Saturday 8 January 2011

now is not the time for liberal thought

Az önce BBC'nin Bilgi'deki porno olayıyla ilgili bu haberini okudum.

Olayın kendisinden pek bahsetmeyeceğim, konuyla ilgili düşüncelerimi filmin yapımında rolü olanları destekliyorum ve okul yönetimiyle tepkili veliler bilmemneler sinirime dokunuyor olarak özetleyebilirim. Okul yönetimi, çünkü "Türkiye'nin özgür üniversitesi" olarak tanımladıkları okullarında özgürlüğün Ö'sü yok bariz, bunların hepsi laf. Ama biz bunu "Çok Avrupai ve liberaliz" imajı vermek için paravan LGBT Klübü kurdurup sonra "ÖSS yaklaşıyor, okulumuza gelmeyi düşünen homofobiklerin tepkisini çekmek istemiyoruz" diyerek klübün hiç bir etkinlik yapmasına izin vermeyip, sonra da zaten kapattıklarından biliyoruz. Veliler, çünkü üniversite gibi "yetişkin" insanların gittiği bir ortamı hala lise zannedip müdüre şikayet zihniyetinde olanlar var anlaşılan.

Haberde Türkiye'nin çoğunda alkolün yasak olduğu söylenmiş. Kullanılan ifade tam olarak "banned". Tamam, bazı yerlerde alkole karşı bir mahalle baskısı olabilir, ama Türkiye'de alkol ne zamandır kanunen yasak?

Asıl sinirime dokunan nokta oraya türbanlı kadınlarla dolu bir fotoğraf koyup altına "Bilgi Türkiye'nin en liberal üniversitelerinden biri olarak biliniyor" modu bir şey yazmış olmaları. Haberde de bu cümleyi yine tekrar edip "Türkiye'de üniversitelerde türban yasağını görmezden gelen ilk üniversitelerden biriydi" demişler.

Türbanın liberallik göstergesi haline gelmiş olması gerçekten içimi acıtıyor. Benim için özgürlük, insanın tamamen kendi iradesiyle, etkileyici faktörlerden uzak bir şekilde seçim yapabiliyor olması demektir. Türban takma seçimi bana kişi kendi seçimi sanıyor olsa bile toplum ve yetiştirilme tarzına bağlı bir yaratılmış rıza sonucu ortaya çıkan bir şey gibi görünüyor. Ortada gerçek anlamda bir seçim olduğuna inanmadığımdan, türbanın kadını özgürleştirici olduğunu kabul edemem. Zaten türban özgürleştirici ve güç simgeleyen bir şey olsaydı, erkekler kadınlardan çook daha önce türban takma işine el atmış olurlardı. Bu yüzden kadınları türbanlar altına gizleyen bir ideolojiyi desteklemenin liberallikle bir tutulmasını aklım almıyor.

this is what a feminist looks like

Gün geçmiyor ki bu ülkede karşıma beyinsiz birileri çıkmasın. Üyesi olduğum bir sitede kadının birinin bana mesaj atmasıyla başladı olaylar. Kadın 35 yaşında ve profilinde şunlar yazıyor:

"mumkunse her haliyle kadin olsun ama beni sakin kadin modelinde gormesin...sadece sosyal hayatta cinsiyetsizim:) bu demek degil ki, karsimdakinde aradigim kriter, sadece kadin olmasi..ben de herkes gibi bana benzeyenden olsun isterim, en azindan kafaca ve kisiliksel... okuma yazmasi olan, imla kullanan, hobileri olan, anlayan, algilayan, eglenceli, rahat, zorlama olmayan, kendi gibi olan, boylesi belki zor ama imkansiz degil"

Benimkinde sadece "Feminizmden bihaber insanlarla konuşmak istemiyorum" yazıyor.

İmlasever olduğunu belirttikten sonra aşağıdaki gibi bir yazım tarzı kullanmasını ironik bulduğumdan hatalarını düzeltmeden konuşmayı aynen kopyaladım:

Kadın: en güzel yaşlardır feminizm geyiklerinin yapıldıgı bu yaşlar. cocuk kalanlar ileri yaşlarda da sürdürür bu geyikleri...neyse maco bikac tipe takıldıgında ve zaman gectıgınde anlarsın bu feminizmin cinsiyetle şekillendigini ve aslında sorunun feminizm olmadıgını...

Ben: Maço tiplerden hoşlanmadığım kadar patronluk taslanmasından da hoşlanmam. Ne beni, ne de çocuk kaldığını iddia ettiğin insanları tanımıyorsun. Feminizm denen "geyik" var olmamış olsaydı "Sosyal hayatta cinsiyetsizim" gibi bir lafı edemezdin bile.

K: ooo, hayatta ne patronlujlar görceksin daha...kücük oldugun icin degil, gercekten bööle giderse hic gelişemicek fikirlerin olduguna dikkat cekmek icin yazdım...

B: Fikirlerimin ne olduğunu nereden bilebilirsin ki?

K: feminizm dıyorsun ya...olaya oradan başlaman yeterli..bi de onca lezbıyen filmi arasında en kötüsü olanın nikini secmen de başka bir durum göstergesi...

B: Feminizmin bilmemkaç tane türü var, kaldı ki biri kendini bir feminist akıma dahil görse bile aynı akım içindeki iki insanın fikirleri bir değil.

Nickimin film olan Eloise ile en ufak bir alakası yok, filmi izlemedim hiç ve siteye üye olduğumda film daha yapılmamıştı bile.

Hakkında en ufak bir bilgin olmayan ve bir kelime etmemiş olduğun bir insan hakkında varsayımlarda bulunup duruyorsun.

K: ne güzel işte bişiii biliyor ve karsındakini o şeyii bilmedigi icinde yeriyorsun, daha ne istiyorsun:)

B: Kimseyi yermiyorum, sadece oturup feminizmle ilgili konuşamayacağım insanlarla tanışma isteğim yok bu aralar. Hayatımda büyük yeri olan bir şey çünkü.

Hayatta en hoşlanmadığım insan modellerinden biridir bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar, varsayımlara dayanarak hiç tanımadıkları insanları yargılayanlar. 35 yaşına gelmiş birinin bu tür ergensi davranış biçimlerini aşmış olmasını bekliyor insan. Ama görünen o ki, bazı şeyler yaşa bakmıyor.

Bu bahsettiğim insanın ilk mesajındaki "Feminizm cinsiyetle şekilleniyor ve asıl sorun feminizm değil" yorumundan ve profilindeki "Cinsiyetsizim" ifadesinden asıl sorunun cinsiyet kavramı olduğuna inandığı izlenimini edindim. Eğer gerçekten argümanı "Asıl sorun patriarchy değil cinsiyet denen şeyin kendisi, feminizm de kadın kavramının iyice altını çizdiğinden ve ben kadın-erkek vs kavramlarının tamamen yok olması gerektiğine inandığımdan feminizm bana ters geliyor" ise anlayabilir ve hak verebilirim. Ben de cinsiyet rollerinin tamamen ortadan kalkmasını istiyorum, kadın ya da erkek diye bir şey olmayan ve dolayısıyla feminizme ihtiyaç kalmayan bir dünya ideal dünyam denebilir. Bir takım feministlerin bana katılmadığının ve "kadın" kavramından son derece memnun olduklarının farkındayım, ama benim feminizmimin nihai amacı cinsiyet rollerinin tamamen ortadan kalkması. Cinsiyet denen şey var oldukça asla eşitliğin elde edilemeyeceğini ve insanların kendilerine empoze edilen davranış kalıplarından tam anlamıyla kurtulamayacağını düşünüyorum.

Kısacası eğer söz konusu insan bana saçma sapan saldırmak yerine mantıklı bir şekilde düşüncesini açıklasaydı dediğine hak verebilirdim. Ama ne bana doğru düzgün bir açıklamada bulundu, ne de konuşma tarzı iki insanın da birbirini dinlediği mantık çerçevesinde bir fikir tartışmasına uygundu. Hayatımda ilk kez bu kelimeyi böyle bir durumda kullanacağım, ama öyle: Fail.

Wednesday 5 January 2011

here she comes, miss amphipolis

Yeni laptop'um dün geldi. Küçüklüğüne ve hafifliğine bayıldım, ama kapalıyken pilinin şarj olmadığını fark etmek çok sinirimi bozdu gerçekten. Öyle şey mi olur ya, neden ki?

Yeni şeylere kolay alışamıyorum ben. Yeni bir bilgisayar, telefon, iPod vs alınca eskisinden daha üst bir model bile olsa nostaljik eğilimlerim yüzünden alışamıyorum uzun süre; gözüm eskisini arıyor. Sırf bu yüzden aylarca Internet Explorer yerine Chrome kullanmamakta ısrar ettim mesela, bilgisayarımın duvar kağıdı da 5 yıldır aynı, yeni laptop'uma bile onu koydum. Değişime ayak uydurmakta zorlanıyorum genelde.

Elif Şafak Urucu post'umdan sonra blog trafiğim arttı. Hatta Facebook'ta bir yerlerden konuyla ilgili post'uma ulaşıyor insanlar gördüğüm kadarıyla. Facebook'ta birileri link falan mı vermiş, merak ettim. Lütfen biri beni aydınlatsın.

Monday 3 January 2011

i give in to sin because i like to practice what i preach

Sözlük'te bakınırken sabahtan beri sol frame'de "elif şafak urucu" başlığı gözüme çarpıyordu. "Elif Şafak soyadını değiştirdi de öldü kaldı falan mı ki 300 küsür tane entry yazılmış başlığına bir günde" diye düşünerek başlığı açtım. Öğrendim ki Bilgi Üniversitesi'nde birisi porno çekmiş, Elif Şafak Urucu da söz konusu pornoda oynayan kızın adıymış. Ahlak polisleri tarafından yazılan entryleri kötüledikten sonra bakayım dedim bu kız kimmiş. Google Images'de arattım. Sonra bir baktım ki, Elif Şafak Urucu benim yıllaaar önce Taksim'de Dirty'den Şafak olarak tanıdığım kızmış. Hatta 3 sene önce kendisi tamamen bir yanlış anlaşılma yüzünden beni "Seni var ya seni çok fena yaparım bennn" falan şeklinde tehdit etmişti. Dünya ne küçük.

Yaptığını takdir ettim yine de.

one's not enough

Bu yıl hayatımın en materyalistik yılbaşı dönemini geçirdim. Hayatımda hiç bir zaman bu kadar "fiyatlı" hediyeler almamıştım.

Bizim ailede hediye kavramı yoktur, ne yılbaşlarında ne de doğumgünlerinde. Yıllardır doğumgünümde annemden üstüne tek bir mum dikilmiş bir dilim Özsüt pastasından başka şey beklememeye alışmışımdır mesela. Ne lisede, ne üniversitede, hiç bir mezuniyetimde ailemden bir hediye aldığım olmamıştır. Alınırsa ufak şeyler alınır, pek maddi değeri olmayan.

Bunun birinci nedeni annemin özel günlerde hediye alma olayını "kapitalist tuzak" olarak görüyor olması. "Bana bu sene ne alıyorsun" diye şaka yaptığımda bile sinir olup "Niye, bir şey mi almam gerekiyor" tepkisi verir. Diğer neden ise zaten hayatımdaki her şeyin ailem (çoğunlukla annem) tarafından ödeniyor olması. Anneme hediye almıyorum, çünkü alsam bile parası onun cebinden çıkıyor. Annem bana hediye almıyor, çünkü zaten bilmemkaç milyar verdiğim Balenciaga çantalara kadar aldığım her şeyi sesini çıkarmadan o ödüyor. Bu durumda "hediye" kavramı anlamsız oluyor.

Bu sene nedense hem annem, hem de babam fena halde coşmuşlardı. İkisinden de hiç beklenmedik hediyeler aldım.

Yeasayer konserinde bozduğum dijital kameram çalışıyor olmasına rağmen tamamen dolu pilleri boş gösterir ve 10 dakikada kapanır hale gelmişti. Zaten karanlıkta çok kötü çekiyordu (flaşı fenaydı), ve yıllardır bir sürü konsere gidip doğru düzgün resim çekemeden ayrılmaya sinir oluyordum. O yüzden babamdan bir fotoğraf makinesi istedim. Fotoğraf makineleriyle şansım iyi değil. Ya bozuluyorlar, ya çalınıyorlar, ya da bir yerlerde sarhoş kafamla kaybediyorum. Son 4-5 yılda 2934829 tane makine değiştirdim. O yüzden pahalı makine istemiyordum. Babam da gider ortalama bir şey alır diye düşünüyordum, ama o gidip bulabildiği en pahalı Sony'i almış. Evet, kapkaranlık bir odada bile günlük güneşlikmiş gibi süper fotolar çekiyor, ama bazı insanların bir aylık maaşına denk gelen bir makineyle sokağa çıkmaya cesaret edebilecek miyim, emin değilim. Yılbaşında falan o riski almak istemeyip eski makinemi kullandım.

Bunun ertesi günü annemin yılbaşı yemeğimiz için eve gelmesini bekliyordum. Geç kaldığı için tüm yemeği ben pişirmek zorunda kaldım, ve thank the gods, hayatımdaki ilk roast dinner denemem facia ile sonuçlanmadı. Geç kaldığı için anneme sinir olmuş bir şekilde şarabı yarılamıştım ki annem "Sana hediye aldığım için geç kaldım" diyerek çıkageldi. Elinde yine bir aylık maaş ödenmiş bir pırlanta kolye. Kolyeye bayıldım mı? Evet. Ben bu kadar içen bir insan olarak onunla dışarı çıkmaya cesaret edebilir miyim? Hayır.

Bende böyle pahalı şeyleri kullanamama hastalığı var. Başına bir şey gelir diye korktuğumdan kullanmıyorum, ama onlar zaten kullanılmak için alınmışlar, değil mi? Evde sırf bu korku yüzünden kullanamadığım bir sürü çantam var. Dolabımın bir köşesinde bekliyorlar. Note to self: Bundan sonra onları kullan. Kullanılmıyorlarsa o para zaten boşa harcanmıştır.

Bir de iPod, dijital kamera, laptop vs. gibi şeyleri sonuna kadar kullanma huyum var. Her yeni model çıktığında elektronik/teknolojik ürünlerin değiştirilmesine sonuna kadar karşıyım, kullanılamaz hale gelene kadar kullanıyorum. Beni son model bir telefon, iPod, bilgisayar vs. kullanırken asla bulamazsınız. 5 yıl önce aldığım (evet, oha) Sony Vaio laptop'um ölmek üzere olduğunu son birkaç aydır göstermeye başlamıştı. O yüzden yeni bir laptop arayışı içindeydim son 2-3 haftadır. Sony takıntılı olduğumdan başka markalara bakmak bile istemiyordum, ama Sony'nin çoğu laptop'u 2.7 kg ve benim gibi sürekli yollarda olan biri için el çantasında hem 2.7kg'lık notebook hem de yanında bir minik netbook taşımak tam bir işkence oluyor. O yüzden daha hafif bir şey gerekiyordu. Sony'nin bulabildiğim tek hafif laptop'unun ise CD sürücüsü yoktu. O yüzden hafifliği mi önemli, cd sürücüsü olması mı ikilemi içinde bir süre geçirdikten sonra zaten external cd sürücüm olduğundan cd sürücüsüz ama hafif olanı tercih ettim. Bir kaç gün içinde elime ulaşacak, mega heyecanlı bekliyorum.