Friday, 28 October 2011

adorable illusion

Likit eyeliner'ım bitmek üzere. Bunu fark edince "Watsons'a falan gidip yenisini alsam" diye düşünüp Google'a koştum. Sonra baktım ki Beyoğlu'nda Watsons yokmuş. Sinir oldum, bari normal parfümeri bulayım dedim. Bulamadım. Evet, koskoca İstiklal Caddesi üzerinde Sephora ve M.A.C. dışında makyaj malzemesi satan yer ya yok, ya da internet dünyasına henüz adım atamamış. Sinir oldum. Eczanelerde likit eyeliner olduğunu sanmamamın yanı sıra, dandik marka bir şeye piyasa fiyatının 2 katını veresim hiç yok. Normal fiyata Rimmel ürünleri satan parfümeri istiyorum İstiklal'de.



Thursday, 27 October 2011

word vomit

İnsan birinden çok etkilendiği zaman gerçekten bahsetmeden duramıyor. Yok yani, mümkün değil.

En son crush'ımdan bahsetmiştim size. O kadar çok şey hissediyorum ki, ve hislerimi o kadar kendi başıma yaşıyorum ki, birine anlatmak zorunda hissediyorum kendimi. Şu anda bütün zamanım işte geçtiğinden ve iş dışındaki arkadaşlarımla pek sık görüşemediğimden de kimseye anlatamıyorum. Ben de o yüzden bu insanı mümkün olduğu kadar günlük konuşmalarımın arasına sıkıştırıyorum. Mean Girls'deki "word vomit" gibi çünkü, içimde tutamıyorum.

Ve bu ilk kez başıma gelmiyor. Şu ana kadar ne zaman birinden bu derece etkilensem, birine anlatmak için içim çatlardı resmen. Aileme henüz açılmadığım zamanlarda kız arkadaşlarımdan "Arkadaşım şunu şunu yapmış" diyerek bahsederdim mesela. Ya da biriyle birlikteysem ve açık açık başkasından hoşlandığımı söyleyemiyorsam ya yine "Arkadaşım böyle böyle" diye ya da "X kişisi şunu yaptı sinir oldum" diye konuyu oraya getirirdim. Bazen konuşmayı o kişiye yönlendirmek için nasıl saçma şeylerden bahsederdim, anlatamam. Ama yine de yapardım bunu.

O yüzden insanlar aldatıldıklarını nasıl anlamıyorlar, gerçekten aklım almıyor. Eğer hala bunu bilmiyorsanız: Sevgiliniz ne tür bir şekilde olursa olsun ("Şu arkadaşım", "bu nefret ettiğim insan" vs.) yeni birinden çok bahsediyorsa, çoook büyük ihtimalle o insana karşı bir şey hissediyordur. Ve aslında onunla olmak isterken sizinle olmak zorunda oluşunu konuşmaya bir yerinden onun adını da katarak telafi ediyordur. Acı ama öyle malesef.

Monday, 24 October 2011

the tell-tale heart

Geçen sene bu zamanlar baştan sona The Girl and The Robot dinleyerek geçirdiğim Brüksel gezimden yeni dönmüştüm (ve hatta ev arkadaşımın yokluğumda tüm peynirlerimi yediğini fark etmiştim). Soho'daki favori barımda çalışan birinden aşırı hoşlanıyor, "Bana şöyle şöyle derken ne demek istedi acaba" türü her lafının altında anlam arıyor ve para üstümü verirken elime dokununca günlerce tanıdığım herkese anlatıyordum. Falan filan.

O bar, 80'lerin başlarında açılarak Londra'nın ilk openly gay mekanı olan o güzel bar, bu ay sonunda bölgenin yenileniyor olması ve dolayısıyla sahibinin artan kirayı karşılayamıyor olması nedeniyle kapanıyor. Hayatımda çok önemli yeri olan bir mekana son bir kez gidemiyorum diye çok üzülüyorum aklıma geldikçe.

Sunday, 23 October 2011

i'll confess all of my sins after several large gins

Birkaç gün önce bir post yazmış, ama sonra kendimi biraz arkadan konuşur gibi hissettiğim için kaldırmıştım. Bugünden sonra yayınlamanın bir zararı yok sanıyorum ki.

"Şu anda aşık olmadığım ve bana aşık olmayan biriyle daha yeni olmasına rağmen sallantıya girmiş bir ilişkideyim. Birine karşı duyduğum heyecanın 3-4 ayda geçtiğini sanarken bu sürenin 1 ay civarına inmiş olması kafamda bazı soru işaretleri oluşmasına neden oldu.

1- Her ilişkim bittiğinde "Bu ilişkiden bunu öğrendim" dediğim bir şey bularak onca zamanı yanlış biriyle harcamış olan kendimi avuturum. Bu ilişkiden öğrendiğim ne olacak? Sanırım bu: İnsanın kafasında "Şu şu şu özelliklere sahip olan/olmayan biriyle asla birlikte olamam" diye oluşturduğu kriterlere uymayan biriyle karşılaşınca "Neyse, çok seçici olmayayım, ona bir şans vereyim" dememesi gerekiyor bence. İnsan birinden ilk aşamada ne kadar hoşlanırsa hoşlansın, bazı farklılıklar zamanla onu karşısındakinden uzaklaştırıyor. Bu kesinlikle kaçınılmaz bir şey. Ben bu ilişkide ideal sevgili modelimden çok daha farklı olan, yaşam biçimi ve prensipleri bir çok noktada bana çok ters olan biriyle olmayı denedim. Ve iki insan o kadar zıtken spark mpark kalmıyor ortada. Ha belki insan çılgınlar gibi aşık olur, aşkın gözü kör olur falan, bilemem. Ama ben olduramıyorum bunu.

2- Gerçekten bundan sonra her ilişkim 1 ayda heyecanını kayıp mı edecek? Her ayrılığında ilk birkaç gün aklına geldikçe "Kötü oldu" diyen, ama onun dışında üzülmeyen ve etkilenmeyen bir insan mı olacağım hep? Şu ana kadar aşık olmaya en çok yaklaştığım insandan ayrıldığımda aylarca kendime gelememiş olmamın sebebi o an yaşça çok küçük olmamdan kaynaklanıyordu da artık duygusal olarak "büyüdüğüm" için bir daha öyle hissetmeyecek miyim; yoksa yaş maş dinlemeden aşık olabilir miyim günün birinde? Bazen kendimi asla tamamen hislerime bırakamayacak kadar gerçekçiymişim gibi hissediyorum çünkü.

3- Hayallerindeki sevgili gelene kadar oturup beklemeli mi insan, yoksa karşısındaki insanın onun için yanlış olduğunu bile bile sırf güzel zaman geçirmek ya da sıkılmamak adına onunla birlikte mi olmalı?

Bunları buraya şu anda birlikte olduğum insanın blog'umu okumadığını bildiğimden yazıyorum (arkasından yazmak gibi bir saygısızlık yapmak istemezdim, ama paylaşmam gerekiyordu aklımdan geçenleri). İdeal sevgili modelim kesinlikle düzenli olarak burayı okuyan biri. Bir insan nasıl birini sevdiğini iddia eder ve yazdıklarını okumaz aklım almıyor. Ben birini seviyor olsam, birine aşık olsam, onun hakkında olabilecek en ufak detayları bile bilmek isterim. Neler geçiyor aklından, ne hissediyor, neler yaşıyor bilmek isterim. Birini "sevip" de bunları merak etmemeyi hayal bile edemiyorum."


Bugün bu bahsettiğim insandan ayrıldım. Şu ana kadar bitmesini istediğim ilişkilerde hep saçma-sapan-davranayım-da-o-benden-ayrılsın stratejisi izlemiştim. Kendim "Ayrılalım" dediğim tek bir insan olmuştu bugüne kadar, bugünkü ikinci oldu. Ama iki durumda da ancak karşı taraf "İlişkimiz nereye gidiyor" temalı bir lafla konuyu açtıktan sonra ayrılmak istediğimi belirtme cesaretini bulabildim. İnsanları kırmaktan, üzmekten o kadar çekiniyorum ki, istemediğim halde ilişkilerimi sürdürüyorum. İnsanların yerine sevgililerinden ayrılan şirketlere gerçekten hak veriyorum. İlişki bitirmek fena bir şey.

Az önce yatağıma oturmuş yeni yıkanmış çamaşırlarımı katlarken aklıma bu ilişkiden aldığım ders gelmişti, bir-daha-bu-hataya-düşmeyeceğim dedirten bir şey. Ama ne olduğunu unuttum. Hatırlarsam söyleyeceğim.

Hatırlayana kadar aldığım ders şu olsun: Kafandaki ideal sevgili modeline uymayan biriyle birlikte olmaya çalışmaktansa, yalnız kalmak daha iyi. "Yetiniyor" oluyorsun yoksa.

Aldığım ikinci ders: Ben şu anda *kesinlikle* tek eşli olmak isteyen biri değilim. Ciddi ilişki isteyen biri de değilim. Gözünü sevdiğimin single hayatı.

PS. Bu hatırlayamadığım şey beni deli edecek şimdi sabaha kadar.

PPS. Bugün öğlen depremi öğrendiğimden beri içim bir fena. Ve sağda solda "24 şehidimiz, pis Kürtler, ilahi takdir" modu yorumlar gördükçe hayrete düşüyorum. İnsanlıktan çıkmış gerçekten bazıları. Kendilerine de birer doz ilahi takdir mümkünse.

Friday, 21 October 2011

i'm giving you a night call to tell you how i feel

Fena, fena halde işkolik oldum. İki gün arka arkaya toplum içine çıkamayan, bir gün sosyal olunca ertesi günü evde pilini yeniden şarj ederek geçirmek zorunda hisseden ben, haftanın 6 günü sabahtan akşama zevkle çalışan bir insan haline geldim. "Ben bu huyumla nasıl her gün işe giden bir insan olacağım" diye düşünüp korkardım hep, ama insan zevk aldığı bir iş yapıyorsa gerçekten böyle şeyleri sorun etmiyormuş. Ve gerçekten insanın "Sabah olsa da işe gitsem" demesi mümkünmüş.

Bir de blog'uma gelen biri "Heather Peace eşcinsel mi" diye aratmış. E günaydın.

Sunday, 16 October 2011

tomboy

Dün bildiğim kadarıyla Filmekimi'ndeki tek LGBT'imsi temalı film olan Tomboy'a gittim. Geçen hafta gittiğim yine bir Filmekimi filmi olan Uyuyan Güzel'de ölümüne sıkıldıktan sonra, bu film konusunda pek heyecanlı değildim. Hata etmişim. Aylardır beni bu kadar etkileyen, güldüren; bana bu kadar dokunan bir film izlememiştim. Kesinlikle tavsiye ederim, bulursanız izleyin.

Bir filmi çok beğenirsem ilk fırsatta hakkında yazılanları okurum. Biraz önce Tomboy review'lerini okurken gördüm ki Tomboy, Water Lilies'in yönetmeninin ikinci filmiymiş. Water Lilies'i 2007'de !f Istanbul çerçevesinde Caddebostan'da izlemiştim. Üzerimde beyaz bir gömlek ve siyah bir kravat vardı. İyice içimi sıkan film bittikten sonra o zamanlar yeni ayrıldığım ilk kız arkadaşımın evine gitmiştim. Yatağında oturup konuşmuş, birlikte webcam'le fotoğraf falan çekmiştik. Tomboy bir insan olan eski sevgilimin o gün ilk kez tanıştığım annesi odada yalnız kalmamıza fena uyuz olmuş, sürekli bir şey ister misiniz bahanesiyle kapıyı açıp durmuştu.

Dün Tomboy'a gittiğimde yanımda birlikte ayrılma-devam etme çizgisinde zigzag çiziyor olduğum şu anki sevgilim vardı.

Yeniden İstanbul'a döndüğümden beri o eski sevgilim aklıma geliyor her akşam.

Water Lilies'i izlediğim o geceye dönebilmek için neler vermezdim, size anlatabilmem mümkün değil.

Geçmişi deli gibi özlüyorum. Yağmurlu hava ve Pazar ruh hali bana yaramıyor.

Friday, 7 October 2011

paranızı çöpe atma yolu olarak Reeder

Aldığımdan beri topu topu 4-5 kere kullandığım Reeder'ım son zamanlarda 6-7 dakika işe yürümem dışında dışarı bile çıkmadığı halde bozuldu. Bozuldu dediğim, ekranın camı gayet normal olmasına rağmen ekranın altındaki e-ink muhabbetinin olduğu adını bilemediğim kısım çatlamış gibi görünüyor.

Bunun üzerine müşteri hizmetlerini aradım, ve daha 2 ay önce aldığım şeyin 2 yıl garantisi olmasına rağmen benden tamir için "150 lira + KDV" istediler. Yenisi zaten 240TL. Bunu duyunca fena halde tepem attı. Abartısız 1,5 saat önce bunu duyduğumdan beri burnumdan solur haldeyim.

- İlk olarak garantisi olan, alalı 2 ay geçmiş bir şeyi tamir için nasıl para istersiniz?

- İnsanlara "Hesap numaramız şu, 150 TL + KDV gönderin, 3-5 gün içinde tamir edeceğiz" diye mail atmadan önce "Şu şu şu nedenlerden garantiniz geçerli değil" demeyi akıl edemiyor musunuz?

- Bu ürün bomboş bir çantada, kılıf içinde, hiç bir darbe almadan 10 dakika gezdi diye bozulacak kadar hassassa, neden satmadan önce insanlara böyle bir uyarıda bulunmuyorsunuz? Zaten yüklediğim çoğu e-kitabın bir sayfasını 3 dakikada açtığını, hatta bazılarında direk kilitlendiğini fark ettiğim ve aldığıma zaman zaman pişman olduğum bu ürününüzün bir de sokağa çıkarılamayacak kadar hassas olduğunu bilsem, kesinlikle almazdım. İnsan dışarı çıkaramayacaksa, ne yapsın e-kitap okuyucuyu?

Eğer bunu alıp paramı tamamen iade etmezlerse, ya da ücretsiz tamir etmezlerse yemin ediyorum Ekşi Sözlük'ten başlayarak (ve hatta yıllardır açmamakta ısrar ettiğim halde bir Twitter hesabı açarak) aklıma gelen her türlü sosyal medya sitesinde ve tüketici hakkı sitesinde bu olayı duyuracak ve bir tüketici hakları derneğine başvurup yasal haklarımı öğreneceğim. 300TL'ye yakın para ödediğim bir şeyi iki ay geçmeden çöpe atmaya hiç niyetim yok, gerekirse hiç acımam bir o kadar daha parayı bir avukata verir ve bu işin peşini bırakmam. Çok uyuz oldum cidden.

Bir de işin en sinir bozucu kısmı, bana "Şu şu şu ürünümüzü alırsanız elinizdeki bozuk Reeder'ı bedavaya tamir ederiz" gibi 3-4 farklı teklifle gelmeleri. "Eğer bize 1000TL daha verirseniz onu bedavaya tamir ederiz" şeklinde. Tam bir enayi muamelesi. Müşterinize verdiğiniz değerin 0 olduğunu, müşteri memnuniyetine önem vermek yerine ne-yapsam-da-daha-çok-para-kazansam zihniyetinde olduğunuzu gördükten sonra ben niye gidip bir daha sizin ürünlerinizi satın alayım ki? Madem böyle hassas şeyler yapıyorsunuz, bozulunca da sorumluluk üstlenmiyorsunuz, garantiyi anında yok sayıyorsunuz, niye bir daha o riski alayım ki?

Bu ürünü ilk aldığımda 4-5 ayrı kişiye birden tavsiye etmiştim ve hepsi yurtdışından Kindle ve türevlerini almak yerine Reeder'ı tercih etmeyi düşünüyordu bu yüzden. Bundan sonra ne o insanların, ne benim Reeder'ın yanına bile yaklaşma ihtimalimizin olmadığını kesin olarak belirteyim.

Eğer Reeder almayı düşünen ve Google'dan Reeder diye aratıp blog'uma ulaşanlar varsa, size tavsiye: Kesinlikle gidin Kindle alın. E-ink ekranlarda bu şikayet çok sık görülüyor araştırdığıma göre, ve Amazon böyle bir durumla karşılaşan müşterilerine sorgusuz sualsiz yeni Kindle veriyor. Kindle'ının üzerine oturup ekranını kıran insanlara bile bedavaya yeni Kindle veriyorlar, o derece. Amazon'dan gönül rahatlığıyla alışveriş yapmak varken böyle şark kurnazlıklarına kanmayın.

Tuesday, 4 October 2011

the cnn effect

Hayatımda hiç bu kadar meşgul olmamıştım. Cuma sabahı İzmir'den Ljubljana'ya doğru yola çıktım, orada süper bir haftasonu geçirdikten sonra Pazar akşamı İstanbul'a geldim. Dün de bir gazetede staja başladım. Sabah kalk, işe git, kafanı kaldırama, eve gel, biraz nete gir, uyu şeklinde geçiyor günlerim.

Şu son 2 günde aldığım 3 ders:

1- 'Seks satar' muhabbeti her yerde olduğu gibi burada da geçerli. Bir yerinden seksle alakalı haberler mutlaka kendine yer buluyor.

2- Dış kaynaklardan haber derlemek kesinlikle haberi çevirmekle bitmiyormuş, bunu anladım.

3- Sürekli ajansları takip edip dünyada olan biten önemli her şeyden televizyon kanallarına ya da gazetelere düşmeden haberdar olmak, akşama haber bülteninde bir şey görünce "Ben bunu sabahtan beri biliyordum" diyebilmek insana sapıkça bir zevk veriyor.

Şimdi izninizle gidip kendimi yatağa atacağım.

Tuesday, 27 September 2011

the one behind the wheel

Yıllardır birlikte olan, ve yıllardır her görüşmemde mutlaka kavga modunda olan bir çift tanıyorum. Bu çiftle ne zaman aynı ortama denk gelsem ya kavga ediyor ya da "ayrılmış" oluyorlar. En son birkaç gün önce milyonuncu kez ayrılıp arkadaş ortamlarındaki herkesi de olaya dahil edip gerdikten sonra yine barışmışlar, "Sana nasıl aşığım biliyor musun" ruh haline geçmişler.

Böyle haftada bir kavga eden, ayda bir ayrılıp "Bu kez kesin bitti" yapan, sonra yeniden canım cicim olan insanlarla çok ayrı dünyalarda yaşıyoruz sanırım. Benim insanlarla ilişkilerimde bir kavga kavramı vardır, bir de tartışma. Tartışma, tarafların fikir ayrılığına düştüğü, ve sonra her tarafın fikrini karşısındakine insan gibi medeni bir şekilde açıklarken aynı zamanda diğer fikirleri de ne kadar kendine ters görünürse görünsün kafasında tarttığı; duygulara rağmen yine de mantık çerçevesi dahilinde olan bir durumdur. Kavga, insanların fikir ayrılıklarını mantıktan uzak ve kapalı zihinli bir şekilde düşüncelerini karşı tarafa zorla/duygu sömürüsüyle/triple/manipülasyonla bilmemneyle kabul ettirerek çözmeye çalıştığı bir durumdur. Bir ilişkide tartışmalar olur, ama kavgalar olmamalıdır bana göre. Dolayısıyla ilişkilerde kendine saygısından taviz vermeyen biri haline geldiğimden beri kavgalar benim için ilişkiyi tamamen bitirme sebebidir.

Bir önceki sevgilimle bir gün çok kötü bir kavga etmiştik, ve ben bunu ilişkimizin sonu olarak yorumladığımdan baya üzülmüştüm. Ben bu kadar üzgünken neden bu kadar tepkisiz olduğunu sorduğumda, olaya "Kavga ettik ama aramız ertesi güne düzelir" diye baktığını ve benim niye tek bir kavgayı ilişki bitirecek bir şey olarak gördüğümü anlayamadığını öğrenmiştim. Çoğu insan onun kafadan sanırım.

Monday, 26 September 2011

whatever you've planned for me, i'm not the one

İlginç bir haftasonu geçirdim. Haftasonu sezonun son deniz faslını yapma adına Karaburun'a gittik. Annemin birkaç arkadaşı ve onların arkadaşları vardı. Akşam hep birlikte rakı sofrasına oturuldu. Masada çoğu bir gazetede ya da internet sitesinde yazan, hepsi son derece kültürlü ve ilgi çekici 10 kadar insan vardı. Muhabbeti keyifle dinliyordum ki, bu insanlardan biri -yaş, konum vs. açısından masa hiyerarşisinde en üstte olan insandı göründüğü kadarıyla- son derece homofobik laflar etmeye başladı. Karşımda oturan insanlarla karşılıklı yüz buruşturmamız sırasında göz göze geldik o laflar edilirken, yani masada o cümlelerden hazzetmeyen tek insan ben değildim kesinlikle. Ama kimse bir şey demedi, kimse "Böyle bir dille konuşmayın lütfen" demedi. Bu muhabbet birkaç kez daha tekrarlandı aynı insan tarafından. Anneme hem adamın laflarından, hem de kimsenin tepki vermeyişinden rahatsızlık duyduğumu söyledim. "Boşver şimdi, bir şey deme, içkili zaten çok" tepkisi verdi annem.

Bir insanın alkollü olması, bilmemnerenin saygıdeğer yazarı olması, dedem yaşında olması, "ibne" kelimesini mizahi bir bağlamda kullanması, falan filan olması homofobik laflarının hoş görülmesi gerektiği anlamına gelmiyor. Homofobiye her yerde, her zaman meydan okunması gerekiyor. Ve ben o anda hem 1-2 kişi dışında kimseyi tanımadığım bir ortamda bulunduğumdan, hem yaşça herkesten küçük olduğumdan, hem de aralarına sırf annem yüzünden dahil olduğum bir insan grubunun keyfini kaçırmak istemediğimden bir şey diyemedim o anda. Gece boyunca bir daha adamla muhatap olmamaktan başka şey yapamadım. Kendime saygı seviyem 10 puan azaldı bu yüzden. Bir daha asla kimsenin homofobisini tolere etmek zorunda kalacağım bir duruma düşmek istemiyorum.

**

Pazar günü Karaburun dönüşü ben Arby's'e gitmek istiyorum diye Balçova'ya gittik. Yazın baktığımda Arby's Balçova Kipa'da diye gördüğümü hatırlıyorum. Baktık değilmiş, Asma Çatı'daymış. "Asma Çatı" gibi adını bile bilmediğim bir yerde olsa hatırlardım kesinlikle, Balçova Kipa'yı tamamen sallamış olmam mümkün değil. Arby's hep Asma Çatı'da mıydı, yoksa bir ara Kipa'da da oldu mu?

Neyse, Arby's'i bulup beklemekten soğumuş ve sertleşmiş ekmekli yemeğimizi yedikten sonra Ikea'ya gittik eve bir şeyler bakmak için. Pazar günü Ikea'ya gitmek inanılmaz bir hataymış, bunu anladım. İçerideki 1500 insanın hepsi birbirini ittiriyor, birbirinin önüne falan atlıyordu. Bazı insanlar yol ortasında durmuş laflarken insan trafiğini tıkıyordu, biraz sert bir şekilde "Pardon, geçebilir miyim" deyince de küfretmişim gibi yüzüme bakıyorlardı. Üstüne üstlük çıkışta park yasak olan yükleme alanına araba park edip içeri giren dangoz insanları görünce bu ülkeye dair umudumu biraz daha yitirdim.

Eve gelirken trafikte salağın teki saçma sapan makaslayıp dururken öyle bir önümüze fırladı ki, az kalsın kaza yapıyorduk. Anneme "Niye kornaya basıp uyuz olduğumuzu belirtmedin" diye sordum. "Şehir eşkiyası bi tipe denk geliriz başımıza bişey gelir aman boşver" cevabı verdi. Geçenlerde iş arkadaşlarından bir tanesi saçma sapan hareketler yapan bir adama korna çaldıktan sonra adam kadına yanaşıp arabasını bariyerlerle kendisinin arasına sıkıştırmış. Kadının arabasında oluşan hasar bariz olmasına rağmen polis "Eğer şikayetçi olursanız ifade vereceksiniz, mahkemeye gideceksiniz falan, uzun iş, emin misiniz, uğraşabilecek misiniz bunlarla" falan demiş. Yine ülkem insanıyla ilgili sosyal tespitlere daldım bunu duyunca.