Thursday, 16 August 2007

she is the meri

Yarın itibariyle tatile gidiyorum. Haftaya cumartesiye kadar ülke sınırları içinde olmayacağımdan, bana ne internet ne de telefon yoluyla ulaşmanız mümkün olmayacak. Önümüzdeki 8 gün içerisinde İzmir'deki hayatımdan İlke sorumlu, çünkü onu çok seviyorum. Hatta İlke'yi ne kadar çok sevdiğimi yazabilirim paragraflar boyunca. Hatta şu anda tam olarak bunu yapmaya karar verdim.

İlke'yi sevmemin nedenleri:
-anne modunda herşeyime karıştığı için
-birlikte ortalığı ayağa kaldıracak sırlar paylaştığımız için
-hayatta hep aynı anda aynı sayfada olduğumuz için
-bıdıkım olduğu için
-evimin kadını rolüne bürünüp çarşaflarımı değiştirdiği için
-sağlık problemlerimizi bile aynı anda yaşadığımız için
-saçmalıklarıma, triplerime, ukalalıklarıma katlandığı için
-benimle gecenin 4'ünde Taksim'de eczane aradığı için
-yanında rahat rahat uyuyabildiğim tek insan olduğu için
-tam zamanında hayatıma girmiş olduğu için
-hayatıma girdiği andan itibaren hep ihtiyacım varken yanımda olduğu için
-Ashley Olsen'ı olduğum için
-gereksiz kıskançlıkları olmadığı için
-best friends bilekliğimi çıkarıp takmayı unuttuğumda kızmadığı için
-herşeyi birlikte yapmak zorunda olmadığımız için
-hiç kavga etmediğim sevgilim olduğu için
-beni aradığında ve telefonu açtığımda "kadınımm" diye gülerek cevap verdiği için
-ve şu anda aklıma gelmeyip daha sonra ekleyeceğim binlerce şey için

İLKE SENİ ÇOK SEVİYORUM LAN. MUCK.

sleeping in

Yanlış anlaşılma konusunda benim kadar sorun yaşayan az insan olabilir dünyada. "İpek mi, herkes ona gıcık oluyor ki" ya da "Ben seninle tanışana kadar bana sinir olduğunu sanıyordum bu yüzden sana kıldım" gibi cümleler hayatımın olmazsa olmazlarından. Yakınımda olmayan insanlara ukala ve soğuk görünmek gibi bir özelliğim var. Bundan rahatsız değilim uzun süredir. Eskiden gerçekten umursuyordum ama artık gereksiz geliyor kötü niyetli insanların laflarına takılmak. Onlara kötü niyetli derken, ben onların yaptığını yapmıyor muyum? İnsanların arkasından konuşmuyor ya da dedikodu yapmıyor muyum? Yapıyorum evet. Ama hayatım boyunca asla yapmaktan hoşlanmadığım ve yapmamaya çalıştığım birşey de şudur: Karşımdakinin arkasından konuşurken yüzüne gülmek. Ve asla parçası olmadığım ikinci şey de İzmir ortamlarında gayet popüler olan "Kimin eli kimin cebinde oyunu"dur. ÖSS'ye hazırlanırken bile görmediğim kadar tecahül-i arif ve kinaye gördüm son günlerde. Ve bu anonimlik, bu imalar beni de öyle davranmaya zorluyor. Ve bunu yapmak zorunda olmaktan hoşlanmıyorum. Bu durumda olmaktan da hoşlanmıyorum. İnsanların önyargıları karşısında açıklama yapmak zorunda kalıyor olmaktan da. Bu durumun içine zorla sürüklenmiş olmaktan da hiç hoşlanmadığımı belirtmeliyim. Ben sadece Postal Service-Sleeping In dinleyerek huzura kavuşmak istiyorum. Ve yukarıda ima etmek durumunda kaldığım kişilerden buna izin vermelerini istiyorum.

Hiç bulamadığım huzurum için..

last week i had the strangest dream
where everything was exactly how it seemed
where there was never any mystery
of who shot john f. kennedy
it was just a man with something to prove
slightly bored and severely confused
he steadied his rifle with his target in the center
and became famous on that day in november

don't wake me, i plan on sleeping in

again last night i had that strange dream
where everything was exactly how it seemed
no concerns about the world getting warmer
people thought that they were just being rewarded
for treating others as they'd like to be treated
for obeying stop signs and curing diseases
for mailing letters with the address of the sender
now we can swim any day in november

Wednesday, 15 August 2007

Anonim Manifesto

Bugünlerde herkeste bir ego seviyesi artışı var sanıyorum ki. İsteyen üstüne alınsın modunda atıp tutmak moda olmuş ben farkında bile olmadan (herşeye "anti" olmak modası da geri dönüşünü yaşıyor bu aralar). Sıcaklardan kaynaklanan rahatlık mı desem, boş vakit bolluğu mu desem, kuyruk acısı mı desem, ne desem bilemiyorum. Kazık kadar adam olacak yaşa gelmiş insanların düşünce akışlarına dahil olmam, farkında bile olmadan sadece varlığımla onları yaratıcı çalışmalar üzerinde uğraşıp zaman harcamaya itmem fazlasıyla enteresan bir durum. İlginçtir ki, bu insanlar benim hayatıma dahil bile değiller. Düşünce şekillerini, neden bunlarla vakit harcadıklarını anlayamıyorum. Sanırım onlar da uzun süreli ve söylemeliyim ki beyinleri için fazlasıyla yorucu olduğunu tahmin ettiğim düşünce süreçleri sonucunda yarattıkları şeylere bakıp gülmemin sadece saniyeler aldığını anlayamıyorlar. Karşılıklı anlayış ile hayat ne kadar güzel olabilir aslında, değil mi?
Modayı takip edelim, yani isteyen üstüne alınsın. Sanırım artık yüze söylemenin modası geçti. Evet, hadi bunu konuşun şimdi.

Tuesday, 14 August 2007

in the morning we're too young

Sabahtan beri Junior Boys ve Digitalism dinliyorum. Bütün gece çok fena rüyalar gördüm. Son 1 yıldır çıkıp da ayrıldığım bütün erkekleri, beni hayalkırıklığına uğratan bütün insanları gördüm. Ve hepsine söylemek isteyip de söyleyememiş olduğum şeyleri söyledim. Bazıları benden özür diledi, bazıları hata yaptıklarının farkında bile değildi. Okuyor olmaları olasılığına karşı isimlerinin baş harfleriyle yazıyorum. İ'yi gördüm ilk önce, msn'de onu bloklamamıştım, o bana mesaj atmıştı durup dururken. Bana yaptığı şeyin yanlış olduğunun farkında bile değildi, oysa ben onun için üzülüyordum. Bağımlılıklarından kurtulmasının onun hem sağlığı hem de psikolojisi açısından daha iyi olacağına inanıyorum. Sonra D'yi gördüm, o bana ne kadar pişman olduğunu söylüyordu, ben hiç takmıyordum ve sarkastik cevaplar veriyordum ona. Daha sonra C geldi. Onunla geçirdiğimiz 3-4 günde çok eğlenmiş ve mutlu olmuştuk, bilmiyorum bazı şeyleri farklı yapsaydım şu an hala yanımda olur muydu? Ama sanırım o öküz biri olduğu için ben ne kadar çaba harcarsam harcayayım sonuç değişmezdi. Daha sonra M'yi düşündüm, bana söylediği yalanları şu an başkalarına söylüyor olduğunu düşündüm. Geçen yılın en mutlu zamanlarını geçirmiştim onunla. İnsanları kaybetmenin bu kadar kolay olmasına bazen çok sinir oluyorum.

Monday, 13 August 2007

15.gün-- take this, haters.

Son birkaç gündür "list of cunts i'd send to hell" konseptli düşünceler içindeyim. Fazlasıyla intikam aşığı bir insanım. Bana yapılan birşeyden sonra aylarca beklemek, fırsat kollamak, plan yapmak ve zamanı gelince de o kişiyi en hassas yerinden vurmak bana o kadar büyük bir zevk veriyor ki.. Birilerinin hatalarını affetmiş gibi davranıyorum, sonra hiç çaktırmadan planımı uyguluyorum. Huzura ulaşıp boşverebilmemin tek yolu bu oluyor. En zevkli kısmı da insanların benden hiç o kadar nefret dolu şeyler beklememesi, beni sessiz sakin bir insan olarak gördükleri için asla benden şüphelenmemesi oluyor. Şu ana kadar kime beddua ettiysem ya araba çarptı, ya kalçası çıktı, ya alakasız birilerinden dayak yedi hastanelik oldu. Gayet enteresan. Bazen bu kadar çok kin tutabilmek korkutuyor beni, nereye kadar gitmeyi göze alabilirim merak ediyorum?

Bütün gün aralıklarla uyudum ve uyandım. Dün gece evimizin önünde trafik kazası oldu ve birileri öldü. Kredi kartımın limitini doldurdum bugün. Alışverişe bayılıyorum. Harry Potter'ın son filmini izledim. Hayal kırıklığı.

Daft Punk feat. Kanye West-Stronger

Saturday, 11 August 2007

13. gün-- nimm mich mit, tommi boy

Buzlu Coca Cola Light'ımı içerek ve Digitalism-Pogo dinleyerek yazlıkta oturuyorum. Bugün kendime o kadar güzel bir kek yaptım ki, çok gurur duyuyorum kendimle. Muzlu ve çikolatalıydı. Yapıp bir dilimin tamamını bile yiyememiş olmam çok dandik birşeydi. İlacın yan etkilerini fazlasıyla hissetmeye başladım 2 gündür. 13. gündeyim, zaten 2 haftadan önce etki etmemesi normaldi. İştahım hiç yok, midem bulanıyor ve sürekli esniyorum. 24 saat uykuya hazır haldeyim. Ama hissettiğim huzurla kıyaslayınca, sanırım bu ödenebilir bir bedel.

Pazartesi 3 ayrı doktorla randevum var. Hastanelerden, doktorlardan, ilaç kokusundan nefret ediyorum.

Acilen değişik birşeylerin olmasına ihtiyacım var. Birilerinin hayatıma dokunmasına, bana güzel şeyler söylemesine ve gece yatakta uyumadan önce aklıma o güzel şeyleri getirip gülümseyerek uyumaya *çok* ihtiyacım var.

Vodka kokteylleri hazırlamaya bayılıyorum.

Friday, 10 August 2007

day 11-- loving lovable lovely lovelorn loveless

Bugün sabah Deniz'le uyandığımız anda TV başında bulduk kendimizi. Arka arkaya 820582 saat boyunca CSI+Coca Cola Light+cips takıldıktan sonra hayatın anlamını bulduğumuza inandık.

Dün gece gerçekten oldukça ilginç bir gündü. Pub'da 3 kız ölesiye sıkılmış otururken, "Neden dedikodu yapmayalım ki?" dedik birdenbire. Buraya kadar herşey normal ve her zamanki gibiydi. Asıl garip olan, dedikodusunu yaptığımız herkesin bir anda arka arkaya Pub'a gelmeye başlamasıydı. Tam bir ben allaha inanmıyorum ama bir güç var anıydı. Birşey dilesem olurdu diye düşündüm. Sonra ne dilemek isterdim diye sordum kendime. O anda olmasını istediğim hiçbirşey yokmuş gibi geldi. Huzursuzluğa, sıkıntıya kaptırıp gidiyordum ki birden içeri 2 tane taşşşşşş çocuk girdi. Birden ben farkında olmadan "OHA" kelimesi kendini dışarı bıraktı dudaklarımdan. Masadaki herkes dönüp çocuklara baktı. Çocuklar gerçekten fazlasıyla exchange student'tılar ve fazlasıyla yakışıklılıktan ölüyorlardı. Öyle bir sevgilim olsaydı, bu duygusuz halimle bile ona herşeyimi verirdim dedim kendi kendime. Kafamda kusursuz sevgiliye dönüştürdüm o çocukları. Exchange, bebek yüzlü indie boy'lardı onlar. Birayla sarhoş olup one night standler yaşamazlardı. Ellerinde mojitolarıyla bakıp gülümserlerdi, yanınıza gelirlerdi, böylece dans edebilirdiniz hiç konuşmadan. Burnunuzu boyunlarına yaslayıp koklardınız, onlar da alnınızı öperlerdi ya da dudağınızın yanını. Cici çocuklardı onlar, eve götürdüğünüzde yanınıza yatıp o skinny pantolonları ve yakası sonuna kadar iliklenmiş gömlekleriyle sabaha kadar size sarılacak olan çocuklar. Uyandığınızda çoktan uyanmış ve sizi izlerken bulacağınız çocuklar. Size asla nerdesin kiminlesin diye hesap sormayacak, sizin de hesap sormayacağınız çocuklar. Birlikte bir şarkınızın olacağı çocuklar. Evet, cici çocuklar olmalıydı onlar.

Lovelorn kelimesine bayılıyorum. Hatta sanırım bir kelime olsaydım, o olurdum.

Loving, lovable, lovely, lovelorn, loveless.

Wednesday, 8 August 2007

a dozen roses

a dozen roses in the car, and i don't know where you are
i don't know what i'm doing, you're moving like a movie
you still move me

Topshop'tan gelen mesajla uyandım. %80 indirim varmış. Artık Topshop'ın indirimlerinden bile sıkılmaya başladım. Ama bu, bugün oraya gitmeme engel değil. Sıkıldığım ve hala yapıyor olduğum bir sürü diğer şey gibi.

Geri çekilişimde son derece kararlıyım, son derece "retreating" hissediyorum kendimi. İlke de geri çekiliyormuş. Ama onun geri çekilişi ve benimki arasında bazı farklar var. En başta amaçlarımız farklı. Geri çekiliş nedenim, kalbimin kırılmasından sıkılmış olmam. Ama bu sıkılsam da hala yaptığım birşey olmayacak bu kez. Artık sadece onları sevmemi isteyen kişileri seveceğim. Ayrıca ben mekanlardan geri çekilmiyorum. Yakın arkadaşlarımdan da. Bilemiyorum, zaten hiç bir zaman bir ortamdan/mekandan kendini soyutlayacak bir insan olamadım. Ya da eve kapanıp o şekilde mutlu olacak birisi. İnsan insanıyım ben, birileriyle paylaşmadan mutlu olmuyorum. Artık geri çekildiğimde nasıl olacağından emin değilim, sanırım ben geri çekilmeye karar verdiysem birilerinin üstüme gelmeye karar vermesi gerekiyor. Aslında bu geri çekilme son derece eğlenceli ve egoya yararlı birşey. Gerçekten hayatımda ilk kez bunu yapıyor olmak bana benzersiz bir zafer ve mücadele hissi veriyor. Son 4-5 yıldır ilk kez birilerine ihtiyaç duymuyorum.

Bugün Ezgi'yle Starbucks'a gitmeyi ve daha sonra Topshop-The Pub-Ev yapmayı planlıyorum. Her zamanki gibi. Rutinler çoğu insanı sıkar, bana çok fazla zevk veriyorlar. O tanıdıklık hissi, herşeyin kontrolümde ve bildiğim gibi olacağını bilmek beni mutlu ediyor. Belirsizliklerden nefret ediyorum.

i loved so much the way we touched and pseudo-kissed
oh i already miss you singing like this over the phone
every now and every then i tend to pretend i'm not alone
i'm not so alone

Msn'de away mesajımı sadece seçtiğim birine gidecek şekilde ayarlayıp, mesaja onun hakkında düşündüklerimi, onu ne kadar çok sevdiğimi ya da ne kadar nefret ettiğimi yazmaya bayılıyorum. Böylece bana mesaj atarlarsa bu yazdıklarımı görebiliyorlar. Ama genelde hiç bilemeyecek olmaları ne kötü. Birine çok değer verip, onunla ilgili hayaller kurup ona hayatını vermeye hazır olmak ama onun bunu hiç bilmeyecek olması ne kadar dandik. İşte bu yüzden romantik komedileri seviyorum. Herkes aklından geçeni söylüyor.

Tuesday, 7 August 2007

dokuzuncu gün --surrender

Bugün hiçbir gücün beni evden çıkaramaması konusunda çok kararlıyım. Başlıktan da anlaşılabileceği gibi 9. gündeyim ve Billy Talent ruh hali içindeyim. Rüyamda babamla kavga edip sinirimi bozduktan sonra, kedime sarılmış bir halde uyandım. Onu uyandırmadan yavaşça kalktım, The Bachelor izledim. Türkiye'de The Bachelorette yaparlarsa kesin katılırım dedim kendi kendime. Sonra birşeyler yedim, o birşeyleri hazırlarken bıçakla elimi kestim. Hayatımda hiç o kadar derin bir kesiğim olmamıştı. Olur öyle arada dedim, bant yapıştırıp TV karşısındaki yerime geri döndüm. Bütün gün yapmayı planladığım tek şey bu, evet.

9 günden sonra gerçekten umursayamamaya başladığımı hissediyorum. Gerçekten sinir bozucu şeylerle karşı karşıya kaldığımda bile whatever yapıp dönüp gidesim geliyor. Mutlu muyum bilemiyorum, ama mutsuz olmadığım kesin. Sanırım hiçbirşeyim, bu da hiç fena değil. Ya da fena belki. Bilmiyorum.

Bugünden itibaren tüm insan ilişkilerimde geri çekilme politikası izlemeye karar verdim.

Sunday, 5 August 2007

i'm medicated, how are you?

Fazlasıyla eğlenceli ve çılgın geçen bir Girls Night Out cumasından sonra, cumartesi sabahı karaciğerim ağrıyarak uyandığımı söylersem yalan olmaz. Hangover sonrası klasik alkole ara verme yeminimden sonra Deniz'in evinden çıkıp kendi evime gittim. Konseptini "Sipping Mojito by the Pool" olarak belirlediğim haftasonum için gerekli bütün eşyalarımı topladıktan sonra evden çıkıp iskeleye gittim. Ne acıdır ki, Alsancak vapurunun o saatte olmadığını fark ettiğimde çok geçti. Bu nedenle binmek zorunda kaldığım Konak vapurunda üstüme gelen her dalgayla sırılsıklam olduktan sonra, neden "İzmir'in kızları deniz kokar" şeklinde bir söz olduğunu düşündüm bir süre. Vapurdan indikten sonra iskeleden Konak Pier'e doğru yürürken de hayatım boyunca kendime defalarca sorup cevabını hiç bulamamış olduğum o büyük soru geldi birden aklıma: Neden bütün abaza erkekler Konak'ta toplanmıştı? Neden yoldan geçen 10 erkekten 9'u tipine bakmaksızın kız cinsine ait olan her zavallıya laf atıyordu? Hayatın anlamını bulmama çok yardımı dokunabilecek bu sorum yine cevapsız kalırken, Konak Pier'e başıma birşey gelmeden ulaşmayı başardım. Gidip kendime bir Instyle aldım ve artık Çeşme'ye gitmeye tamamen hazırdım.
Havuz kenarında mojito+instyle fantazimi gerçekleştirirken, birden "nasıl olsa bronzlaşamıyorum, o halde neden havuza girmeyeyeyim ki?" dedim kendime. Bir başka Hollywoodvari fantazim olan havuzda-denizyatağı-üzerinde-uyuklayıp-suda-sürüklenen-kız konseptini benimsemeye karar verdim. Ancak bu huzurlu tatil aktivitem ne-olacak-türkiyenin-hali konuşmaları içinde olan havuzbaşı ortayaşlı beyefendileri tarafından katledildi. Ben de eve gidip duş almaya ve geceye hazırlanmaya karar verdim. Mtv'yi açtım, We Are Scientists-Nobody Move Nobody Get Hurt klibi izledim. Birden "my body is your body/I won't tell anybody/if you want to use my body/go for it" diye bağırmak istedim, sinirlerim bozuldu, asabileştim. Sakinleşmeliydim, hazırlanmaya karar verdim. Sonunda insan içine çıkabilecek hale geldikten sonra kalktım Babylon'a gittim. Nane komasından ölen bir mojito'dan sonra sıkılıp eve dönmeye karar verdim. Yolda arabada Placebo dinlerken sözler bende birden çok büyük bir etki yarattı: "I'm medicated, how are you?". Ben de medicated'ım dedim kendi kendime, öyleyse neden etkilenmeyeyim ki? Eve geldim, lenslerimi çıkardım. 13 saat kadar uyudum, havuzbaşındaki klişeleşmiş rutinimi tamamladıktan sonra İzmir'e doğru yola çıktım. Yolda biraz alışveriş yaptıktan sonra eve geldim, laptop'ım kucağımda oturuyorum.

pretty little angel
can we play your game?
i will be gentle
i will move to your pace.
show me the reaction
come home with me
oh, give me some attention
i was made for you
built to please.

you are the endless foreplay.