Thursday, 19 June 2008

love bites my neck, love breaks my heart.

Just one look into your eyes
One look and I'm crying
Cause you're so beautiful

Just one kiss and I'm alive
One kiss and I'm ready to die
Cause you're so beautiful

Just one touch and I'm on fire
One touch and I'm crying
Cause you're so beautiful

Just one smile and I'm wild
One smile and I'm ready to die
Cause you're so beautiful

Oh and you're so beautiful
My darling
Oh you're so beautiful
You're so beautiful
Oh my baby
You're so beautiful
And you're so beautiful
Oh my darling
Oh my baby
You're so beautiful...

HIM şarkıları, aşk acısı, kalp kırmak, depresyon ve insanları hayalkırıklığına uğratmak yasaklansın. Lütfen. "A" gelsin bi de.

razorblade romance

No I won't surrender at any cost
You're something so sweet and tender from my heart

Yes I've done my evil, I've done my good
Just believe me honey, I won't let go of you

You are the one
And there's no regret at all

We've had our share of misfortunes, we've had our blues
And God is not on our side, yes it's true
But you keep forgetting, baby, the beauty of us two
There is no one who can take that away from me and you


Kahve falı baktırdım dün. Kafam karıştı şimdi. "A" kim??

Monday, 16 June 2008

i'd break the back of love for you

Geçen hafta dışarı çıkıp 2 aylık asgari ücret kadar bir para harcadıktan sonra bugün de kendimi tutamayıp yine alışverişe gittim. Mudo'da bir aylık maaş daha harcadım, Çarşamba günü de Vakkorama'ya gidip bu ayın son alışverişini yapmayı planlıyorum. Yani umarım öyle olur yoksa yakında gecekonduya taşınmamız gerekecek bu gidişle.

Kahverengi boya aldım; Cuma günü doğal, kahve ve bronz bir şekilde İstanbul'a dönmeyi planlıyorum. 6 yıldır saçlarım kahverengi olmamıştı, biraz korkuyorum.

Bugünlerde pek bir mutlu, pek bir iyimserim. Nette çok daha az zaman geçiriyorum, bu yüzden olabilir. Ruh halim neredeyse 2 yıldır bu kadar iyi olmamıştı. Umarım geçici olmaz.

Detox çılgınlığı içindeyim, hiç yemek yemeyip günde 2 kez bulabildiğim her türlü yeşil sebzeyi blender'da karıştırıp onun suyunu içiyorum. Tadı iğrenç, ama zaten herşeyin kötü bir yönü vardır mutlaka. Sonucu merak ediyorum.

Hayatta İzmir havası, güneş ve alışveriş üçlüsünün halledemeyeceği sorun yok galiba.

Benden kaçan depresyonum kediye girdi sanırım, hayvancağız 1 haftadır zavallı bir modda geziniyor. Gezinmiyor bile hatta, uyuyor hep.

Efes One Love'da The Long Blondes iptal olmuş galiba, haberin kaynağı Reset'miş. O zaman inanmam ben. Zaten Radar'da izlemiştim onları, iptal olsa da pek üzülmem.

Placebo-Post Blue söyledim bugün bütün gün. Tam mutluluğuma yakışır bir şarkı zaten.

it's in the water baby, it's in the pills that pick you up
it's in the water baby, it's in the special way we fuck
it's in the water baby, it's in your family tree
it's in the water baby, it's between you and me

bite the hand that feeds
tap the vein that bleeds
down on my bended knees
i'd break the back of love for you

Saturday, 14 June 2008

my pretty little angel

Annemin belki gazete okuma alışkanlığı kazanırım diye ısrarla her gün koltuğun yanına bıraktığı gazeteye nedense bugün bakasım geldi. Cumartesi ekinin kapağını elime aldığım anda gördüğüm ve daha sonradan Selma Ergeç olduğunu öğrendiğim kadının fotoğrafını görünce oha'dan başka diyecek şey bulamayıp ilerleyen 4-5 saat boyunca birkaç dakikada bir gazeteyi tekrar elime alıp fotoğrafa bakmak için çok güçlü bir dürtü hissettim nedense. Bakır rengi saç, beyaz ten ve çil takıntısına sahip birisi olarak bir de gözlerindeki masum ve hüzünlü bakışları görünce yıldırım platonik aşk beslemeye başladım galiba kendisine. Gidip "Neyin var, neden üzgünsün?" diye sorup sarılmak istedim birden. Of, fena.




Bir de puzzle aldım bugün, saatlerdir onunla uğraşıyorum. Puzzle süper birşey.

Thursday, 12 June 2008

yeter lan artık manifestosu

Still, every day I'm forced to add another name to the list of people that piss me off. Actually, make it two. Sanırım insanların doğasında var bu, orospu çocukluğu yapmadan duramıyorlar.

Daha önce de binlerce kez yazmış olduğum gibi arkamdan konuşan eziklerden tiksiniyorum, laf taşıyıp kimden duyduğunu söylemeyenlerden daha çok tiksiniyorum.

Umursamaz görünmeyi cool sanan özgüvensizlerin minik sanal dünyalarından gerçek hayata adım attıklarında yiyecekleri tokadı düşündükçe onlara acıyorum.

Arkadaş seçimlerimdeki özenli başarısızlığım her gün beni daha da şaşırtıyor. Ne kadar sorunlu, gereksiz ya da mal insan varsa hepsini kendime çekme eğilimim inanılmaz büyük.

Deniz'le ilgili hata yaptığımı biliyorum, ama yeterince özür dilediğimi ve onun abarttığını düşünüyorum artık. Hatta fazlasıyla özür dilemiş olduğumdan eminim.

Kimseye bir kötülük yapmıyorum, kimsenin dedikodusunu bile yapmıyorum hatta, o kadar kendi halimde bir insanım son 1 yıldır. Neden hala insanlar arkamdan konuşma gereği duyuyorlar anlamıyorum, o kadar mı sahip olmak isteyip olamadığınız herşeye sahip ve önemli bir insanım? Celebrity gibi hissettiriyorsunuz bana.

Benimle ilgili pek önemli yorumlarınızı ya da yaptığımı iddia ettiğiniz şeyleri oldukça bol olduğunu düşündüğüm zamanınızı geçirmek/kendinizi önemli hissetmek/beni kırmak/arkadaşlarınız arasındaki popülerliğinizi artırmak ya da herhangi bir nedenle arkamdan ona buna anlatmak yerine, bir dahakinde lütfen Myspace, Facebook, msn ya da türevi yollardan bana ulaşarak yüzüme belirtin. Ukalalık gibi gelmesin ama yıllardır içinde bulunduğum her türlü ortamda o ya da bu sebepten bir şekilde dikkat çeken birisi oldum, hakkımda o engin yaratıcılığınızı ve vaktinizi kullanarak edebileceğiniz her türlü lafı zaten mutlaka önceden duymuşumdur ve şu ana kadar hakkımda konuşan, kimliğini bildiğim yaklaşık 50 kişiden tek bir tanesinin bile -gerçi bir tane vardı, teşekkür ediyoruz Erhan'a- o lafları yüzüme söylemeyi götü yemedi. Bari bir farkınız olsun, ilk olun, adam olun, beni ilgilendiren düşüncelerinizi direk bana söyleyin. Karşılığını almaktan korktuğunuz lafları ise hiç etmeyin en iyisi.

chemical dependency for sanity


Hello what the hell am I doin' here
That's a really nice suit
This is a really comfortable chair

See I don't know if you can help me or not
Cause I don't feel sick
But the pains in my head have almost put me underground

I don't really care if I'm healthy or not
Just clean my head up doc
I'll give you anything you want

See I don't know why I don't fall in love
Well maybe I know why and maybe you could make it stop
Then we'll cut it up and bury it and leave it underground

Just give me medicine prescribe me anything
Just knock me out and walk me through the door
I have no desire to see through my own eyes anymore

I see I'm boring you, maybe I bore myself too
That's why I need help..
Çok fazla ilaç alıyorum sanki. Azaltıyorum ama baya. I'm medicated, how are you?

Wednesday, 11 June 2008

release me from your spell

I look at you
And before my eyes it's true
The girl of my dreams
Is not quite what she seems

Open your door
Turn on the light
Show me some more
Tell me it's alright

Heaven is inside you
Heaven when I ride you
Heaven do you want me
Is heaven just in my mind ?

I look at you
At everything you do
The words in your head
Still remain unsaid

Open your eyes
Inflatable girl
Lose the disguise
Release me from your spell


Kötü değilim. Mutsuz değilim. Sadece boşum, sen yoksun çünkü. Vücudumun tam ortasında kocaman yuvarlak bir boşluk var ve tüm yaşadıklarım bana dokunmadan oradan geçip gidiyor gibi. Senin içimden çıkıp giderken bıraktığın boşluk. Artık ağlamıyorum, içmiyorum, mutlu bile oluyorum bazen. Her yerde, her şeyde sen varsın. Kafamı boşaltmak için okuduğum moda dergilerinde parfümünün reklamlarını görüyorum, yürürken yolda önünden geçtiğim markete bile senin adını vermişler, sevdiğin şarkılar var her yerde, alışverişe gittiğimde son buluşmamızda giydiğin şey karşımda. Uyanmak istemiyorum çünkü o gün seni görebilme ihtimalim yok, biliyorum. Dışarı da çıkmıyorum bu yüzden, çünkü senden başka kimseyi görmek istemiyor canım. İnsanlarla konuşurken senin konun açılsın diye çabalıyorum, seni tanımayan insanlarla hiç görüşmüyorum artık, senden bahsedemem diye. Sevdiğim yerlere gitmez oldum, seninle gidemeyeceksem ne anlamı var ki? Sahip olduğum her şeyimle, nefes aldığım her an, tüm hücrelerim acıyarak özlüyorum seni.

Tuesday, 10 June 2008

dream crow black dream

Şu aralar pek garip rüyalar görüyorum. Concerta'yı doktor kontrolü dışında bırakma çabalarımla alakası var sanırım.

Rüyamda bir kitap okuyorum, ama kitabın baş kahramanı benim. Kızıl-kahve upuzun dalgalı saçlarım var ve şu anki halimden 5 yaş falan daha büyüğüm. İstanbul'da Göztepe taraflarında bir özel lisenin mezuniyet törenine gidiyorum. Giyinme odası şeklinde bir yere gidiyorum, mezun olacak kızlar giyinip makyajlarını falan tazeliyorlar. Ben de sevgilim mezun olacağı için orada duruyorum, evet liseli sevgilim var. Saçları açık kahverengi, uzun ama benden daha kısa. Benden daha küçük görünüyor -doğal olarak, daha liseli tabi- ve çok fena Sena'ya benziyor yüzü. Sürekli yanıma gelip sarılıyor bana, odadaki diğer kızlar garip garip bakıyorlar, ben rahatsız oluyorum, sevgilimi biraz ittiriyorum. Sonra adamın teki gelip "Sen Yeditepe'de okuyormuşsun, burada ne işin var, ayrıca çantana bakmam lazım" diyor, çantamı karıştırmaya başlıyor. "İçinde sizi ilgilendiren birşey yok" diyorum, "O zaman burada duramazsın, çık git buradan" diyor adam. Sinirleniyorum. Birkaç dakika geçiyor. Ben eşyalarımı toparlayıp ayağa kalkıyorum, "Bana sen diye hitap etme hakkı yok ki o herifin, gerizekalı." diyorum. Herkes sessiz. Arkama bakıyorum, adam orada duruyor, duymuş dediklerimi. Kalkıp çıkıyorum, taksiye binip "Şaşkınbakkal'a" diyorum. iPod'umda 2 şarkı dinliyorum, sonra eve geliyoruz. Adam beni Marks and Spencer'ın önünde indiriyor, taksimetreye bakıyorum, 37 tutmuş. "Nasıl olabilir ki, normalde 27 tutardı hep" diyorum, ki aslında Göztepe-Şaşkınbakkal arası 10 bile tutmaz sanırım. Adama cebimdeki son 50 milyonu veriyorum, iniyorum, adam "Bir dakika" diyor, bana 40 YTL geri veriyor. "Acıdı herhalde halime adam" diye düşünüyorum, Bağdat Caddesi'nde yürümeye başlıyorum. Eve gitmeden bir Mango'ya uğramaya karar veriyorum. Süper bir çanta beğeniyorum, tam o sırada taksiciyi Mango'da görüyorum. Adam paramın olduğunu anlasın istemiyorum, çantayı bırakıp eve gidiyorum. Odama gelip yatağıma uzanıyorum. Kitabı açıp okumaya başlıyorum ve birden tekrar kitabın içindeyim. Sıkılıp son bölüme geçiyorum direk aradakileri atlayıp. Son bölümde ben, sevgilim ve okul arkadaşları bir trenle dağlar ve ormanlarla dolu bir yerlerden geçiyoruz. 19. yüzyılın Avrupa'sını hatırlatan şeyler giyiyoruz hepimiz. Onlar Avrupalı zengin ailelerin yatılı okul öğrencileri, ve ben hizmetçilerden biriyim. Herkese bir hizmetçi veriliyor. Sevgilim beni istedi kendi hizmetçisi olarak, onun odasına gittik. O soyundu, benim de üstümdekileri çıkardı, ben odadan kaçıp kapının önünde soğuk yere oturarak ağlamaya başladım. Yanıma gelir diye bekledim, ama gelmedi. Atladığım bölümlerde ne olmuştu da ilişkinin üstün ve peşinde koşulan tarafı benken birden herşey tersine dönmüştü anlamadım. Sinirlerim bozuldu, uyandım.

"Don't look don't look" the shadows breathe
Whispering me away from you
"Don't wake at night to watch her sleep
You know that you will always lose
This trembling
Adored
Tousled bird mad girl... "

But every night I burn
But every night I call your name
Every night I burn
Every night I fall again

"Oh don't talk of love" the shadows purr
Murmuring me away from you
"Don't talk of worlds that never were
The end is all that's ever true
There's nothing you can ever say
Nothing you can ever do... "

Still every night I burn
Every night I scream your name
Every night I burn
Every night the dream's the same
Every night I burn
Waiting for my only friend
Every night I burn
Waiting for the world to end

Wednesday, 4 June 2008

my INFP true love- i know you're out there!!

About Your Personality Type

Imagine a deep lush valley, caressed by flowers and trees that eternally blossom, inhabited by animals that serve as gentle companions and by people who spend their days loving, creating, and selflessly serving humanity. This is the world of the rare (only about 3 percent of the population) Idealistic Philosopher: the person who is forever striving to live in a perfect world where love and harmony abound.

INFP when in love

As an idealistic Philosopher, you believe that love requires a profound emotional and spiritual connection. You may also believe that, to attain this desired state, you will have to endure a great deal of pain and sacrifice. Yet all the suffering will be worth it once you find your perfect love. When that blessed day comes, you will be a complete person, as you and your partner will work together to make the world a better place. In the beginning of a relationship, you tend to idealize your mate as the greatest person in the world; you'd easily give up your life for him or her. Later, when reality intrudes, you may find yourself disappointed as you realize that no real human being can match the fantastic images of love and romance you created in your imagination. Fortunately, despite your disillusionment, you somehow recover and begin to accept the flaws of your partner, ever so slowly, while still wishing you could change him or her into the perfect image you had when you first fell in love.

INFP where to meet

Where can you meet an Idealistic Philosopher? Idealistic Philosophers love writing, psychology, the arts, and relationships, and are drawn to activities that involve a crusade or mission. You can bump into them at bookstores, especially in sections related to the preceding topics. You can also find Idealistic Philosophers at the theater, art galleries, and museums - often walking slowly, by themselves, lost in their thoughts.

**Bir INFP olarak bundan sonra INFP olmayan hiç kimse benim sevgilim olamaz, gidin bir kişilik testi yapın bana öyle gelin. Yeter artık uğraşamam yoksa.

Sunday, 1 June 2008

i cherish you

Lise 2 anılarım aklıma geldikçe geriye dönmek istemişimdir hep. Gerçi Lise 2'deyken de orta son anılarıma dönmek isterdim. 2 yıl sonra da bugüne dönmek isteyeceğim. Hayatın garipliklerinden biri de bu, her zaman içinde bulunduğu durumu beğenmez ve geçmişe dönebilmek ister insan, şu anki durumunu da gelecekte özleyeceğini bilmeden. Lise 2 benim için ilginç bir dönemdi. Thrice-Trust dinlerdim o zamanlar çok.

Mix the chemicals right dear, mix the chemicals right, yeah the margin of error is slight. Mix the chemicals right dear, mix the chemicals right, yeah you know that you could save my life. There is a risk, there’s a risk when you're dealing with love. You could snap my neck, any speed you drive can be dangerous. Mix the chemicals right dear, mix the chemicals right, cause I know what betrayal can mean. When this frame fails me, will I trust you to carry me through? I know there’s no such thing as safety, but I know what a promise can do. Will I trust you, will I trust you to carry me through? I will trust you, cause I know what a promise can do.

Hayatımda birisi orta son, birisi lise 2 ve birisi de şu sıralar olan 3 duygusal aşırılık döneminden biriydi o. Sözlere, güvendiğim insanların sonsuza kadar olmasa da uzun yıllar hayatımda olacağına inanırdım. Şu anda hiç biri hayatımda olmayan bu insanlarla ilgili ilginç şey, o zamanlar sevgimden öleceğimi sanırken şu anda umrumda bile olmamaları. Zaman mıydı, fiziksel uzaklık mıydı bilmiyorum, onlar sözlerini tutmadılar, zaten ben de tutmalarını istememiştim belki de yeterince. Son kullanma tarihlerini dolduran insanlar yenileriyle değiştirilmek üzere hayatımdan çıktılar, benim yerimi doldurdular. Sonuç olarak şu anda buradayım, mutsuz olmak istemiyorum aslında. Hayatımdaki her şey süper gidiyor şu anda, süper bir sevgilim var, evimi çok seviyorum, okulum bitti, İngiltere'ye gideceğim, bütün yaz hiç bir sorumluluk olmadan aklıma nasıl eserse öyle davranma özgürlüğüm var. Neden hala mutlu değilim? Neden hala vücudumun orta yerinde kocaman bir delik varmış ve hayatımdaki her şey o delikten geçip gidiyormuş gibi hissediyorum? Daha da önemlisi, o boşluk bir gün dolacak mı? Bilmiyorum.

Violey Gray hanfendinin bloguna baktım. Lise 2 dönemimin bir başka sevilen şarkısı olan Short Stories With Tragic Endings'i gördüm. Hayatımın trajik bir şekilde sonuçlanan kısa hikayelerle dolu olduğunu fark ettim. Ama ben mutsuz sonları sevmezdim ki? Tüm hikayeler mutlu sonla bitmeli bence, artık mutsuz biten filmleri izlemiyorum ben. Herkes mutlu olsun, aşık olduğu kişiyle sonsuza dek mutlu yaşasın, tek isteğim bu evet.

did you ever look
did you ever see that one person?
and the subtle way that they do these things and it hurts so much?
so much like choking down the embers of a great blaze
it's that moment when your eyes seem to spread aspersions
and to scream confessions at the insipid sky parting clouds
you let this one person come down at the most perfect moment

standing so close knowing that it kills me to breathe you in
standing so close knowing that it kills me to breathe you in
but this table for one has become bearable

i now take comfort in this, in this, i cherish you
i cherish you
i cherish you

just say that you would do the same for me
just say you would do the same
just say you would do the same for me
for as much as i love autumn
i'm giving myself to ashes