organize edemediler (ki ilk komiteyi parti ortamlarından başka event pek organize etmedikleri için eleştirirdim). Fena halde kapalı, belirli insanların takıldığı bir ortam halini aldı bu sene LGBT Society. Hatta bu seneki başkan mail atmış herkese geçenlerde, "Bu seneki yönetimden çoğunuzun şikayetçi olduğunu biliyorum bu yüzden istifa ediyorum" diye. Bütün sene bekleyip okulun bitmesine 2 hafta kala istifa etmek de ayrı bir saçmalık tabii. Neyse, her ne kadar beceriksiz insanlar tarafından yerlerde süründürülse de LGBT Society'nin varlığı insana okuldaki diğer LGBT'lerin varlığını bilmek açısından bir güven duygusu veriyordu. Yüksek lisansta okula sadece haftada 2 gün 3'er saat falan uğrayacağımın farkındayım, ama yine de bu sene daha sosyal olmak istiyorum. Ve her ne kadar kimseyi gay diye otomatik olarak sevmesem de LGBT insanlarla daha çok ortak noktam ve dolayısıyla daha çok anlaşabilitem var. Bu yüzden kimseyi tanımadığım yeni bir okula başladığımda kendime yakın hissedeceğim insanlarla tanışabilme imkanımın ortadan kalkma ihtimali beni sinir ediyor.

Bunun Italian BMT ile alakası da bugün onun Subway'de Sub of the Day olması ve birazdan gidip alacak olmam.

Wednesday 9 June 2010

the real chart?


The L Word'deki Alice'in The Chart'ı gerçek hayata o kadar uygulanabilir ki, oeh dedirten şekillerde karşıma çıkıyor bazen. Az önce straight ve kendini bilmez dönemimi saymazsak ilk birlikte olduğum insanın (A) şu anda yazıyor olduğu kızın (B) ilk kız arkadaşının (C) benim ilk sevgilim olduğunu öğrendim mesela. It sure is a small world.


brother you look like the taj mahal

Beni heyecanlandırmayı başaran grup sayısı yılda 2-3'ü geçmiyor. Yeasayer'dan bu yana içimde ayağa fırlayıp zıplama isteği yaratan, "Bir an önce canlı izlemem lazım" dedirten bir şey dinlememiştim, Everything Everything karşıma çıkana kadar. Schoolin şarkılarına fena takmış bulunuyorum bu aralar. Hatta vokaller ve alışılmadıklığıyla bana Yeasayer'ı andırıyor o şarkı, sadece o şarkıları ama.

Eğer yeni bir şeyler arıyorsanız kesinlikle tavsiye ederim, albümleri bildiğim kadarıyla Ağustos'ta çıkacak ama Youtube'da şarkılarını bulabilirsiniz.

i'm 5 years ago and 3000 miles away

The L Word'de Dana'nın öldüğü sahneyi izlediğim andan beri ne zaman You Are My Sunshine duysam aklıma o sahne ve ölüm gelir. Eve kapanıp hayat bir dizi üzerinden yaşanıp dizideki karakterlerin mutlulukları, üzüntüleri kendininmiş gibi hissedildiğinde bu tür sahneler insanın fena halde sinirini bozuyor (pissing down modunda yağan yağmur da pek yardımcı olmuyor malesef). 1 haftadır yiyecek bir şeyler almak dışında evden çıkmıyorum, çünkü hayatım hiç The L Word'deki kadar ilginç olmuyor, bunu bildiğim için de "O zaman niye çıkayım ki, oturup dizi izlerim" diye düşünüyorum. Güzelim Haziran ayının yarısını evde güneş görmeden harcamak da sinir bozucu tabii aslında üzerinde düşününce. Belki akşam çıkarım.

Bu yağmurlu ve gri havada evden günlerce çıkmayıp The L Word izleme alışkanlığı bana İstanbul'da aynı şeyi yaptığım dönemi hatırlatıyor, o zamanki depresif, aşık ve özleyen (özlemek yetmiyor hatta, craving/longing diyelim) ruh halimi ucundan yakalar gibi oluyorum biraz. "And I'm 2 years ago and 1500 miles away" diyorum sonra.



Do I have time? A man of my calibre
Stood in the street like a sleepwalking teenager
No.
And I dealt with this years ago
I took a hammer to every memento
But image on image like beads on a rosary
Pulled through my head as the music takes hold
And the sickener hits; I can work till I break

But I love the bones of you
That I will never escape

And it's you, and it's May
And we're sleeping through the day
And I'm five years ago
And three thousand miles away

Tuesday 8 June 2010

lonestar

Sözlükte "herkes biseksüel olsa olabilecekler" başlığında aşağıdaki entry'i gördüm:

"insan, her durumda birbirini dışlamak için sebep bulabilen bir yaratık olduğu için bu kez de çiftler toplumdan dışlanmaya başlayacaktır.
"iki kişilik ilişki mi olur ulan! aşın bunları artık. hangi devirde yaşıyoruz?..." diyen yeni nesil namus bekçileri türeyecektir."

Biseksüelliğin "ikiden fazla kişilik ilişki" anlamına gelmediğini yazdığımda gelen cevap:

"biseksüellik "ikiden fazla kişilik ilişki" demek değildir ama heeerrrrrrkesin biseksüel olması demek, ikili ilişkilerin ve çekirdek aile kavramının sonunu getirecek bir ütopyadır.
örneğin; heteroseksüel erkekler, ilişkilerinde eşlerini ikinci bir erkekten sakınma eğiliminde olmalarına rağmen ikinci bir kadına itiraz etmezler. eşinin biseksüel olması, diğer kadınlarla birlikte olması* ama erkekler arasında sadece kendisi ile ilişki kurması için cinayet işleyebilecek heteroseksüel erkekler var. yok değil.

tekrar heeerrrrrrkesin biseksüel olması fikrine dönersek; sevişen bir çiftin her bir tarafı için de arzulanabilecek üçüncü bir kişi asla kapı dışarı edilmeyecektir. çoğunluğun heteroseksüel olduğu ve eşcinselleri dışladığı toplumda ikili ilişki normalken* heeerrrrrrkesin biseksüel olması durumunda grup seks normal olacaktır. ikili ilişki, mastürbasyonun bir level sonrası olarak anılacaktır. insanoğlu orgy yapmaktan başını kayşıyacak vakit bulamayacaktır."


Heteroseksüel erkekler eşlerinin kendilerini bir kadınla aldatmasına ses çıkarmazlar gibi bir şey olmadığını belirtelim. İki kadının fucking eylemini gerçekleştiremeyeceği düşünülüyor bazı hetero erkekler tarafından ve dolayısıyla eşlerinin kendilerini bir kadınla aldatmasının aldatmak sayılmayacağına dair garip bir inanç ortaya çıkıyor. Ama şöyle bir gerçek var ki, two women can fuck. Ayrıca aldatma aldatmadır, bir takım abaza bigot'lar dışında hiç bir hetero erkeğin eşine "Beni kadınlarla aldatabilirsin hayatım, sorun değil" diyeceğini sanmıyorum gerçek hayatta.

Ayrıca biseksüellerin kadınla birlikte olsa gözünün erkek arayacağına, erkekle birlikte olsa kadın arayacağına dair bir myth var. Bunun sonucunda biseksüellerin asla tek bir insanla tamamen tatmin olamayacağına, her zaman bir şeylerin eksik olacağına inanılıyor. Böyle bir şey yok. Biseksüellerin (biseksüelliği maymun iştahını örtme bahanesi olarak kullananlar ya da yapısında heteroseksüel ya da gay bir insandan farksız olarak aldatma alışkanlığı bulunduranlar dışında) herhangi bir zaman diliminde hemcinsleriyle birliktelerse eşcinsellerden, karşı cinse ait biriyle birliktelerse heteroseksüellerden bir farkı yoktur. Hatta çoğu heteroseksüel dönemlerinde hemcinsleri hakkında düşünmez bile (tanıdığım biseksüellerle olan muhabbetlerime göre), ve vice versa. Hetero ve eşcinsel dönemler arasında gidip gelirler gibi bir şey hani, aynı anda iki cinse birden ilgi duymak deneyimlerime göre porno filmlerde olan bir durum genelde. Biseksüeller heteroseksüellerle ve eşcinsellerle aynı derecede sadıktırlar, tek eşlidirler. Grup sekse yatkın falan değildirler. "Sevişen bir çiftin her bir tarafı için de arzulanabilecek üçüncü bir kişi asla kapı dışarı edilmeyecektir" gibi bir durum yoktur, biseksüeller her daim threesome hayalleri kurmazlar.

PS. Entryler silinmiş.

Monday 7 June 2010

l'chaim

Sözlükte "evliliği aşağılayan zamane kızları" başlığını gördüm şimdi. Her ne kadar tanım haline getirip oraya yazmaya üşenmiş olsam da evlilik hakkında çok doluyum aslında.

Sex and the City'nin dizi halini seviyor olsam da ilk film beni fena halde sıkmıştı. İkincisine en ufak bir gitme isteği bile duymadım. İnsanlardan duyduğuma göre ırkçı yorumlar içeren, tamamen "olaysız", laf olsun diye yapılmış bir filmmiş. "Aidan geldi ama" dedi birisi, sordum "Big'le ayrılıp Aidan'a mı döndü Carrie", "Hayır" dediler, "Aman o zaman izlemem" dedim. Son derece post-feminist bir text olan Sex and the City'deki kafayı tüketicilikle (üstelik de designer ayakkabılar arasında en bir boka benzemeyenler olan Manololar'la) bozmuş olan cinsel özgürlüğünü gerçek özgürlük, cinsel gücünü gerçek güç sanan kadın modeli beni tiksindiriyor (bilmeyenler için: post-feminizm karşıtıyım). "Hayatınızın erkeğini aradığınız sürece önünüze gelenle yatıp kalkabilirsiniz" mesajı beni sinirlendiriyor. Kadınların erkeklerin onlara dayattığı "seksi vücutlu, cinsel açıdan utanmasız, özgür kadın modeli"ne uygun olarak geceleri minicik etekler ve topuklularla clublara doluşmayı, "özgür kadın" imajı yaratabilmek için kendilerini cinsel objeler haline getirmeyi gerçek özgürlük sanmaları midemi bulandırıyor. Malesef yine erkeklerin dayattığı bir biçimde bu "özgür kadın" modelleri evlenme teklifi almayı hayatlarının yegane amacı olarak görüp "Aayy Carrie ve Big" falan diye swoon oluyorlar; içlerinden birine evlenme teklifi edilince hemen bütün arkadaşlar aranıyor, aylarca düğün ve evlilik muhabbetleri yapılıyor, yüzük gururla taşınıyor, milyarlarca para gereksiz yere harcanıyor (3-5 yıla da boşanılıyor hatta). Bu kadın tipinden çok nefret ediyorum gerçekten, inanılmaz aciz geliyorlar bana.

Alyans alliance kelimesinden gelir. Feodal dönemde toprak sahiplerinin toprak kazanma, barış sağlama, savaşı önleme, bir alliance oluşturma amaçlarıyla oğullarını diğer lordların kızlarıyla evlendirmeleri o yüzüğün kökenini oluşturur. Alyans tamamen mantıksal bir nedenle ortaya çıkmıştır kısacası. Ayrıca "Bu kişi bana ait, uzak durun" mesajı vermekten başka bir amacı yoktur. Kadınlar neden bu kadar mağara adamı tarzı kendilerini sahip olunabilen bir nesne haline getiren, aşağılayan bir şeyi bu kadar gururla sergiliyorlar bilmiyorum. Zaten evliliğin tamamen gereksiz bir şey olduğunu düşünüyorum. Bunu söylediğimde "Aşık olduğun biri teklif etse hayır mı dersin" sorusunu soruyor insanlar genelde. Aşık olduğum birisi zaten o soruyu bana sormasını kendi benliğime bir saygısızlık ve hakaret olarak algılayacağımı biliyordur ve dolayısıyla sormaz. AB vatandaşlığına geçmek dışında evlenmemin hiç bir nedeni olamaz.

lobsters

The L Word'ü baştan izliyor olduğumdan bahsetmiştim. Dün 3. sezona başladım. Bugün 3. sezonun 3. bölümü Lobsters'da (ve evet, canım ıstakoz çekti bölümde herkes ıstakoz yerken) tüm sezonlar içindeki en sevdiğim sahneyle karşılaştım: Alice'in Dana tarafından terk edildikten sonraki antidepresan ve Ritalin maceralarını paylaştığı radyo konuşması. O sahnenin Youtube videosunu yıllardır arardım aklıma geldikçe, sonunda bugün buldum.



15 gün sonra evimi boşaltıyorum, dolayısıyla emlakçı eve insan getirip duruyor bugünlerde. Bana 17.15'te geleceğini söylediği halde 1 saat erken geldi kendisi. Birazdan birilerini daha getirecekmiş. İnsanların gelip eve bakması problem değil ama emlakçının 1 gün önceden "Yarın gelebilir miyiz" değil, "Yarın geliyoruz" şeklinde araması (ki sırf bu yüzden "Gelemezsiniz işim var" diyesim geliyor fena halde); söylediği saatten çok çok önce gelmesi ve sanki kendi eviymiş gibi erken geldiği halde gayet rahat bir şekilde anahtarla kapıyı açıp içeri girmesi; ben evde olmasam bile böyle her aklına estiğinde evime girebileceğini düşünmesi çok sinir bozucu.

Sunday 6 June 2010

the rules of attraction

"Hayatına dahil olmak için insanların hangi özelliklere sahip olmaları gerek?" sorusuyla karşılaştım bugün.

Hayatıma dahil olan her insanı seçmem mümkün değil malesef, ama zaten isteğim dışında hayatımda olan insanlar hayatıma pek de "dahil" olmuyorlar.

Hayatıma dahil olmak için insanların,

-Benim türlü asosyal ruh hallerime katlanabiliyor ve anlayış gösterebiliyor olmaları,
-Ben pek konuşkan olmadığımdan sessizliği doldurabilecek olmaları,
-Siyaset, cinsiyet, feminizm gibi konularda konuşabilecek kadar bilgi sahibi olmaları,
-Kesinlikle ve kesinlikle kendini beğenmiş olmamaları,
-Yalan söyleme alışkanlıklarının olmaması,
-Açık zihinli, denemedikleri hiç bir şeye "asla olmaz" demeyen insanlar olmaları, hiç bir fikirlerinin sabit olmaması, onlara ters gelen bir konu hakkında bile karşısındakinin argümanını dinleyip ona göre kendi fikirleri hakkında tekrar düşünebilmeleri,
-Denizi sevmeleri,
-Mayonez sevmeleri,
-Cinsellik hakkında oturup rahatlıkla konuşabilmeleri, utanmamaları, "Ben hiç porno izlemiyorum" modunda prude olmamaları,
-BDSM ya da eşcinsellik konusu açıldığında denemediği şeye "asla olmaz" diyen insan modeli olmamaları,
-Kadın ve eşcinsel hakları savunucusu olmaları,
-Blogumu okumaları,
-"Hadi bilmemnereye gidelim" gibi anlık dürtülerime "Param yok, ailem olmaz der" türü cevaplar vermemeleri,
-Bana "Param yok o yüzden çıkamam" gibi bahanelerle gelmemeleri,
-İnsanların arkasından konuşmamaları,
-Alkol almaları, ama AGD sınırına dikkat etmeleri,
-Fosur fosur (özellikle yürürken) sigara içmemeleri,
-Cesur olmaları,
-Hayatta en çok güvendikleri şeyin dış görünüşleri olmaması,
-Başkalarını kullanmamaları, fairness ve integrity kavramlarına önem vermeleri,
-En katlanılmaz, depresif halimde gerekirse kendi işini bırakıp benim yanıma gelmeleri, benim de aynı şeyi yapmama izin vermeleri gerek.

Aklıma şimdilik bunlar geldi.